Bilindiği gibi, Kur’anı Kerim’de İncil’den bahsedilmektedir; İncil, Kur’an’da toplam on iki yerde geçmektedir. İlgili ayetlerden hareketle, İncil hakkında doğrudan yargılara ulaşmak mümkündür. Buna ilaveten, Kur’an’ın temel prensiplerinden ve dolayısıyla başka bazı ayetlerden yola çıkarak İncil’e dair dolaylı yargılar üzerinde de durulabilir.
Öncelikle İncil hakkında doğrudan bilgiler veren ayetlere bakılırsa; İncil, Allah katından Hz. İsa’ya indirilmiş ve yine Allah tarafından ona öğretilmiştir.2 İncil, evvelce Hz. Musa’ya nazil olan Tevrat’ı (Tora) doğrulamış, yani tasdiklemiştir.3 O, yol gösterici ve öğüt niteliğinde, hidayet ve nur barındıran bir muhteviyata sahiptir.4 Allah’ın bazı vaat ve hükümleri (Tevrat’ta olduğu gibi) İncil’de de yer almıştır.5 İlahi dinin son peygamberi olan Hz. Muhammed, (Ahmed ismiyle) İncil’de (ve Hz. İsa tarafından da) müjdelenmiştir.6 Bu ayetlerden anlaşılan, İncil, Allah katından peygamberi Hz. İsa’ya nazil olan ve Hz. İsa tarafından insanlığa (daha doğrusu İsrailoğulları’na) tebliğ edilen ilahi vahyi ifade etmektedir.7 Böylece İncil, Kur’ani manasıyla bir vahiy külliyatıdır. Ayrıca bu külliyat, yine tıpkı Tevrat ve Kur’an gibi tekil yapıdadır; yani İncil bir tanedir.
İkinci olarak Kur’an, İncil hakkında dolaylı çıkarımlar yapılabilecek ayetler içermekte, temel prensipler ortaya koymaktadır. Bunlardan birkaç tanesi hatırlanacak olursa; İncil kesin olarak Allah merkezli bir öğreti ihtiva etmiştir. Zira Kur’an, Hz. İsa da dahil olmak üzere peygamberlerin insanlık ailesine sadece Allah’a kulluk edilip O’na tapılması gerektiğini vurgulayan teosentrik (Tanrı merkezli) bir mesaj tebliğ ettiklerini belirtmektedir.8 Bu itibarla Kur’an açısından Allah katında sadece bir tane ilahi din bulunmaktadır;9 tüm nebiler bu aynı dini, yani tam ifadesiyle İslam’ı tebliğ etmişlerdir.10 Öyleyse makul olan, Allah’ın Hz. İsa’ya inzal ettiği vahiyleri içeren İncil’in bu temel Kur’ani ilkelerle çelişmemesi, Kur’an ile İncil arasında temel konularda büyük farklar bulunmamasıdır.
Geleneksel (bugünkü) Hristiyanlık, kiliseye göre, “Tanrı Oğlu” ve “KurtarıcıMesih” gibi kristolojik unvanlarla tanımlanan İsa’yla özdeş ve onunla kökleşen bir inanç sistemidir. Pekâlâ bilindiği gibi Hristiyanlıkta, Yeni ve Eski Ahit’i oluşturan diğer metinlerle birlikte İncil(ler)’e (Müjde, εὐαγγέλιον) iman etmek esastır. Bu bağlamda Hristiyanlar, Yeni Ahit kitabında ilk dört metni oluşturan ve geleneksel şekilde Matta, Markos, Luka ve Yuhanna diye adlandırılan metinleri “doğru İncil(ler)” olarak görmüşlerdir. Zira kiliseye göre bu metinler, İsa döneminin tanıkları olan havariler (Matta, Yuhanna) ve öğrenciler (Markos, Luka) tarafından Kutsal Ruh’un esinlemesiyle kaleme alınmışlardır.
Bununla beraber İslam ve Hristiyanlık çerçevesinde, işte tam da buradan ciddi soru(n)lar yükselmektedir: Hristiyan dünyanın geleneksel dört İncil’i, Kur’an’ın yukarıda kısaca belirtilen ölçütlerini veya ilkelerini karşılamakta mıdır? Kur’an, Hz. İsa’ya nazil olan İncil’den bahsederken Yeni Ahit kitabındaki dört İncil’i mi kastetmektedir? Öyleyse, bu durum nasıl yorumlanmalıdır? Değilse, bu hususta ne gibi olasılıklar üzerinde durulmalıdır? Bu yazı, bu çerçevedeki soruları hem tarih araştırmalarından ulaşılan veriler hem de Kur’an’ın ve mevcut İncil metinlerinin temel teolojik kabulleri üzerinden tartışmak ve buradan muhtemel bazı yanıtlara ulaşmak amacı taşımaktadır. Ne var ki, burada mümkün mertebe özet bir sunum yapılacaktır ve bu özet, bu hususta hazırladığım kitap çalışmasının nüvesini teşkil etmektedir.
Kur’an’da, İncil’den bahsedilen tüm ayetlerde İncil’in tekil yapısı dikkat çekmektedir.11 Buna göre Allah, peygamberi olan Hz. İsa’ya vahyetmiştir; bu “vahiy külliyatı” Kur’an’da “İncil” diye isimlendirilmiştir. Dolayısıyla İncil (şu veya bu sayıda değil) “BİR” tanedir. Buna karşın Hristiyan dünyada erken yüzyıllardan bu yana “dört” İncil muteberdir. Üstelik yapıları itibarıyla bu dört İncil’i, Kur’an’ı oluşturan farklı sureler veya Tevrat’ın farklı bölümleri gibi düşünmek de imkânsızdır; çünkü İnciller, aynı mesajı ve olguyu farklı perspektiflerden ele alan ayrı yazarların başka karakterlerde inşa ettikleri metinlerdir. Ayrıca, miladi takvimin erken yüzyıllarına bakıldığında, İncillerin sayısını otuzlu, hatta kırklı sayılarla ifade etmek de kolaydır. Bazı veriler ışığında “İncil” kavramının Hristiyanlar arasında ilk dönemde “yazılı metin” anlamı taşımaması ise konunun önem taşıyan başka boyutunu oluşturmaktadır. Tüm bu hususlarda detaylara bakmak yararlı olacaktır.
Bugün birçok araştırmacı tarafından dile getirildiği gibi, miladi 2’nci yüzyıl sonlarından (yani Hz. İsa’dan bir buçuk yüzyıl sonraki bir tarihten) önce, hiçbir yerde ve hiçbir zaman İncillerin sayısının dört olduğuna ve bunların Matta, Markos, Luka ve Yuhanna isimlerini taşıdıklarına dair herhangi bir kayıt ve kanıt yoktur.12 Bunun gibi, ilk defa olarak Şehit Iustinus (İng. Justin Martyr, ö.165) tarafından 2’nci yüzyıl ortalarında “havarilerin hatıratı” diye tanımlanan (ve yine aynı şekilde Matta veya Yuhanna gibi hiçbir isimle özdeşleştirilmeyen) birtakım metinlere (İncil?) yapılmış belli belirsiz atıflara kadar, Hristiyan yazarların “İncil” (εὐαγγέλιον) ifadesini kullanırken “yazılı metin” kavramını kastedip etmedikleri de şüphelidir.13 Bu iki olguyu esas alarak, iki muhtemel sonuca ulaşmak mümkündür:
Tarsuslu Pavlus’un “İncil” ifadesini kullanırken bundan “yazılı metin” kastında bulunmadığı açıktır. Pavlus, “İncil” derken, “Mesih’in çarmıh üzerinde insanlığı asli günahtan aklayan ölümüne ve onun dirilip göğe çıkışına dair iyi haberi” kastetmiştir.14 Bir başka deyişle Pavlus, “İncil” tabirini insanlığa vaaz edilecek, duyurulacak “Mesih’e ilişkin haber” olarak anlamıştır.15 Bir sonraki aşamada, yani 1’inci yüzyıl sonunda ve 2’nci yüzyılın birinci yarısında, Romalı Clemens, Antakyalı Ignatius, PseudoBarnabas, Polykharpos veya “On İki Havari Doktrini” (Didakhé) denilen metnin meçhul yazarı gibi erken dönem kilise babaları da “İncil” adı altında yazılı metinlere tartışmaya yer bırakmayacak açıklıkla atıfta bulunmamışlardır.16 Anlaşıldığı kadarıyla onlar için de İncil, “Mesih’in çarmıhına dair iyi haberdir” ve bu haberin “İncil” olması için yazılı metin hüviyeti taşıması gerekmemektedir.
Birtakım metinler, 2’nci yüzyıl sonlarından önce, henüz Matta, Markos, Luka ve Yuhanna isimleriyle özdeşleştirilmiş de değillerdir; öyle olsa, herhâlde bu metinlere yapılmış açık atıflara rastlanırdı. Bu takdirde, aslında geçmişte bir zamanda meçhul yazarlar tarafından kaleme alınan bazı metinler, uzun süre anonim olarak elden ele dolaştıktan sonra, 2’nci yüzyılın ikinci yarısında İsa’nın havarilerinden Matta ve Yuhanna isimleriyle, ayrıca Yetmişler grubundan Markos’la ve Pavlus’un hekimi ve yoldaşı Luka’yla özdeşleştirilmeye başlanmışlardır. Nitekim bildiğimiz kadarıyla bunu açıkça yapan ilk yazar, 180’li yıllarda Lugdunum (Lyon) piskoposu Irenaeus’tur.
Yapılan modern araştırmalar, Pavlus’a ait mektupların (50’li yıllar) bugünkü dört İncil’den (70100 yılları) önceki tarihlerde yazıldığını kesin olarak kanıtlamaktadır.18 Bu nedenle Pavlus’un mektuplarında yazılı İncil metnine atıf yapılmaması şaşırtıcı değildir; Pavlus zamanında bugünkü İnciller henüz yazılmış değildir. Ne var ki Pavlus, “sözlü vaaz” (κήρυγμα, kérugma)19 addettiği İncil’in “bir tane” olduğunu da dile getirmiştir.20 Pavlus’a göre, yegâne doğru İncil kendisince vaaz edilendir ve bu yüzden yalnızca bir tane İncil vardır. Hâlbuki Pavlus, henüz kendisiyle aynı dönemde başka İnciller’in mevcudiyetini de bizzat ifade etmiştir.21 Üstelik bu İncil(ler), Pavlus’a göre, Pavlus’un bildirdiğine ters İncil(ler)’dir; yani bu İncil(ler)’in muhteviyatı başkadır.22 Bu itibarla aslında buradan da birçok soru(n) yükselmektedir.
Geleneksel kilise tarihinde en önemli şahsiyet olan Pavlus sadece bir İncil bulunduğunu söylemesine rağmen, bugünkü Yeni Ahit’te niçin dört ayrı İncil yer almaktadır? (Aşağıda da değineceğim gibi, Hristiyanlık geleneğinde bu sorunun yanıtı vardır)
Mevcut veriler ışığında, Havariler Çağı’ndan hemen sonraki aşamada, yani 2’nci yüzyılla birlikte Hristiyan dünyada “İncil” ismini taşıyan (veya sonradan İncil tabir edilen) birçok metnin mevcudiyeti de cabasıdır. O hâlde dört İncil, tüm bu metinler arasında ve Hz. İsa’dan çok zaman sonra, kilise ruhbanlarınca hangi ölçütlere dayanılarak “kanonik” sayılmışlar ve Yeni Ahit kitabına dâhil edilmişlerdir? Söz gelimi bugün “kanonik” görülen ve ismine Matta denilen metni havari Matta’nın yazdığının, ama “apokrif ” sayılan ve adına Petrus denilen İncil’i havari Petrus’un yazmadığının ölçütü ne olmuştur? Örneğin “kanonik” Yuhanna İncili’nin doğruları, “apokrif ” Ebionitler İncili’nin doğru olmayan bilgileri içerdiğinin kriteri neye göre belirlenmiştir? İşte bu ve benzeri birçok soru, eğer yanıtlar rasyonel temelde aranacaksa yanıtsızdır.
