“Size ben, ‘Allah’ın hazineleri yanımdadır’, demiyorum; gaybı da bilmem. ‘Ben bir meleğim’ de demiyorum. Sizin hor gördüğünüz kimseler için, ‘Allah, onlara asla hiçbir hayır vermez’ de diyemem. Allah onların içlerindekini daha iyi bilir. Böyle bir şey söylersem, o zaman ben gerçekten zalimlerden olurum.” (Hûd, 11/31)
Ayeti kerimede, müşriklerin, bir kimsenin peygamber olabilmesi için zengin olması, gaybı bilmesi, melek olması vb. özelliklere sahip olması gerektiği yönündeki yanlış anlayışına işaret edilmektedir. Kur’an, bu anlayışın Nuh (a.s)’un ve diğer birçok peygamberin kavimlerinde aynı şekilde mevcut olduğunu bildirmiştir.
Peygamberimiz döneminde de müşriklerin peygamberler hakkındaki tasavvurlarının bundan farklı olmadığını görmekteyiz. Müşrikler, Peygamber Efendimizde de benzer özellikleri aramışlar, onun melek olması ve gaybı bilmesi gerektiğini söylemişlerdi (En’âm, 6/89). Ancak yüce Rabbimiz; işte bu ayetiyle peygamber de olsa bir insanın gaybı bilmesinin söz konusu olmadığını belirtmektedir.
Gayb, akıl ve duyular yoluyla hakkında bilgi edinilmesi mümkün olmayan varlık alanı demektir. Birçok Kur’an ayetinden ve hadisi şeriflerden (Müslim, “İmân”, 287) de anlaşıldığı üzere gayb adı verilen bu alanla ilgili bilgiler yüce Rabbimize aittir. Nitekim yüce Allah; “Göklerin ve yerin gizli bilgileri Allah’a aittir...” (Nahl, 16/77), “O, gaybı da, görünen âlemi de bilendir, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Teğabûn, 64/18) buyurarak gaybın bilgisinin yalnızca kendine ait olduğunu belirtmektedir.
Gayba ait bilgiler konusunda, ilâhi vahye muhatap olan peygamberlerin özel bir konumu olduğunu söyleyebiliriz. Eğer Allah (c.c) bildirirse peygamberler gaybla ilgili bazı bilgilere vakıf olabilirler. Bildirmediği müddetçe peygamberler de gaybı kendiliğinden bilemezler. Nitekim bazı ayetlerde, Allah’ın dilediği kullarını gayb hakkında bilgilendirdiği ifâde edilmektedir: “Allah size gaybı bildirecek de değildir. Fakat Allah, peygamberlerinden dilediğini seçer (gaybı ona bildirir).” (Âli İmran, 3/179), “O gaybı bilendir. Hiç kimseye gaybını bildirmez. Ancak seçtiği resuller başka...” (Cin, 72/2627)
Bu bağlamda Hz. İbrahim’e göklerin ve yerin melekûtunun gösterildiği (En’âm, 6/75), Hz. Yusuf’a rüyaları yorumlama ilminin ve kavminin yiyeceği yemekleri önceden bilme yeteneğinin verildiği (Yusuf, 12/21, 37), Hz. İsa’nın, İsrailoğullarının evlerinde ne yiyip neleri biriktirdiklerine vâkıf olup bunları kendilerine haber verdiği (Âli İmrân, 3/49) belirtilmektedir. Buna göre gaybı; sadece Allah’ın bildiği mutlak gayb ve O’nun bildirdikleri tarafından bilinebilen nisbî gayb şeklinde ifade etmek mümkündür.
Bu konuda özellikle dikkat etmemiz gereken husus şudur ki, Kur’an mutlak gaybın bilinmesinin sadece Allah’a ait olduğunu bildirerek, bu niteliğin diğer yaratıklardan birine tahsis edilmesini tevhid inancına aykırı bulmuş ve gayb kapılarını zorlama anlamına gelen fal, kehanet vb. yollara başvurmayı şiddetle yasaklamıştır.
Günümüzde bazı kimselerin gaybla ilgili bilgiler verdiğini iddia ederek yaptığı yanlış yönlendirmelere itibar etmemeliyiz. Zira dinimiz, fala bakmayı ve gayb hakkında söz söylemeyi, tevhid inancına uymadığı için yasaklamıştır. Nitekim Kur’anı Kerim’de fal vb. şeytanın işi pislikler olarak değerlendirilmiştir (Maide, 5/90). Sevgili Peygamberimiz de gayptan haber verdiğini iddia edene inanan kimsenin kırk gün namazının kabul olunmayacağını, ayrıca vahyi ve kitabı inkâr etmiş olacağını ve bu gibi kimselere gidip gayba dair bilgiler soranların, muhammed (s.a.s)’e indirilenleri yalanlamış sayılacaklarını açıkça belirtmiş ve onlara gitmeyi yasaklamıştır (Müslim, “Mesâcid”, 33, “Selâm”, 125; Ebû Dâvûd, “Salât”, 167).
Dinimize göre insan, geleceği bilemez, gelecekten haber veremez; ancak bilimsel veriler ve olaylardan hareketle gelecek hakkında tahmin yürütebilir ve bu veriler ışığında tedbir alabilir. Bizler Müslümanlar olarak medyumlara, falcılara ve kâhinlere itibar etmemeliyiz. Dinimiz, yüce Allah’ın bizlere verdiği akıl ve irademizi kullanmayı öğütleyerek olayları sebep sonuç ilişkisine göre değerlendirmemizi en doğru davranış şekli olarak öğütlemiştir.
