Geleneksel Marksizm‟e göre, ücretli emeğe sahip olmaması, kadını kocasına bağımlı hale getirmektedir. Kadınların baskı altında bulunmasını evli çiftler arasındaki ilişkilerin değil, yapısal sorunların bir sonucu olarak görmek gerekir. İlk zamanlarda feministler tarafından tercih edilen bir ideoloji olan Marksizm, 1960‟lardan itibaren feministlerin eleştirilerinin hedefi olmaya başlamıştır. Kadınlar, söz konusu dönemde ortaya çıkan devrimci örgütlere güçlükle alındıkları ve kadınlara özgü sorunların ikinci planda tutulduğu gerekçesiyle Marksizm‟den uzaklaşmışlardır. Bununla birlikte Marksizm, belli bir tarihi dönemde feministlerin siyasi anlamda faal olmaları için gerekli fiziki ve kavramsal ortamı sağlamıştır.
Marksizm, özellikle iki noktada akademik feminist çalışmaların yapılmasına katkıda bulunmuştur. Birincisi, güç kavramının analizlerine sınıf boyutunu katmasıdır. İkincisi ise, diyalektik ve tarihi bir analiz yöntemi benimsemiş olmasıdır. Diyalektizm sınıf çatışmasında olduğu gibi kadın çalışmalarında da kullanılmıştır. Marks‟ın sömürü ve yabancılaşma teorilerinde kullandığı metot, türlerin yaşamı ve toplumsal yaşamın kapitalist yabancılaşma şekilleri arasındaki gerginliğin ortaya çıkarılması, feminist çalışmalara ilham vermiştir.
Geleneksel Marksist düşüncede, Marks‟tan ziyade Engels kadınların durumunu ele alan yazılar yazmıştır. Engels‟e göre, baskı/zulüm sömürme demektir ve kadının üzerindeki baskı, genel sömürü sisteminden daha karmaşıktır. Aile kurumunun kadının evdeki köleliğini gizlediğini kabul etmesine rağmen, hem kadının evdeki köleliğinin hem de erkeğin ücret köleliğinin kapitalist sistemden kaynaklandığını iddia etmektedir. Dolayısıyla, ezilen sınıfın baskıdan kurtulması, aynı zamanda kadının da ayrımcılıktan ve sömürüden kurtulması demektir. Kadınların kurtuluşu için ayrı bir yöntem öngörmez.
Muhttin Ataman