Yukarıda özet hâlinde verdiğim tüm bu tartışma zemininin konumuz bağlamında öne çıkardığı başlıca husus şöyledir: Hem Kur’an hem de Tarsuslu Pavlus yegâne İncil’e dikkat çekmişlerdir. Hâlbuki erken Hristiyanlıkta Pavlus döneminde (50’li ve 60’lı yıllar) biri kesin olarak “sözlü” olmak kaydıyla en az iki (belki daha çok) İncil, sonrasında (2’nci ve takip eden yüzyıllarda) onlarca (yazılı) İncil, zamanla şekillenen bugünkü geleneksel Hristiyanlıkta ise (yazılı) dört İncil bulunmaktadır. Peki, ama bu karmaşık yapının bize sunduğu resim, Kur’an’ın yukarıda altı çizilen ölçütüyle, yani “Allah tarafından Hz. İsa’ya indirilen İncil” prensibiyle uyumlu mudur?
Kur’an’a göre İncil, Allah katından Hz. İsa’ya indirilen ve onun tarafından tebliğ edilen ilahi vahyi ifade etmektedir. Bu tanıma (yani Kur’an’a) göre, bir külliyatın İncil sayılabilmesi için (başka birçok ölçütün yanında) gerekli başlıca koşullar şunlardır: İncil;
Allah tarafından Hz. İsa’ya indirilmiş olmalıdır,
Hz. İsa tarafından tebliğ edilmiş olmalıdır,
Kur’an’ın anladığı manasıyla ilahi vahiy niteliği taşımalıdır.
Şimdi, bu aşamada yeniden Hristiyan dünyanın İncil anlayışına dönelim; Pavlus’un yukarıda bahsi geçen yegâne İncil’ine ve ayrıca mevcut dört İncil’e bu ölçütler ışığında bakalım. Acaba bu takdirde Kur’an’ın tanımladığı İncil ile Hristiyan dünyanın İncil(ler)’i arasında ne gibi farklar ve benzerlikler kurulabilir?
Öncelikle belirtmek gerekir ki, Hristiyanlara göre İncil; Allah tarafından Hz. İsa’ya indirilmiş vahiy külliyatı değildir. Zira Hristiyanlıkta Mesih “ilahi” varlık kabul edilmektedir; o, Tanrı’nın üç ilahi şahsiyetinden biridir, yani aslında bizzat Tanrı’dır.24 O hâlde, Kur’ani manasıyla vahiy, yani Allah ile O’nun peygamberleri arasında yaşanan metafizik deneyim, Hz. İsa açısından söz konusu değildir. Bir başka deyişle Allah Hz. İsa’ya İncil’i indirmemiştir.
Hristiyanlara göre, İncil’i indiren (Kur’an’da tanıtılan İlah olarak) Allah değildir; İncil’in doğrudan muhatabı da (Kur’an’da tanıtılan peygamber) Hz. İsa olmamıştır. Hristiyan düşüncesinde İncil(ler), (geleneksel kiliseye göre Tanrı/ sal olan) Kutsal Ruh’un esinlemesiyle oluşturulmuş metinlerdir; muhatabı ise iki havari (Matta, Yuhanna) ve iki öğrencidir (Markos, Luka). oldukları iddiası yer almamaktadır. Tam tersine, aşağıda da göreceğimiz gibi, İncil yazarları kaleme aldıkları metinlerin “ne olduğu” sorusunu açıkça yanıtlamışlardır; bu yanıtta karşılaştığımız olgunun Kur’an’ın tanımladığı türden bir İncil ile ilgisi alabildiğine şüphelidir. Nitekim basit ve yüzeysel bir okumada bile, dört İncil’in ayrı bir yapı taşıdığı kolayca görülmektedir.
Anlaşıldığı kadarıyla hem Hristiyan anlayışında hem İncil yazarlarının düşüncesinde İncil(ler), Müslümanların anladığı manada ilahi vahiy niteliği taşımamaktadır. Nitekim Hristiyanların, Kur’an’da tanımlandığı şekliyle İncil’e inanmadıkları da vakıadır. Peki, Hristiyanlara göre İncil nedir? Yukarıda bu soruyu çok kısa yanıtlamıştım; burada bunu biraz daha açacağım.
Hristiyanlara göre İncil’in ne olduğu sorusunun yanıtı, hiç şüphesiz öncelikle Yeni Ahit kitabında aranmalıdır. Tarsuslu Pavlus, birçok araştırmacıya göre geleneksel Hristiyanlığın esas kurucusudur. Pavlus, Yeni Ahit kitabını fazlasıyla domine etmiş, Hristiyanlıkta bugün mevcut “İncil” anlayışını da şekillendirmiştir. Bu bağlamda Pavlus’un zihninde İncil, yukarıdaki Kur’ani ölçütlerden farklı olarak, Mesih hakkındaki “iyi haber”, yani “Müjde”dir.
Pavlus, “asli günah doktrini” diye bilinen teolojik tasavvur çerçevesinde, insanlığın Âdem’in cennetten kovulmasına sebep olan asli günahı Mesih öncesi tarihsel süreçte nesilden nesile tevarüs ettiği, bu nedenle her bireyin günahlı doğduğu ve tüm insanlığın başlangıçtan itibaren günahlı olduğu, Tanrı ile insanlık arasında bu günah yüzünden binlerce yıl küskünlük yaşandığı, Musa ve Tevrat vasıtasıyla gelen Yasa’nın (Şeriat) buna karşılık bir ceza teşkil ettiği, ancak merhametli Tanrı’nın sonunda insanlık ailesiyle barışabilmek adına kozmik bir program tasarladığı, bu doğrultuda kendisinden olan “Tanrı Oğlu” Mesih’i insan görünümünde dünyaya gönderdiği, Mesih’in insanlığı günahtan aklayabilmek amacıyla kendi canını ve kanını çarmıh üzerinde feda ettiği, dolayısıyla onun çarmıhtaki ölümünün kefaret ve kurtuluş anlamı taşıdığı teorisini ileri sürmüştür. Aslına bakılırsa, “asli günah doktrini” diye bilinen bu teori Kur’ani ölçütlerle hiçbir açıdan örtüşmediği gibi, Hz. İsa’nın tebliğ sürecindeki söz ve faaliyetleriyle de çelişmektedir; ama bunun detaylarına burada girmiyorum.
Her hâl ve kârda, bunun sonucu olarak Pavlus’a göre İncil (Müjde), Mesih’in çarmıha gerilip ölmesi ve ardından dirilip göğe yükselmesi sayesinde insanlık ailesinin kurtuluş, yani asli günahtan aklanma elde ettiğine dair iyi haberin ismidir. Mesih, işte bu yüzden “evrenin kurtarıcısı”dır (ὁ σωτὴρ τοῦ κόσμου)); o, insanlık ile Tanrı arasında ara bulucu rolü üstlenmiş ve ölümü ve dirilişiyle bunu başarmıştır. Dolayısıyla bu “iyi haber”i ihtiva eden bildirim (sözlü veya yazılı) İncil ismini taşımaktadır.26 Nihayet Mesih’le birlikte Tanrı, insanlık ile yeni bir ahit yapmıştır; tarihsel süreç böylece yeni bir evreye girmiştir.
Bu anlayışla bağlantılı şekilde Pavlus’un İncili “kristosentrik”tir; yani (Tanrı değil) Mesih merkezlidir: τῷ εὐαγγελίῳ τοῦ Υἱοῦ, “Oğul’un Müjdesi”. Pavlus’un soteriyoloji anlayışı ve İncil tasavvuru, onun beşer üstü statüye yücelttiği Mesih’i merkez öge yapmaktadır. Öyle ki, Pavlus’un İncili’nde, İsa’nın yaşamının, söz ve eylemlerinin, havarilerine verdiği derslerin, yani Kur’an’a göre Allah’ı vaaz eden beşer ve peygamber İsa’nın hemen hiçbir önemi yoktur.
Pavlus, kendisince yazılmış geniş bir mektup koleksiyonu boyunca, kendisinden bir süre önce tarih sahnesinden çekilmiş olan Hz. İsa’nın yaşamını, onun “Allah’ın elçisi” olarak rolünü, söz ve davranışlarını, birkaç küçük istisna dışında hiçbir zaman referans almamıştır. Fakat Pavlus, tüm dikkatleri Hz. İsa’nın nübüvvet sürecinden soyutlamış ve ilgiyi Mesih’in çarmıhı ve dirilişi faraziyesine yöneltmiştir. Pavlus, kendisinin dirilen ve göğe yükselen Mesih’in “seçilmiş elçisi” olduğunu ileri sürmüş, diğer âlemden kendisiyle bağlantıda olan “Tanrı Oğlu” Mesih adına konuştuğunu iddia etmiş ve bu çerçevede birtakım teoriler gündeme getirmiştir.
Bu anlatıma göre, Pavlus’un “İncil” kavramını Allah’ın Hz. İsa’ya indirdiği vahiy külliyatı gibi algıladığı söylenebilir mi? Elbette hayır! Bir defa Pavlus’a göre İncil’i vahyeden Allah değil, ölümden dirilen ve gayb âleminden Pavlus’la irtibat hâlinde bulunan İsa Mesih’tir; vahyin muhatabı ise Hz. İsa değil, fakat bizzat Pavlus’un kendisidir.27 Pavlus’a göre İncil, Mesih ile ilgili olup Pavlus tarafından duyurulan sözdür.28 Ona göre önemli olan, Mesih’in ölümü ve dirilişi haberidir ve buna gönülden inanmaktır: “Şayet Mesih (çarmıha gerildikten sonra dirilerek göğe) yükselmemişse, bu takdirde hem bizim vaazlarımız hem de sizin imanınız hükümsüzdür.”29 Nihayet yine Pavlus’a göre, işte bundan başka hiçbir İncil yoktur (daha doğrusu vardır, ama “gerçek İncil” değildir).30
Pavlus’un yukarıdaki iddialarına Kur’an penceresinden bakılırsa, bir beşer ve kul olan Hz. İsa’nın ölümü (ve dirilişi!?) sonrasında gayb âleminden insanlığı takip ve kontrol ettiği ve kendisine (Pavlus gibi yeni) elçiler seçip onlarla görüştüğü şeklindeki iddiaların Kur’an’dan onay alması imkânsızdır; Maide suresi (117), Hz. İsa’nın ölümü sonrasında dünyayla rabıtasının tümüyle kesildiğini ve onun dünyada ne olup bittiğine dair hiçbir bilgisinin bulunmadığını açıkça söylemektedir. Ancak bu tartışmaya da burada girmeyeceğim. Yukarıda görüldüğü gibi, Pavlus “İncil” konusunda Kur’an’dan farklı tanımlara ve açıklamalara sahiptir.