Ayeti kerimede, müşriklerin, bir kimsenin peygamber olabilmesi için zengin olması, gaybı bilmesi, melek olması vb. özelliklere sahip olması gerektiği yönündeki yanlış anlayışına işaret edilmektedir. Kur’an, bu anlayışın Nuh (a.s)’un ve diğer birçok peygamberin kavimlerinde aynı şekilde mevcut olduğunu bildirmiştir.
Peygamberimiz döneminde de müşriklerin peygamberler hakkındaki tasavvurlarının bundan farklı olmadığını görmekteyiz. Müşrikler, Peygamber Efendimizde de benzer özellikleri aramışlar, onun melek olması ve gaybı bilmesi gerektiğini söylemişlerdi (En’âm, 6/89). Ancak yüce Rabbimiz; işte bu ayetiyle peygamber de olsa bir insanın gaybı bilmesinin söz konusu olmadığını belirtmektedir.
Gayb, akıl ve duyular yoluyla hakkında bilgi edinilmesi mümkün olmayan varlık alanı demektir. Birçok Kur’an ayetinden ve hadisi şeriflerden (Müslim, “İmân”, 287) de anlaşıldığı üzere gayb adı verilen bu alanla ilgili bilgiler yüce Rabbimize aittir. Nitekim yüce Allah; “Göklerin ve yerin gizli bilgileri Allah’a aittir...” (Nahl, 16/77), “O, gaybı da, görünen âlemi de bilendir, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Teğabûn, 64/18) buyurarak gaybın bilgisinin yalnızca kendine ait olduğunu belirtmektedir.
Gayba ait bilgiler konusunda, ilâhi vahye muhatap olan peygamberlerin özel bir konumu olduğunu söyleyebiliriz. Eğer Allah (c.c) bildirirse peygamberler gaybla ilgili bazı bilgilere vakıf olabilirler. Bildirmediği müddetçe peygamberler de gaybı kendiliğinden bilemezler. Nitekim bazı ayetlerde, Allah’ın dilediği kullarını gayb hakkında bilgilendirdiği ifâde edilmektedir: “Allah size gaybı bildirecek de değildir. Fakat Allah, peygamberlerinden dilediğini seçer (gaybı ona bildirir).” (Âli İmran, 3/179), “O gaybı bilendir. Hiç kimseye gaybını bildirmez. Ancak seçtiği resuller başka...” (Cin, 72/2627)
Bu bağlamda Hz. İbrahim’e göklerin ve yerin melekûtunun gösterildiği (En’âm, 6/75), Hz. Yusuf’a rüyaları yorumlama ilminin ve kavminin yiyeceği yemekleri önceden bilme yeteneğinin verildiği (Yusuf, 12/21, 37), Hz. İsa’nın, İsrailoğullarının evlerinde ne yiyip neleri biriktirdiklerine vâkıf olup bunları kendilerine haber verdiği (Âli İmrân, 3/49) belirtilmektedir. Buna göre gaybı; sadece Allah’ın bildiği mutlak gayb ve O’nun bildirdikleri tarafından bilinebilen nisbî gayb şeklinde ifade etmek mümkündür.
Bu konuda özellikle dikkat etmemiz gereken husus şudur ki, Kur’an mutlak gaybın bilinmesinin sadece Allah’a ait olduğunu bildirerek, bu niteliğin diğer yaratıklardan birine tahsis edilmesini tevhid inancına aykırı bulmuş ve gayb kapılarını zorlama anlamına gelen fal, kehanet vb. yollara başvurmayı şiddetle yasaklamıştır.
Günümüzde bazı kimselerin gaybla ilgili bilgiler verdiğini iddia ederek yaptığı yanlış yönlendirmelere itibar etmemeliyiz. Zira dinimiz, fala bakmayı ve gayb hakkında söz söylemeyi, tevhid inancına uymadığı için yasaklamıştır. Nitekim Kur’anı Kerim’de fal vb. şeytanın işi pislikler olarak değerlendirilmiştir (Maide, 5/90). Sevgili Peygamberimiz de gayptan haber verdiğini iddia edene inanan kimsenin kırk gün namazının kabul olunmayacağını, ayrıca vahyi ve kitabı inkâr etmiş olacağını ve bu gibi kimselere gidip gayba dair bilgiler soranların, muhammed (s.a.s)’e indirilenleri yalanlamış sayılacaklarını açıkça belirtmiş ve onlara gitmeyi yasaklamıştır (Müslim, “Mesâcid”, 33, “Selâm”, 125; Ebû Dâvûd, “Salât”, 167).
Dinimize göre insan, geleceği bilemez, gelecekten haber veremez; ancak bilimsel veriler ve olaylardan hareketle gelecek hakkında tahmin yürütebilir ve bu veriler ışığında tedbir alabilir. Bizler Müslümanlar olarak medyumlara, falcılara ve kâhinlere itibar etmemeliyiz. Dinimiz, yüce Allah’ın bizlere verdiği akıl ve irademizi kullanmayı öğütleyerek olayları sebep sonuç ilişkisine göre değerlendirmemizi en doğru davranış şekli olarak öğütlemiştir.