Pavlus, Galatya cemaatine yazdığı mektupta şu ifadeleri kullanmıştır: “Ben bu İncil’i insandan almadım, kimseden de öğrenmedim. Bunu bana İsa Mesih açıkladı.”31 Böylece, burada İncil’e dair Kur’ani ölçütün Pavlus tarafından dört açıdan farklı yorumlandığı görülmektedir. Bunları son defa hatırlayalım:
Vahiy ekseninde Kur’an’ın Hz. İsa’ya verdiği rol, Pavlus tarafından kendisine biçilmiştir; zira vahyin muhatabı (Hz. İsa değil) Pavlus’tur.
Kur’an’ın (tüm peygamberler bağlamında) vahyin kaynağı olarak Allah’a dikkat çeken yaklaşımı Pavlusçu tefsirde farklı izah edilmiştir; çünkü Pavlusçu açıklamada vahyin kaynağı Allah değil Mesih’tir. Burada şu husus önemlidir: Geleneksel Hristiyanlığa mensup müminler açısından bu açıklamada sorun yoktur. Zira Hristiyan inancında Mesih ile Allah’ın aynı ve bir oldukları ileri sürülmektedir; yani vahyin kaynağı (Allah da olsa Mesih de olsa) aynı ve birdir. Ne var ki bu iddia İslam ve Kur’an açısından kesinlikle sorunludur.
Kur’an’ın peygamberlerin misyonuna atfen gündeme getirdiği tevhit merkezli tebliğ mefhumu da Pavlus’un “İncil” tanımında zarar görmektedir. Örneğin Maide suresinde (117) Hz. İsa’nın ağzından şöyle söylenmektedir:
Ben, onlara bana emrettiklerinin dışında hiçbir şeyi söylemedim. (O da şuydu:) Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin. Onların içinde kaldığım sürece, ben onların üzerinde bir şahidim. Benim (dünya) hayatıma son verdiğinde, üzerlerindeki gözetleyici Sendin. Sen her şeyin üzerine şahit olansın.
Ayrıca yine Kur’an’da tüm peygamberlere atfen Ali İmran suresinde (79) şöyle bir ayet bulunmaktadır:
Beşerden hiç kimsenin, Allah kendisine kitabı, hükmü ve peygamberliği verdikten sonra insanlara: “Allah’ı bırakıp bana kulluk edin” deme (hakkı ve yetki)si yoktur. Fakat o, “Öğrettiğiniz ve ders verdiğiniz kitaba göre Rabbaniler olunuz” (deme görevindedir.)
Bu iki ayet hem tüm peygamberlerin hem Hz. İsa’nın Allah merkezli, yani tevhit esaslı bir mesaj tebliğ ettiklerini açıkça belirtmektedir. Öyleyse Pavlus’un “Mesih merkezli” İncil’i bu çerçevede nereye oturmaktadır? Pavlus’a göre İncil, Mesih’le ilgilidir; esas olan da Mesih’le ilgili sözün yayılmasıdır.32 Pavlus’un “İncil” diye tanıttığı, Allah’ın yaşamı sırasında İsa’ya inzal ettiği ayetleri değil, “Tanrı Oğlu” İsaMesih’tir.33 Pavlus, İncil kavramını çarmıha bağlı kurtuluş çerçevesinde ele almıştır ve bu yüzden de onun İncil’i Mesih’e dairdir; yani Mesih’in çarmıha gerilişinin insanlığa getirdiği “iyi haber”dir (Müjde).
Hristiyanlığın vahiy anlayışı Mesih özelinde Kur’an’dan farklıdır. Bu bağlamda, Mesih’in geleneksel Hristiyanlık inancında “ilah” kabul edildiği hatırlanmalıdır. Dolayısıyla Hristiyanlıkta Hz. İsa’ya vahyedilmesi gibi bir durum söz konusu olmayıp, uluhiyetin Meryem’den doğan şahısta tezahürü esastır; yani vahyin kendisi bizzat İsa’dır. Yazılı dört İncil’e gelince, bu metinler de Kur’ani manada vahiy değildir; fakat bizzat ilahi bir varlık olarak Kutsal Ruh’un esinlemesiyle oluşturulmuş metinlerdir.34 Öyleyse burada esinlenmiş metinlerin (İncillerin) vahyi (Mesih) tanımlaması gibi bir olgu karşımızdadır ki, zaten Hristiyanlıkta Hz. İsa’nın bir İncil yazdığı veya yazdırdığı gibi bir düşünceye de yer yoktur.35
Dört İncil, yukarıda ilk planda verilen Kur’ani ölçütleri değil, fakat geleneksel Hristiyanlığın Pavlus merkezli ölçütlerini karşılayan metinlerdir. Bu itibarla mevcut dört İncil, tam olarak Pavlusçu açıklamaya uygun kaleme alınmış çarmıh öyküleridir (İncillerin Pavlus sonrasında yazıldığını hatırlayalım).
Bu nedenle dört İncil, Mesih’le ilgili metinlerdir. Hatta bunun böyle olduğu İncil yazarlarınca da dile getirilmiştir. Örneğin İncillerin ilki olan Markos’un meçhul yazarı, bu hakikati henüz birinci cümlesinde ifade etmiştir: “Tanrı’nın Oğlu İsa Mesih’le ilgili İncil’in başlangıcı”. Vazıh surette ortadadır ki, bir metin kaleme alırken Markos yazarının zihninde Allah’ın Hz. İsa’ya nazil olan ayetlerini kayda geçirmek gibi bir endişe yoktur; çünkü bu yazarın zihninde böyle bir mefhum yoktur. O, tıpkı diğer İncil yazarları gibi Pavlusçu bir müelliftir; Pavlus’tan sonraki bir tarihte, İncil hakkındaki Pavlusçu tanımlamayı esas alarak Hz. İsa’nın çarmıha gerilişini ve onun çarmıha uzanan yaşam öyküsünü “iyi haber” olarak sunmayı dilemiştir.
Çünkü Markos’un yazdığı İncil, bizzat kendisine göre “Tanrı Oğlu Mesih’le” ilgilidir. Bu yargı diğer İncil yazarları için de aynen geçerlidir. Bu itibarla dört İncil, Hz. İsa’nın tarih sahnesinden çekilmesinden ve Pavlus’un Hristiyan dünyayı domine etmeye başlamasından bir süre sonra, “Tanrı Oğlu” Mesih’in mucizelerle dolu bir yaşamın ardından çarmıha gerilerek öldürüldüğü, sonrasında dirilip göğe yükseldiği ve bunun da insanlığa “kurtuluş” getirdiği düşüncesini uyandırma amacı taşıyan meçhul yazarlarca kaleme alınmış anonim metinlerdir.
Kısaca, mevcut İncillerden yansıyan basitçe ve açıkça Pavlusçu “kurtuluş” formülüdür.
Son olarak bu aşamada evvelki bir soruyu daha kesin şekilde yanıtlamak istiyorum: Pavlus bir İncil’den bahsederken niçin yazılı dört İncil metni mevcuttur? Geleneksel Hristiyanlıkta bu soruya verilen yanıt da aslında (Kur’an’la değil ama Pavlus’un tanımıyla örtüşen) bir tane İncil bulunduğu ve bu bir İncil’in dört farklı tanıklık kanalıyla sonraki nesillere nakledildiğidir. Yani İncil aslında yegânedir; Mesih’le ilgilidir; ama farklı yazarlar Kutsal Ruh’un esinlemesiyle bunu kendi pencerelerinden tasvir etmişlerdir. Bu yüzdendir ki, söz konusu İncillerin Antik Çağ’daki özgün isimleri aslında “Matta’ya Göre İncil”, “Markos’a Göre İncil”... şeklindedir; fakat bu kullanım zamanla “Matta İncili”... biçimine evrilmiştir.36 Böylece, yukarıdaki tüm bu hususlar göz önüne alındığında, Pavlusçu tefsiri ihtiva eden dört İncil’in Kur’ani ölçütleri karşıladığını söylemek oldukça neredeyse imkânsızdır.
İnsanlara ait söz ve ifadelerin Allah’ın ayetlerinden kesin olarak ayrılması zarureti, Kur’an’da bazen Ehli Kitap’la ilişkili biçimde vurgulanmıştır. Örneğin, kendi elleriyle yazdıklarını Allah katından gelmiş gibi gösterenler şiddetli eleştirilmişlerdir:
Elleriyle kitap yazıp sonra onu az bir bedel karşılığında satmak için, “Bu Allah’ın katındandır” diyenlere yazıklar olsun! Elleriyle yazdıkları yüzünden vay haline onların! Ve yapıp ettikleri yüzünden vay haline onların!”
Burada, metinlerin “ilahi” ve/veya “beşerî” arka planına işaret edilmekte, ilahi olan ile beşerî olanı karıştırmamanın önemine dikkat çekilmektedir. Öyle ki, Müslümanların gözünde Kur’anı Kerim’i eşsiz statüye yücelten anlayış bu inançtan neşet etmektedir. Bu bağlamda İslam inancında Kur’an insanlardan değil Allah’tan gelmiştir; bugüne kadar Hz. Muhammed’e nazil olduğu şekliyle korunarak ulaşmıştır:
Hiç kuşkusuz, o zikiri/Kur’an’ı biz indirdik, biz; her hâl ve şartta onu muhakkak koruyacak olan da biziz!
Peki, mevcut dört İncil metnine bu Kur’ani ölçütler özelinde bakıldığında karşımıza çıkan manzara nedir?
Dört İncil, tıpkı Kur’an gibi Allah’tan gelen vahiylerin toplandığı kitaplar mıdır; yoksa İncil yazarları bu hususta başka izahlar mı yapmışlardır?
Bu İnciller, ilk defa yazılmalarından sonraki süreçte hiçbir tahrifata uğramadan, ilk hâlleriyle günümüze ulaşmışlar mıdır?
Aslında bu soruların ilkini yukarıda, İncil’in Hristiyan dünyada ne anlama geldiğini tartışırken kısmen yanıtlamıştım. Bu nedenle burada soruyu ve konuyu daha farklı bir yönüyle ele almak istiyorum: Acaba dört İncil’i kaleme alan yazarlar, metinlerini nasıl oluşturdukları konusunda, yani metinlerinin kaynağı hakkında bilgi vermişler midir? Eğer öyleyse bu bilgi(ler), Allah ile O’nun peygamberleri arasındaki “ilahi vahiy” deneyimine dair Kur’ani ölçütleri karşılamakta mıdır? Bu aşamada Luka İncili’ne dönelim ve başlangıç pasajına bakalım:
Birçokları, başlangıçtan itibaren tanık ve sözün hizmetkârı olanlar tarafından bizlere iletilen şekliyle, aramızda olup biten şeylere ilişkin bir hikâye anlatımı kaleme alma teşebbüsünde bulundular. Bütün bunları en başından özenle araştıran biri olarak sana sırasıyla yazmak bana da cazip geldi, ey en yüce Teofilos!39
Yukarıdaki pasaj mevcut Luka İncili’nin başlangıç cümlelerini oluşturur. Metnin (İncil?) yazarı, bugün “İncil” tabir edilen metinlerin oluşturulması sürecinde üç aşamalı bir arka plan bulunduğuna dikkat çekmiştir. Birinci aşama “sözlü rivayet” dönemidir; çünkü Luka’nın yazarı “tanık” veya “sözün hizmetkârı” diye tanımladığı insanların bazı rivayetleri şifahi olarak taşıyıp ilettiklerini belirtmiştir. İkinci aşama sözlü rivayetlerin (Luka İncili yazarınca da yapıldığı gibi) yazılı metinlere dönüştürüldükleri evredir.
Dikkate şayandır ki, Luka’nın yazarı, sadece kendisinin değil, birçok başka kişinin de geçmiş hadiselere ilişkin öyküler (İncil?) yazdıklarını söylemiştir. Üçüncü aşama ise bu sürecin tamamlanması sonucu bugün ismine “İncil” denilen ve sonradan kilise tarafından “kanonik” ve “apokrif ” diye tanımlanarak tasnif edilen birçok metnin ortaya çıkışıdır. Bu aşama Luka yazarınca bahis konusu edilmese de, metnin oluşturulması sonrasında böyle bir tarihsel sürecin yaşandığı bilinmektedir.
Luka yazarının yukarıdaki pasajından birçok mühim yargıya ulaşmak mümkündür. Ama burada daha ziyade konumuz bağlamında birkaç olgunun altını çizmekle yetineceğim. Luka İncili’nin yazarına göre,
Bugün “Luka İncili” denilen metin aslında tarih anlatısıdır. Çünkü bizzat metnin yazarı, geçmişte yaşanan hadiseleri kaleme aldığını, yani açıkça tarih yazdığını doğrudan ve vazıh surette ifade etmiştir.
Luka İncili’nin yazarı, kaleme aldığı bu metnin kaynağı olarak Allah’a veya İsa’ya ya da Kutsal Ruh’a yahut da başka bir ilahi kaynağa dikkat çekmemiştir; Allah’ın Hz. İsa’ya nazil olan ayetlerini yazdığı gibi hiçbir iddiada da bulunmamıştır. Nitekim böyle bir iddia hiçbir İncil metninde geçmemektedir. Bunlar hakikaten can alıcı hususlardır: Eğer herhangi bir İncil yazarı, kendi metnini yazarken Allah’ın Hz. İsa’ya indirdiği vahiy külliyatını kayıt altına alma amacı taşısa, yani Kur’ani manasıyla bir “vahiy kitabı” oluşturma gayesi gütse, onun bu yönde hiçbir bilgi vermeyip üstüne bir de anlatılardan hareketle “tarih” metni derlediğini söylemesi hangi makul gerekçeyle açıklanabilirdi? Tam tersine, Luka’nın yazarı açıkça Kur’ani manada bir vahiy kitabı oluşturma endişesi hissetmemiştir; kaleme aldığı metnin kaynağı olarak hiçbir ilahi kaynağa atıf da yapmamıştır. O, samimi bir ifadeyle, geçmişi yapabildiği ölçüde araştırdığını, bunun ardından da kendisine anlatılanları (yani duyduğu rivayetleri) kayda geçirdiğini söylemiştir.
Üstelik burada altı mutlaka çizilmesi gereken başka bir husus da vardır: Luka’nın yazarı, kendi metnini diğer metinlere nazaran özel ve ayrı bir statüye de koymamıştır. Ona göre, tıpkı kendisi gibi başka birçokları da geçmiş hadiseleri araştırıp sorgulayarak Hz. İsa veya Havariler Çağı hakkında öyküler, yani tarih anlatıları (İncil!?) oluşturmuşlardır; ama bunca anlatı arasında Luka metnini (veya herhangi başka bir metni) özel veya kutsal bir yere koymak (ve diğerlerini beşerî metinler gibi görürken Luka’yı ilahi metin addetmek) için sebep gösterilmemiştir.
Peki, yukarıda Luka yazarından öğrendiklerimiz, “İncil” hakkında Kur’an’dan bize ulaşan bilgilerle uyumlu mudur? Bu soruya “evet” demek neredeyse imkânsızdır. Daha da ilginç olan; Luka’nın ifadesi, onun metninin Hz. İsa’dan çok zaman sonra kaleme alındığı gerçeğini de gözler önüne sermektedir. Luka’nın yazarı, Hz. İsa döneminde yaşayan bir tanık olmadığını dolaylı olarak dile getirmiştir; çünkü o, tarih yazmış ve bunu yaparken tüm tarihçiler gibi beşerî kaynaklara dayanma zarureti hissetmiştir.
Meselenin başka boyutu “tahrifat” konusudur. Yukarıda gördüğümüz gibi, Kur’an, Allah katından indirilmiş bir kitap olduğu ve Allah’ın koruması altında bulunduğu bilgisini bizzat ifade eden bir metindir. Acaba bu hususta mevcut dört İncil özelinde ne söylenebilir? İnciller, bugüne kadar, kaleme alındıkları ilk hâlleriyle ulaşmışlar mıdır? Yoksa bunlar tahrif mi edilmişlerdir?
Bilim dünyasında yapılan modern araştırmalar, mevcut dört İncil’in tarihsel süreçte birçok aşamada çeşitli biçimlerde ve hem metin hem mânâ itibarıyla tahrif edildikleri gerçeğini kanıtlamaktadır. Bu itibarla Kitabı Mukaddes kritiği kapsamında metin kritiği ve tarihsel kritik gibi başlıklar altında geliştirilen yöntemler ya da sinoptik karşılaştırma kabilinden okumalar, dört İncil metnindeki bozulmaları ifşa etmektedir. Bu araştırmalarda, söz gelimi müstensihlerin, redaktörlerin veya tercümanların İncil metinlerine veya bu metinlerin arka planını oluşturan yazılısözlü kaynaklara yönelik bilinçli veya bilinçsiz müdahaleleri anlaşılır kılınmaktadır. Üstelik dört İncil metninin bir yanda ciddi maddi hatalar, diğer yanda özellikle birbirleriyle karşılaştırıldıklarında uzlaştırılamaz çelişkiler içerdikleri bilinen bir husustur.
Antik Çağ kaynakları, tüm bu hususların aslında çok eski tarihlerden itibaren tartışıldığını göstermektedir. Örneğin diğer dinlerin mensupları İncillere şiddetli eleştiriler yöneltmişlerdir; hatta Hristiyan entelektüel bile hem İncilleri savunmaya çalışmışlar hem bazen bu metinlerdeki hata ve çelişkileri bizzat dile getirmişlerdir.41 Tüm bu tartışma zemininde hatırlanması gereken bir olgu da şudur: İncillerin tahrifatına yönelik söylem, Allah’ın Hz. İsa’ya nazil olan ayetlerine değil, fakat Pavlusçu yazarlarca kaleme alınan ve çarmıh öğretisini kurtuluş formülü gibi sunan mevcut dört İncil’e yöneliktir.
Kur’an’da, Hz. İsa hakkında birçok tanım ve açıklama ortaya konulmuştur. Hz. İsa’nın diğer insanlar gibi beşer vasfı taşıdığı, son(raki) peygamberi müjdelediği veya çarmıhta öl(dürül) mediği, bu izahlar arasında öne çıkanlardandır. Bunlar gerçekten hayati ölçüde önemli tespitlerdir; çünkü geleneksel Hristiyanlığın zeminini oluşturan tüm kabuller, bu tespitler kanalıyla çürüyüp gitmektedir.
Hz. İsa’nın Kur’an’da “beşer”, yani herkes gibi “insan” olarak tanıtılması, Mesihçi bir inanç sistemi olan geleneksel Hristiyanlığı henüz ilk anda çürüten bir izahtır. Zira teslis itikadı, Mesih’i “ilahi ousia’yı oluşturan üç hypostasisten biri (ikincisi)” tabir etmekle, onu Allah yapmış olmanın teolojik ifadesidir. İznik (325)İstanbul (381) konsilleri sürecinde kilise tarafından Mesih’e resmî şekilde biçilen bu yüce kristolojik statü, bugünkü geleneksel Hristiyanlığın temelidir. Bir başka deyişle, Mesih’in beşer addedilmesi ve sadece insan mertebesine indirilmesi, Hristiyanlığın sonu demektir.
Kur’an’a göre İsa, kendisinden sonraki Ahmed peygamberi müjdeleyen bir misyonun temsilcisidir. Hâlbuki geleneksel Hristiyanlık düşüncesinde o, tüm “insanlığın kurtarıcısı”dır. Kur’an’ın ve Hristiyanlığın bu farklı açıklamalarını müşterekte buluşturmak imkân dâhilinde midir? Elbette hayır! Çünkü Hz. İsa’nın Hz. Muhammed’i müjdelediğinin kabul edilmesi, Mesih’in Hristiyanlıktaki merkezî rolünün ve yüce kristolojik statüsünün açıkça ve doğrudan yıkılması anlamına gelecektir. Üstelik Hz. İsa’nın Hz. Muhammed’i müjdelediğini ikrar etmek tüm Kur’ani ilkelere imanı da zaruri kılacağından, bu takdirde Hristiyanlığın sadece Mesih’e yönelik kristolojik iddiaları değil, fakat birçok başka umdesi de çökecektir.
Kur’an’a göre Hz. İsa çarmıhta ölmemiştir. Yine Kur’an’a göre Hz. İsa, düşmanlarının elinde herhangi başka bir biçimde de can vermemiştir. Fakat o, Allah’ın takdir ettiği (ve bizim bilmediğimiz) bir zamanda eceliyle vefat etmiştir. Üstelik Kur’an, Hz. İsa’nın “dirilişi” ve “dünya üzerinde kontrolü sürdürdüğü” temalı Pavlusçu iddiayı da reddetmektedir (krş. Maide suresi 117). Peki, bu Kur’ani izahların geleneksel kilise taraftarlarınca kabulü ne anlama gelir? Bu soruyu yanıtlamak kolaydır: Hz. İsa’nın çarmıhta ölmediği ve sonrasında da dirilmediği düşüncesi, geleneksel (yani Pavlusçu, bugünkü) Hristiyanlığın kesin olarak sonu demektir. Çünkü bu durumda Hristiyanlığın temelini oluşturan Pavlusçu kurtuluş öğretisi tümüyle atıl kalacaktır. Şimdi, bu üç maddeyi biraz daha detaylı ele alalım.
Yukarıdaki birkaç örnek bile açıkça göstermektedir ki, Kur’anı Kerim, Pavlusçu (geleneksel) Hristiyanlığı, hem de onu ayrı ve bağımsız bir din hâline dönüştüren en başat prensipleri üzerinden (doğrudan veya dolaylı) eleştirip reddetmektedir. Bu durumda sorulacak temel soru şudur: Dört İncil (hatta tüm Yeni Ahit kitabı), Hz. İsa’yı tanımlar ve ona ilişkin bilgiler verirken, Kur’ani ilkelere mi yakın durmaktadır, yoksa Pavlusçu (geleneksel) Hristiyanlığın Kur’ani ölçütlerle çelişen görüşlerine zemin mi oluşturmaktadır? Daha doğrusu, İncilleri kaleme alan meçhul yazarları bu bağlamda nereye yerleştirmek daha doğru olur?
Yeni Ahit’te yer alan birçok rivayet geleneğine göre Hz. İsa beşerdir; yani herkes gibi bir insandır. Ancak öte yandan dört İncil metni ve tüm Yeni Ahit kitabı, Mesih’in beşer üstü bir varlık olduğunu ileri süren rivayetler de içermişlerdir. Hatta denilebilir ki, sözü geçen metinlerin kaleme alınma sebebi zaten bu iddiayı gündeme getirip benimsetmektir. Bu itibarla, 2’nci yüzyılla birlikte sivrilmeye başlayan ve 4’üncü yüzyılda resmî mahiyet kazanan geleneksel teslis inancını Yeni Ahit’le kökleştirmek belki güçtür; ama hem İncillerin hem de Yeni Ahit’teki diğer metinlerin İsa’yı insanüstü statüye yücelten birçok pasaj içerdikleri de vakıadır. Şimdi bu doğrultuda önce Pavlus’un mektuplarını, sonra İncil metinlerini ve hatta diğer Yeni Ahit metinlerinden bazılarını inceleyelim.
Yeni Ahit, Pavlus tarafından yazıldığı kabul edilen on üç mektup içermektedir. Araştırmacılara göre bu mektuplardan bir kısmı özgündür; yani gerçekten de Pavlus tarafından kaleme alınmıştır. Bir kısım mektup ise pseudo niteliği taşımaktadır; yani aslında meçhul yazarlarca oluşturulmuş mektuplar Pavlus’a atfedilmişlerdir. Bu tartışma bu yazının amacı olmadığından ve her hâl ve kârda iki grup mektup da bugün Yeni Ahit’te yer aldığından, Pavlus adını taşıyan bu mektuplar arasında burada ayrım yapmayacağım. Söz konusu mektup koleksiyonunda yer alan bazı pasajlar, Mesih’in beşer üstü bir varlık olduğu iddiasını açıkça yansıtmaktadır. Bu itibarla örneğin, Mesih’in Tanrı suretinde olduğu (ὃς ἐν μορφῇ Θεοῦ ὑπάρχων); Tanrı’ya eşit olduğu (τὸ εἶναι ἴσα Θεῷ), hatta bizzat Tanrı olduğu (ὁ ὢν ἐπὶ πάντων Θεὸς), ileri sürülen Pavlusçu iddialar arasındadır.42 Söz gelimi Titus ismini taşıyan mektupta (2:13)
Mesih, “Yüce Tanrı” (μεγάλου Θεοῦ) ifadesiyle tanımlanmıştır. İbraniler adlı mektupta (1:8), yine Mesih için “Tanrı” (Θεὸς) sözcüğü kullanılmıştır. Bunun yanı sıra Pavlus, Mesih’in zaman veya mekân gibi insanlara has ölçütlerle sınırlandırılmasına da karşı çıkmıştır. Zira ona göre Mesih, başlangıçtan itibaren vardır (preexistence); o, göksel bir varlıktır, ama insan benzeyişinde ve insanlığın günahına kefaret olmak üzere dünyaya gelmiştir.43
Dört İncil metnine bakıldığında, istisna durumlarda Sinoptik İncillerde (Matta, Markos, Luka), fakat umumiyetle Yuhanna İncili’nde Mesih’i beşer üstü statüye yücelten pasaj ve ifadelerle karşılaşmak mümkündür. Bu bağlamda bilhassa Yuhanna İncili’nde İsa’nın yüksek bir kristolojik değerde sunulduğu hemen tüm uzmanlarca bilinen bir gerçektir.
Bu İncil’de, İsa’nın kendisini Tanrı’yla eşit tuttuğu, beşer gibi doğmayıp başlangıçtan itibaren var olduğu (preexistence), insanlığı yargılama yetkisini elinde bulundurduğu, günahları bağışlayabildiği, gökte ve yerde tüm yetkiyi haiz olduğu, dua ve dilekleri kabul ettiği, hatta bizzat tapım gördüğü yargılarına ulaştıran bir hayli cümle ve ifade bulunmaktadır.44 Sinoptik İncillerdeki birtakım pasajlarda da buna benzer birtakım ibareler yer almaktadır.45 Yeni Ahit’in diğer bazı metinlerinde ise İsa’nın başlangıç/ilk ve son olduğu iddia edilmiş, onun her şeyin yaratıcısı sıfatı taşıdığı ileri sürülmüştür.46 Nihayet, Yeni Ahit’teki bazı pasajlar İsa’nın doğrudan Tanrı olduğu savını yansıtmışlardır.
Ayrıca, yine Yeni Ahit’te İsa’ya nispetle zikredilen ό υἱὸς τοῦ Θεοῦ (Tanrı Oğlu) ve ό κύριος (Efendi/Rab) gibi standart kristolojik unvanların da Yeni Ahit yazarlarınca yer yer ilahi anlam yüklenerek kullanıldıkları anlaşılmaktadır.48 Peki, yukarıda bahsi geçen tüm bu pasajların Kur’an’dan onay alması makul olabilir mi? Elbette hayır!
Hz. İsa’ya nazil olan ilahi vahyi (İncil) Kur’ani veriler ışığında tanıyan birisinin, mevcut dört İncil metninde Ahmed adlı peygamberi araması herhâlde doğaldır.49 O hâlde karşımıza çıkan esas soru şudur: Mevcut dört İncil metni böyle bir son peygamberi müjdelemekte midir? Görünüşe göre, bu soruya verilebilecek sadece bir tane yanıt vardır: Hayır! Öncelikle; İncil metinlerinde, hiç değilse ilk bakışta böyle bir bilgi geçmemektedir.
Nitekim Hz. muhammed sonrası dönemde Hristiyanlığın sözcüleri tam olarak bu görüşü yansıtmışlar; onlar ellerindeki kutsal yazılarda böyle bir müjde bulunmadığını ısrarla ileri sürmüşlerdir.50 İkinci olarak; bazı Yeni Ahit metinleri, Hz. İsa sonrasında gelecek büyük bir peygamberden ziyade henüz 1’nci yüzyılın ikinci yarısında, yani Havariler Çağı’nda birçok peygamberin varlığından dem vurmuşlardır. Burada şu husus önemlidir ki, bu metinlere göre söz konusu bu peygamberler sahte değil gerçek peygamberlerdir.51 Üçüncü olarak; “İncil’de Ahmed’in müjdelenmesi” konusunda bilhassa Müslümanlar tarafından başka görüşler de savunulmuştur.
Örneğin Yuhanna İncili’nde geçen παράκλητος (Parakletos) sözcüğünün52 son peygamber Hz. Muhammed’e işaret ettiği53 veya dört İncil’in Yunanca yazılması gerçeğinden hareketle, Hz. İsa döneminde onun kendi diliyle (Aramice) ifade ettiği bu gerçeğin dört İncil’de (Yunanca) anlamı kaybolmuş biçimde Εὐδοκία (Eudokía) kabilinden başka sözcüklerde aranması gerektiği söylenmiştir.
Bu ve benzeri teoriler elbette konuşulmalıdır; hatta bilhassa üçüncü maddede belirtilen olasılıkların doğru olma ihtimalleri de yadsınmamalıdır. Ancak burada şunu belirtmek gerekir ki, dört İncil’de (eğer gerçekten de yok ise) Ahmed isimli peygamberin bulunmayışı ya da Havariler Çağı’nda pek çok peygamberin mevcudiyeti iddiası Kur’ani ölçülerle uyuşmamaktadır; son olasılıktaki gibi bu müjdenin Yunanca birtakım sözcüklerin arkasında bulanıklaştığı iddiaları ise (eğer bu iddialar doğruysa) İncil metinlerindeki tahrifata işaret etmektedir.
Kur’an’a göre Hz. İsa kesin olarak öldürülmemiştir;55 fakat o eceliyle ölmüştür.56 Kur’an’a göre, Hz. İsa’nın ölmesi kefaret veya aklanma yahut kurtuluş kabilinden hiçbir anlam da taşımamaktadır; yani onun ölümünü diğer insanlardan farklı kılan kozmik bir program dâhilinde tefsir etmeye lüzum yoktur. Maide suresinin 116 ve 117’nci ayetleri mealen şöyledir:
Allah, “Ey Meryem oğlu İsa! İnsanlara sen mi ‘Allah’ın dışında beni ve annemi birer tanrı kabul edin’ dedin?” buyurduğu zaman, o şu cevabı verir: “Haşa! Seni tenzih ederim. Hakkım olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz. Hem ben söyleseydim şüphesiz sen onu bilirdin. Sen benim içimdekini bilirsin, ama ben senin zatında olanı bilmem. Gizlileri tam olarak bilen yalnız sensin.” Ben onlara bana emrettiklerinin dışında hiçbir şeyi söylemedim. (O da şuydu:) Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin. Onların içinde kaldığım sürece, ben onların üzerinde bir şahidim. Benim (dünya) hayatıma son verdiğinde, üzerlerindeki gözetleyici Sendin. Sen her şeyin üzerine şahit olansın.
Yukarıdaki ayetlerden dinler tarihi alanına yönelik son derece önemli birçok çıkarım yapmak mümkündür. Ancak sadece konu bağlamında bir yargı üzerinde durmak gerekirse, söz konusu ayetlere göre Hz. İsa öldükten sonra onun dünyayla tüm irtibatı kesilmiştir. Zira yukarıda bu gerçek bizzat İsa’nın ağzından nakledilmektedir: “Onların içinde kaldığım sürece, ben onların üzerinde bir şahidim. Benim (dünya) hayatıma son verdiğinde, üzerlerindeki gözetleyici sendin.” Bu durum birinci olarak Pavlus’un kendisine yönelik tüm iddialarını ilk anda çürütmektedir.
Çünkü Pavlus, ölmesine rağmen dirilen ve bunun ardından dünya üzerinde hâlâ kontrolü ve yetkiyi elinde bulunduran Mesih tarafından seçilerek yetkilendirildiği iddiasıyla sahneye çıkmıştır. İkinci olarak; Pavlusçu kurtuluş formülü de böylece yalanlanmış olmaktadır. Zira Pavlus’a göre kurtuluşun yegâne yolu Mesih’in ölümden dirildiğine ilişkin inançtır.57 Peki, Kur’an’a göre kurtuluşun yolu Mesih’in dirilişine iman etmek midir? O hâlde, Yeni Ahit metinleri niçin bu iddiayı içermişlerdir?
Kur’anı Kerim’in Ehli Kitap ve ayrıca Tevrat ve İncil konulu ayetlerine genel olarak bakıldığında, ön plana çıkan kavramlardan biri “tasdik”tir. Bu itibarla Kur’an, kendisi ile önceki peygamberler ve kitaplar arasında tasdik ilişkisi kurmaktadır. Söz gelimi, Kur’an, müminlerden önceki peygamberlere ve kitaplara iman etmelerini kesin bir dille istemekte58, önceki kitapları tasdik ettiğini ısrarla belirtmektedir.
Öyle ki, Kur’an’da, Hz. Muhammed’e, “şayet sana indirdiklerimizden şüphen varsa, senden önce kitabı okuyanlara sor” diye tavsiyede bulunulmaktadır. Bir başka örnekte Hristiyanlardan İncil’e uymaları istenmektedir.61 Bu ve benzeri birçok ayetten açıkça anlaşıldığı gibi, Kur’an’ın önceki kitaplarla arasındaki tasdik ilişkisi önemli bir konudur. Peki, ama bu ilişki nasıl kurulmalıdır? İşte bu noktada da karşımıza bazen “tashih” ya da “tahrif ” gibi kavramlar çıkmaktadır.
Kur’anı Kerim, kitapları konusunda Yahudi ve Hristiyanlara bazı eleştiriler de yöneltmiştir. Bu çerçevede “Kendilerine kitap verdiklerimiz, onu (peygamberi) oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Onlardan birtakımı, doğrusu bile bile hakkı gizlerler.”62 cümleleri veya “Ey kitap ehli! Niçin hakkı batılla karıştırıyor ve bile bile gerçeği gizliyorsunuz?”63 ifadesi birçok örnek arasında iki ayettir. Kur’an’ın bu ve benzeri eleştirileri, İslam literatüründe ilk dönemlerden itibaren tahrif polemiği oluşturmuştur.
Bu disiplin kapsamında görüş belirten Müslüman yazarlardan bir kısmı Tevrat ve İncil’in (metin değil) yorumu itibarıyla tahrif olduklarını; diğer bir kısmı bu kitapların metinleri itibarıyla tahrif edildiklerini düşünmüşlerdir. Bu ikinci görüşü savunanların bazıları bu kitapların tamamen tahrif edildiklerini, bazıları ise kısmi bir tahriften söz edilebileceğini ileri sürmüşlerdir.64
Bu makalenin başından itibaren dört İncil metnine ilişkin verdiğim bilgiler veya bu hususta ulaştığım yargılar, bazı açılardan mevcut dört İncil metni ile Kur’an arasında, bazı açılardan ise yine dört İncil ile Kur’an’ın bize tanıttığı (ve Allah’ın Hz. İsa’ya indirdiği) İncil arasında birtakım çelişkiler bulunduğunu göstermektedir. Tarakçı, tam da konuya ilişkin isabetli bir değerlendirmesinde, söz konusu çelişkileri İncil’de (ve Tevrat’ta) metin tahrifatı yapıldığına kanıt olarak sunmuştur.
Ne var ki, Tarakçı’ya göre bu çelişkiler, Kur’an ile İnciller (ve Tevrat ve Zebur) arasında müşterek bazı mesajların bulunmasına da engel değildir. Nitekim Kur’an’ın önceki kitapları tasdik etmesi, işte bu ortak mesajlara yönelik tutumdur.65 Okur, daha kapsamlı bilgi ve yorumlarımı doğrudan bu konuyu ele alacak kitap çalışmamda bulabilecektir.
Öncelikle İncil hakkında doğrudan bilgiler veren ayetlere bakılırsa; İncil, Allah katından Hz. İsa’ya indirilmiş ve yine Allah tarafından ona öğretilmiştir.2 İncil, evvelce Hz. Musa’ya nazil olan Tevrat’ı (Tora) doğrulamış, yani tasdiklemiştir.3 O, yol gösterici ve öğüt niteliğinde, hidayet ve nur barındıran bir muhteviyata sahiptir.4 Allah’ın bazı vaat ve hükümleri (Tevrat’ta olduğu gibi) İncil’de de yer almıştır.5 İlahi dinin son peygamberi olan Hz. Muhammed, (Ahmed ismiyle) İncil’de (ve Hz. İsa tarafından da) müjdelenmiştir.6 Bu ayetlerden anlaşılan, İncil, Allah katından peygamberi Hz. İsa’ya nazil olan ve Hz. İsa tarafından insanlığa (daha doğrusu İsrailoğulları’na) tebliğ edilen ilahi vahyi ifade etmektedir.7 Böylece İncil, Kur’ani manasıyla bir vahiy külliyatıdır. Ayrıca bu külliyat, yine tıpkı Tevrat ve Kur’an gibi tekil yapıdadır; yani İncil bir tanedir.
İkinci olarak Kur’an, İncil hakkında dolaylı çıkarımlar yapılabilecek ayetler içermekte, temel prensipler ortaya koymaktadır. Bunlardan birkaç tanesi hatırlanacak olursa; İncil kesin olarak Allah merkezli bir öğreti ihtiva etmiştir. Zira Kur’an, Hz. İsa da dahil olmak üzere peygamberlerin insanlık ailesine sadece Allah’a kulluk edilip O’na tapılması gerektiğini vurgulayan teosentrik (Tanrı merkezli) bir mesaj tebliğ ettiklerini belirtmektedir.8 Bu itibarla Kur’an açısından Allah katında sadece bir tane ilahi din bulunmaktadır;9 tüm nebiler bu aynı dini, yani tam ifadesiyle İslam’ı tebliğ etmişlerdir.10 Öyleyse makul olan, Allah’ın Hz. İsa’ya inzal ettiği vahiyleri içeren İncil’in bu temel Kur’ani ilkelerle çelişmemesi, Kur’an ile İncil arasında temel konularda büyük farklar bulunmamasıdır.
Geleneksel (bugünkü) Hristiyanlık, kiliseye göre, “Tanrı Oğlu” ve “KurtarıcıMesih” gibi kristolojik unvanlarla tanımlanan İsa’yla özdeş ve onunla kökleşen bir inanç sistemidir. Pekâlâ bilindiği gibi Hristiyanlıkta, Yeni ve Eski Ahit’i oluşturan diğer metinlerle birlikte İncil(ler)’e (Müjde, εὐαγγέλιον) iman etmek esastır. Bu bağlamda Hristiyanlar, Yeni Ahit kitabında ilk dört metni oluşturan ve geleneksel şekilde Matta, Markos, Luka ve Yuhanna diye adlandırılan metinleri “doğru İncil(ler)” olarak görmüşlerdir. Zira kiliseye göre bu metinler, İsa döneminin tanıkları olan havariler (Matta, Yuhanna) ve öğrenciler (Markos, Luka) tarafından Kutsal Ruh’un esinlemesiyle kaleme alınmışlardır.
Bununla beraber İslam ve Hristiyanlık çerçevesinde, işte tam da buradan ciddi soru(n)lar yükselmektedir: Hristiyan dünyanın geleneksel dört İncil’i, Kur’an’ın yukarıda kısaca belirtilen ölçütlerini veya ilkelerini karşılamakta mıdır? Kur’an, Hz. İsa’ya nazil olan İncil’den bahsederken Yeni Ahit kitabındaki dört İncil’i mi kastetmektedir? Öyleyse, bu durum nasıl yorumlanmalıdır? Değilse, bu hususta ne gibi olasılıklar üzerinde durulmalıdır? Bu yazı, bu çerçevedeki soruları hem tarih araştırmalarından ulaşılan veriler hem de Kur’an’ın ve mevcut İncil metinlerinin temel teolojik kabulleri üzerinden tartışmak ve buradan muhtemel bazı yanıtlara ulaşmak amacı taşımaktadır. Ne var ki, burada mümkün mertebe özet bir sunum yapılacaktır ve bu özet, bu hususta hazırladığım kitap çalışmasının nüvesini teşkil etmektedir.
Kur’an’da, İncil’den bahsedilen tüm ayetlerde İncil’in tekil yapısı dikkat çekmektedir.11 Buna göre Allah, peygamberi olan Hz. İsa’ya vahyetmiştir; bu “vahiy külliyatı” Kur’an’da “İncil” diye isimlendirilmiştir. Dolayısıyla İncil (şu veya bu sayıda değil) “BİR” tanedir. Buna karşın Hristiyan dünyada erken yüzyıllardan bu yana “dört” İncil muteberdir. Üstelik yapıları itibarıyla bu dört İncil’i, Kur’an’ı oluşturan farklı sureler veya Tevrat’ın farklı bölümleri gibi düşünmek de imkânsızdır; çünkü İnciller, aynı mesajı ve olguyu farklı perspektiflerden ele alan ayrı yazarların başka karakterlerde inşa ettikleri metinlerdir. Ayrıca, miladi takvimin erken yüzyıllarına bakıldığında, İncillerin sayısını otuzlu, hatta kırklı sayılarla ifade etmek de kolaydır. Bazı veriler ışığında “İncil” kavramının Hristiyanlar arasında ilk dönemde “yazılı metin” anlamı taşımaması ise konunun önem taşıyan başka boyutunu oluşturmaktadır. Tüm bu hususlarda detaylara bakmak yararlı olacaktır.
Bugün birçok araştırmacı tarafından dile getirildiği gibi, miladi 2’nci yüzyıl sonlarından (yani Hz. İsa’dan bir buçuk yüzyıl sonraki bir tarihten) önce, hiçbir yerde ve hiçbir zaman İncillerin sayısının dört olduğuna ve bunların Matta, Markos, Luka ve Yuhanna isimlerini taşıdıklarına dair herhangi bir kayıt ve kanıt yoktur.12 Bunun gibi, ilk defa olarak Şehit Iustinus (İng. Justin Martyr, ö.165) tarafından 2’nci yüzyıl ortalarında “havarilerin hatıratı” diye tanımlanan (ve yine aynı şekilde Matta veya Yuhanna gibi hiçbir isimle özdeşleştirilmeyen) birtakım metinlere (İncil?) yapılmış belli belirsiz atıflara kadar, Hristiyan yazarların “İncil” (εὐαγγέλιον) ifadesini kullanırken “yazılı metin” kavramını kastedip etmedikleri de şüphelidir.13 Bu iki olguyu esas alarak, iki muhtemel sonuca ulaşmak mümkündür:
Tarsuslu Pavlus’un “İncil” ifadesini kullanırken bundan “yazılı metin” kastında bulunmadığı açıktır. Pavlus, “İncil” derken, “Mesih’in çarmıh üzerinde insanlığı asli günahtan aklayan ölümüne ve onun dirilip göğe çıkışına dair iyi haberi” kastetmiştir.14 Bir başka deyişle Pavlus, “İncil” tabirini insanlığa vaaz edilecek, duyurulacak “Mesih’e ilişkin haber” olarak anlamıştır.15 Bir sonraki aşamada, yani 1’inci yüzyıl sonunda ve 2’nci yüzyılın birinci yarısında, Romalı Clemens, Antakyalı Ignatius, PseudoBarnabas, Polykharpos veya “On İki Havari Doktrini” (Didakhé) denilen metnin meçhul yazarı gibi erken dönem kilise babaları da “İncil” adı altında yazılı metinlere tartışmaya yer bırakmayacak açıklıkla atıfta bulunmamışlardır.16 Anlaşıldığı kadarıyla onlar için de İncil, “Mesih’in çarmıhına dair iyi haberdir” ve bu haberin “İncil” olması için yazılı metin hüviyeti taşıması gerekmemektedir.
Birtakım metinler, 2’nci yüzyıl sonlarından önce, henüz Matta, Markos, Luka ve Yuhanna isimleriyle özdeşleştirilmiş de değillerdir; öyle olsa, herhâlde bu metinlere yapılmış açık atıflara rastlanırdı. Bu takdirde, aslında geçmişte bir zamanda meçhul yazarlar tarafından kaleme alınan bazı metinler, uzun süre anonim olarak elden ele dolaştıktan sonra, 2’nci yüzyılın ikinci yarısında İsa’nın havarilerinden Matta ve Yuhanna isimleriyle, ayrıca Yetmişler grubundan Markos’la ve Pavlus’un hekimi ve yoldaşı Luka’yla özdeşleştirilmeye başlanmışlardır. Nitekim bildiğimiz kadarıyla bunu açıkça yapan ilk yazar, 180’li yıllarda Lugdunum (Lyon) piskoposu Irenaeus’tur.
Yapılan modern araştırmalar, Pavlus’a ait mektupların (50’li yıllar) bugünkü dört İncil’den (70100 yılları) önceki tarihlerde yazıldığını kesin olarak kanıtlamaktadır.18 Bu nedenle Pavlus’un mektuplarında yazılı İncil metnine atıf yapılmaması şaşırtıcı değildir; Pavlus zamanında bugünkü İnciller henüz yazılmış değildir. Ne var ki Pavlus, “sözlü vaaz” (κήρυγμα, kérugma)19 addettiği İncil’in “bir tane” olduğunu da dile getirmiştir.20 Pavlus’a göre, yegâne doğru İncil kendisince vaaz edilendir ve bu yüzden yalnızca bir tane İncil vardır. Hâlbuki Pavlus, henüz kendisiyle aynı dönemde başka İnciller’in mevcudiyetini de bizzat ifade etmiştir.21 Üstelik bu İncil(ler), Pavlus’a göre, Pavlus’un bildirdiğine ters İncil(ler)’dir; yani bu İncil(ler)’in muhteviyatı başkadır.22 Bu itibarla aslında buradan da birçok soru(n) yükselmektedir.
Geleneksel kilise tarihinde en önemli şahsiyet olan Pavlus sadece bir İncil bulunduğunu söylemesine rağmen, bugünkü Yeni Ahit’te niçin dört ayrı İncil yer almaktadır? (Aşağıda da değineceğim gibi, Hristiyanlık geleneğinde bu sorunun yanıtı vardır)
Mevcut veriler ışığında, Havariler Çağı’ndan hemen sonraki aşamada, yani 2’nci yüzyılla birlikte Hristiyan dünyada “İncil” ismini taşıyan (veya sonradan İncil tabir edilen) birçok metnin mevcudiyeti de cabasıdır. O hâlde dört İncil, tüm bu metinler arasında ve Hz. İsa’dan çok zaman sonra, kilise ruhbanlarınca hangi ölçütlere dayanılarak “kanonik” sayılmışlar ve Yeni Ahit kitabına dâhil edilmişlerdir? Söz gelimi bugün “kanonik” görülen ve ismine Matta denilen metni havari Matta’nın yazdığının, ama “apokrif ” sayılan ve adına Petrus denilen İncil’i havari Petrus’un yazmadığının ölçütü ne olmuştur? Örneğin “kanonik” Yuhanna İncili’nin doğruları, “apokrif ” Ebionitler İncili’nin doğru olmayan bilgileri içerdiğinin kriteri neye göre belirlenmiştir? İşte bu ve benzeri birçok soru, eğer yanıtlar rasyonel temelde aranacaksa yanıtsızdır.
Yukarıda özet hâlinde verdiğim tüm bu tartışma zemininin konumuz bağlamında öne çıkardığı başlıca husus şöyledir: Hem Kur’an hem de Tarsuslu Pavlus yegâne İncil’e dikkat çekmişlerdir. Hâlbuki erken Hristiyanlıkta Pavlus döneminde (50’li ve 60’lı yıllar) biri kesin olarak “sözlü” olmak kaydıyla en az iki (belki daha çok) İncil, sonrasında (2’nci ve takip eden yüzyıllarda) onlarca (yazılı) İncil, zamanla şekillenen bugünkü geleneksel Hristiyanlıkta ise (yazılı) dört İncil bulunmaktadır. Peki, ama bu karmaşık yapının bize sunduğu resim, Kur’an’ın yukarıda altı çizilen ölçütüyle, yani “Allah tarafından Hz. İsa’ya indirilen İncil” prensibiyle uyumlu mudur?
Kur’an’a göre İncil, Allah katından Hz. İsa’ya indirilen ve onun tarafından tebliğ edilen ilahi vahyi ifade etmektedir. Bu tanıma (yani Kur’an’a) göre, bir külliyatın İncil sayılabilmesi için (başka birçok ölçütün yanında) gerekli başlıca koşullar şunlardır: İncil;
Allah tarafından Hz. İsa’ya indirilmiş olmalıdır,
Hz. İsa tarafından tebliğ edilmiş olmalıdır,
Kur’an’ın anladığı manasıyla ilahi vahiy niteliği taşımalıdır.
Şimdi, bu aşamada yeniden Hristiyan dünyanın İncil anlayışına dönelim; Pavlus’un yukarıda bahsi geçen yegâne İncil’ine ve ayrıca mevcut dört İncil’e bu ölçütler ışığında bakalım. Acaba bu takdirde Kur’an’ın tanımladığı İncil ile Hristiyan dünyanın İncil(ler)’i arasında ne gibi farklar ve benzerlikler kurulabilir?
Öncelikle belirtmek gerekir ki, Hristiyanlara göre İncil; Allah tarafından Hz. İsa’ya indirilmiş vahiy külliyatı değildir. Zira Hristiyanlıkta Mesih “ilahi” varlık kabul edilmektedir; o, Tanrı’nın üç ilahi şahsiyetinden biridir, yani aslında bizzat Tanrı’dır.24 O hâlde, Kur’ani manasıyla vahiy, yani Allah ile O’nun peygamberleri arasında yaşanan metafizik deneyim, Hz. İsa açısından söz konusu değildir. Bir başka deyişle Allah Hz. İsa’ya İncil’i indirmemiştir.
Hristiyanlara göre, İncil’i indiren (Kur’an’da tanıtılan İlah olarak) Allah değildir; İncil’in doğrudan muhatabı da (Kur’an’da tanıtılan peygamber) Hz. İsa olmamıştır. Hristiyan düşüncesinde İncil(ler), (geleneksel kiliseye göre Tanrı/ sal olan) Kutsal Ruh’un esinlemesiyle oluşturulmuş metinlerdir; muhatabı ise iki havari (Matta, Yuhanna) ve iki öğrencidir (Markos, Luka). oldukları iddiası yer almamaktadır. Tam tersine, aşağıda da göreceğimiz gibi, İncil yazarları kaleme aldıkları metinlerin “ne olduğu” sorusunu açıkça yanıtlamışlardır; bu yanıtta karşılaştığımız olgunun Kur’an’ın tanımladığı türden bir İncil ile ilgisi alabildiğine şüphelidir. Nitekim basit ve yüzeysel bir okumada bile, dört İncil’in ayrı bir yapı taşıdığı kolayca görülmektedir.
Anlaşıldığı kadarıyla hem Hristiyan anlayışında hem İncil yazarlarının düşüncesinde İncil(ler), Müslümanların anladığı manada ilahi vahiy niteliği taşımamaktadır. Nitekim Hristiyanların, Kur’an’da tanımlandığı şekliyle İncil’e inanmadıkları da vakıadır. Peki, Hristiyanlara göre İncil nedir? Yukarıda bu soruyu çok kısa yanıtlamıştım; burada bunu biraz daha açacağım.
Hristiyanlara göre İncil’in ne olduğu sorusunun yanıtı, hiç şüphesiz öncelikle Yeni Ahit kitabında aranmalıdır. Tarsuslu Pavlus, birçok araştırmacıya göre geleneksel Hristiyanlığın esas kurucusudur. Pavlus, Yeni Ahit kitabını fazlasıyla domine etmiş, Hristiyanlıkta bugün mevcut “İncil” anlayışını da şekillendirmiştir. Bu bağlamda Pavlus’un zihninde İncil, yukarıdaki Kur’ani ölçütlerden farklı olarak, Mesih hakkındaki “iyi haber”, yani “Müjde”dir.
Pavlus, “asli günah doktrini” diye bilinen teolojik tasavvur çerçevesinde, insanlığın Âdem’in cennetten kovulmasına sebep olan asli günahı Mesih öncesi tarihsel süreçte nesilden nesile tevarüs ettiği, bu nedenle her bireyin günahlı doğduğu ve tüm insanlığın başlangıçtan itibaren günahlı olduğu, Tanrı ile insanlık arasında bu günah yüzünden binlerce yıl küskünlük yaşandığı, Musa ve Tevrat vasıtasıyla gelen Yasa’nın (Şeriat) buna karşılık bir ceza teşkil ettiği, ancak merhametli Tanrı’nın sonunda insanlık ailesiyle barışabilmek adına kozmik bir program tasarladığı, bu doğrultuda kendisinden olan “Tanrı Oğlu” Mesih’i insan görünümünde dünyaya gönderdiği, Mesih’in insanlığı günahtan aklayabilmek amacıyla kendi canını ve kanını çarmıh üzerinde feda ettiği, dolayısıyla onun çarmıhtaki ölümünün kefaret ve kurtuluş anlamı taşıdığı teorisini ileri sürmüştür. Aslına bakılırsa, “asli günah doktrini” diye bilinen bu teori Kur’ani ölçütlerle hiçbir açıdan örtüşmediği gibi, Hz. İsa’nın tebliğ sürecindeki söz ve faaliyetleriyle de çelişmektedir; ama bunun detaylarına burada girmiyorum.
Her hâl ve kârda, bunun sonucu olarak Pavlus’a göre İncil (Müjde), Mesih’in çarmıha gerilip ölmesi ve ardından dirilip göğe yükselmesi sayesinde insanlık ailesinin kurtuluş, yani asli günahtan aklanma elde ettiğine dair iyi haberin ismidir. Mesih, işte bu yüzden “evrenin kurtarıcısı”dır (ὁ σωτὴρ τοῦ κόσμου)); o, insanlık ile Tanrı arasında ara bulucu rolü üstlenmiş ve ölümü ve dirilişiyle bunu başarmıştır. Dolayısıyla bu “iyi haber”i ihtiva eden bildirim (sözlü veya yazılı) İncil ismini taşımaktadır.26 Nihayet Mesih’le birlikte Tanrı, insanlık ile yeni bir ahit yapmıştır; tarihsel süreç böylece yeni bir evreye girmiştir.
Bu anlayışla bağlantılı şekilde Pavlus’un İncili “kristosentrik”tir; yani (Tanrı değil) Mesih merkezlidir: τῷ εὐαγγελίῳ τοῦ Υἱοῦ, “Oğul’un Müjdesi”. Pavlus’un soteriyoloji anlayışı ve İncil tasavvuru, onun beşer üstü statüye yücelttiği Mesih’i merkez öge yapmaktadır. Öyle ki, Pavlus’un İncili’nde, İsa’nın yaşamının, söz ve eylemlerinin, havarilerine verdiği derslerin, yani Kur’an’a göre Allah’ı vaaz eden beşer ve peygamber İsa’nın hemen hiçbir önemi yoktur.
Pavlus, kendisince yazılmış geniş bir mektup koleksiyonu boyunca, kendisinden bir süre önce tarih sahnesinden çekilmiş olan Hz. İsa’nın yaşamını, onun “Allah’ın elçisi” olarak rolünü, söz ve davranışlarını, birkaç küçük istisna dışında hiçbir zaman referans almamıştır. Fakat Pavlus, tüm dikkatleri Hz. İsa’nın nübüvvet sürecinden soyutlamış ve ilgiyi Mesih’in çarmıhı ve dirilişi faraziyesine yöneltmiştir. Pavlus, kendisinin dirilen ve göğe yükselen Mesih’in “seçilmiş elçisi” olduğunu ileri sürmüş, diğer âlemden kendisiyle bağlantıda olan “Tanrı Oğlu” Mesih adına konuştuğunu iddia etmiş ve bu çerçevede birtakım teoriler gündeme getirmiştir.
Bu anlatıma göre, Pavlus’un “İncil” kavramını Allah’ın Hz. İsa’ya indirdiği vahiy külliyatı gibi algıladığı söylenebilir mi? Elbette hayır! Bir defa Pavlus’a göre İncil’i vahyeden Allah değil, ölümden dirilen ve gayb âleminden Pavlus’la irtibat hâlinde bulunan İsa Mesih’tir; vahyin muhatabı ise Hz. İsa değil, fakat bizzat Pavlus’un kendisidir.27 Pavlus’a göre İncil, Mesih ile ilgili olup Pavlus tarafından duyurulan sözdür.28 Ona göre önemli olan, Mesih’in ölümü ve dirilişi haberidir ve buna gönülden inanmaktır: “Şayet Mesih (çarmıha gerildikten sonra dirilerek göğe) yükselmemişse, bu takdirde hem bizim vaazlarımız hem de sizin imanınız hükümsüzdür.”29 Nihayet yine Pavlus’a göre, işte bundan başka hiçbir İncil yoktur (daha doğrusu vardır, ama “gerçek İncil” değildir).30
Pavlus’un yukarıdaki iddialarına Kur’an penceresinden bakılırsa, bir beşer ve kul olan Hz. İsa’nın ölümü (ve dirilişi!?) sonrasında gayb âleminden insanlığı takip ve kontrol ettiği ve kendisine (Pavlus gibi yeni) elçiler seçip onlarla görüştüğü şeklindeki iddiaların Kur’an’dan onay alması imkânsızdır; Maide suresi (117), Hz. İsa’nın ölümü sonrasında dünyayla rabıtasının tümüyle kesildiğini ve onun dünyada ne olup bittiğine dair hiçbir bilgisinin bulunmadığını açıkça söylemektedir. Ancak bu tartışmaya da burada girmeyeceğim. Yukarıda görüldüğü gibi, Pavlus “İncil” konusunda Kur’an’dan farklı tanımlara ve açıklamalara sahiptir.
Pavlus, Galatya cemaatine yazdığı mektupta şu ifadeleri kullanmıştır: “Ben bu İncil’i insandan almadım, kimseden de öğrenmedim. Bunu bana İsa Mesih açıkladı.”31 Böylece, burada İncil’e dair Kur’ani ölçütün Pavlus tarafından dört açıdan farklı yorumlandığı görülmektedir. Bunları son defa hatırlayalım:
Vahiy ekseninde Kur’an’ın Hz. İsa’ya verdiği rol, Pavlus tarafından kendisine biçilmiştir; zira vahyin muhatabı (Hz. İsa değil) Pavlus’tur.
Kur’an’ın (tüm peygamberler bağlamında) vahyin kaynağı olarak Allah’a dikkat çeken yaklaşımı Pavlusçu tefsirde farklı izah edilmiştir; çünkü Pavlusçu açıklamada vahyin kaynağı Allah değil Mesih’tir. Burada şu husus önemlidir: Geleneksel Hristiyanlığa mensup müminler açısından bu açıklamada sorun yoktur. Zira Hristiyan inancında Mesih ile Allah’ın aynı ve bir oldukları ileri sürülmektedir; yani vahyin kaynağı (Allah da olsa Mesih de olsa) aynı ve birdir. Ne var ki bu iddia İslam ve Kur’an açısından kesinlikle sorunludur.
Kur’an’ın peygamberlerin misyonuna atfen gündeme getirdiği tevhit merkezli tebliğ mefhumu da Pavlus’un “İncil” tanımında zarar görmektedir. Örneğin Maide suresinde (117) Hz. İsa’nın ağzından şöyle söylenmektedir:
Ben, onlara bana emrettiklerinin dışında hiçbir şeyi söylemedim. (O da şuydu:) Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin. Onların içinde kaldığım sürece, ben onların üzerinde bir şahidim. Benim (dünya) hayatıma son verdiğinde, üzerlerindeki gözetleyici Sendin. Sen her şeyin üzerine şahit olansın.
Ayrıca yine Kur’an’da tüm peygamberlere atfen Ali İmran suresinde (79) şöyle bir ayet bulunmaktadır:
Beşerden hiç kimsenin, Allah kendisine kitabı, hükmü ve peygamberliği verdikten sonra insanlara: “Allah’ı bırakıp bana kulluk edin” deme (hakkı ve yetki)si yoktur. Fakat o, “Öğrettiğiniz ve ders verdiğiniz kitaba göre Rabbaniler olunuz” (deme görevindedir.)
Bu iki ayet hem tüm peygamberlerin hem Hz. İsa’nın Allah merkezli, yani tevhit esaslı bir mesaj tebliğ ettiklerini açıkça belirtmektedir. Öyleyse Pavlus’un “Mesih merkezli” İncil’i bu çerçevede nereye oturmaktadır? Pavlus’a göre İncil, Mesih’le ilgilidir; esas olan da Mesih’le ilgili sözün yayılmasıdır.32 Pavlus’un “İncil” diye tanıttığı, Allah’ın yaşamı sırasında İsa’ya inzal ettiği ayetleri değil, “Tanrı Oğlu” İsaMesih’tir.33 Pavlus, İncil kavramını çarmıha bağlı kurtuluş çerçevesinde ele almıştır ve bu yüzden de onun İncil’i Mesih’e dairdir; yani Mesih’in çarmıha gerilişinin insanlığa getirdiği “iyi haber”dir (Müjde).
Hristiyanlığın vahiy anlayışı Mesih özelinde Kur’an’dan farklıdır. Bu bağlamda, Mesih’in geleneksel Hristiyanlık inancında “ilah” kabul edildiği hatırlanmalıdır. Dolayısıyla Hristiyanlıkta Hz. İsa’ya vahyedilmesi gibi bir durum söz konusu olmayıp, uluhiyetin Meryem’den doğan şahısta tezahürü esastır; yani vahyin kendisi bizzat İsa’dır. Yazılı dört İncil’e gelince, bu metinler de Kur’ani manada vahiy değildir; fakat bizzat ilahi bir varlık olarak Kutsal Ruh’un esinlemesiyle oluşturulmuş metinlerdir.34 Öyleyse burada esinlenmiş metinlerin (İncillerin) vahyi (Mesih) tanımlaması gibi bir olgu karşımızdadır ki, zaten Hristiyanlıkta Hz. İsa’nın bir İncil yazdığı veya yazdırdığı gibi bir düşünceye de yer yoktur.35
Dört İncil, yukarıda ilk planda verilen Kur’ani ölçütleri değil, fakat geleneksel Hristiyanlığın Pavlus merkezli ölçütlerini karşılayan metinlerdir. Bu itibarla mevcut dört İncil, tam olarak Pavlusçu açıklamaya uygun kaleme alınmış çarmıh öyküleridir (İncillerin Pavlus sonrasında yazıldığını hatırlayalım).
Bu nedenle dört İncil, Mesih’le ilgili metinlerdir. Hatta bunun böyle olduğu İncil yazarlarınca da dile getirilmiştir. Örneğin İncillerin ilki olan Markos’un meçhul yazarı, bu hakikati henüz birinci cümlesinde ifade etmiştir: “Tanrı’nın Oğlu İsa Mesih’le ilgili İncil’in başlangıcı”. Vazıh surette ortadadır ki, bir metin kaleme alırken Markos yazarının zihninde Allah’ın Hz. İsa’ya nazil olan ayetlerini kayda geçirmek gibi bir endişe yoktur; çünkü bu yazarın zihninde böyle bir mefhum yoktur. O, tıpkı diğer İncil yazarları gibi Pavlusçu bir müelliftir; Pavlus’tan sonraki bir tarihte, İncil hakkındaki Pavlusçu tanımlamayı esas alarak Hz. İsa’nın çarmıha gerilişini ve onun çarmıha uzanan yaşam öyküsünü “iyi haber” olarak sunmayı dilemiştir.
Çünkü Markos’un yazdığı İncil, bizzat kendisine göre “Tanrı Oğlu Mesih’le” ilgilidir. Bu yargı diğer İncil yazarları için de aynen geçerlidir. Bu itibarla dört İncil, Hz. İsa’nın tarih sahnesinden çekilmesinden ve Pavlus’un Hristiyan dünyayı domine etmeye başlamasından bir süre sonra, “Tanrı Oğlu” Mesih’in mucizelerle dolu bir yaşamın ardından çarmıha gerilerek öldürüldüğü, sonrasında dirilip göğe yükseldiği ve bunun da insanlığa “kurtuluş” getirdiği düşüncesini uyandırma amacı taşıyan meçhul yazarlarca kaleme alınmış anonim metinlerdir.
Kısaca, mevcut İncillerden yansıyan basitçe ve açıkça Pavlusçu “kurtuluş” formülüdür.
Son olarak bu aşamada evvelki bir soruyu daha kesin şekilde yanıtlamak istiyorum: Pavlus bir İncil’den bahsederken niçin yazılı dört İncil metni mevcuttur? Geleneksel Hristiyanlıkta bu soruya verilen yanıt da aslında (Kur’an’la değil ama Pavlus’un tanımıyla örtüşen) bir tane İncil bulunduğu ve bu bir İncil’in dört farklı tanıklık kanalıyla sonraki nesillere nakledildiğidir. Yani İncil aslında yegânedir; Mesih’le ilgilidir; ama farklı yazarlar Kutsal Ruh’un esinlemesiyle bunu kendi pencerelerinden tasvir etmişlerdir. Bu yüzdendir ki, söz konusu İncillerin Antik Çağ’daki özgün isimleri aslında “Matta’ya Göre İncil”, “Markos’a Göre İncil”... şeklindedir; fakat bu kullanım zamanla “Matta İncili”... biçimine evrilmiştir.36 Böylece, yukarıdaki tüm bu hususlar göz önüne alındığında, Pavlusçu tefsiri ihtiva eden dört İncil’in Kur’ani ölçütleri karşıladığını söylemek oldukça neredeyse imkânsızdır.
İnsanlara ait söz ve ifadelerin Allah’ın ayetlerinden kesin olarak ayrılması zarureti, Kur’an’da bazen Ehli Kitap’la ilişkili biçimde vurgulanmıştır. Örneğin, kendi elleriyle yazdıklarını Allah katından gelmiş gibi gösterenler şiddetli eleştirilmişlerdir:
Elleriyle kitap yazıp sonra onu az bir bedel karşılığında satmak için, “Bu Allah’ın katındandır” diyenlere yazıklar olsun! Elleriyle yazdıkları yüzünden vay haline onların! Ve yapıp ettikleri yüzünden vay haline onların!”
Burada, metinlerin “ilahi” ve/veya “beşerî” arka planına işaret edilmekte, ilahi olan ile beşerî olanı karıştırmamanın önemine dikkat çekilmektedir. Öyle ki, Müslümanların gözünde Kur’anı Kerim’i eşsiz statüye yücelten anlayış bu inançtan neşet etmektedir. Bu bağlamda İslam inancında Kur’an insanlardan değil Allah’tan gelmiştir; bugüne kadar Hz. Muhammed’e nazil olduğu şekliyle korunarak ulaşmıştır:
Hiç kuşkusuz, o zikiri/Kur’an’ı biz indirdik, biz; her hâl ve şartta onu muhakkak koruyacak olan da biziz!
Peki, mevcut dört İncil metnine bu Kur’ani ölçütler özelinde bakıldığında karşımıza çıkan manzara nedir?
Dört İncil, tıpkı Kur’an gibi Allah’tan gelen vahiylerin toplandığı kitaplar mıdır; yoksa İncil yazarları bu hususta başka izahlar mı yapmışlardır?
Bu İnciller, ilk defa yazılmalarından sonraki süreçte hiçbir tahrifata uğramadan, ilk hâlleriyle günümüze ulaşmışlar mıdır?
Aslında bu soruların ilkini yukarıda, İncil’in Hristiyan dünyada ne anlama geldiğini tartışırken kısmen yanıtlamıştım. Bu nedenle burada soruyu ve konuyu daha farklı bir yönüyle ele almak istiyorum: Acaba dört İncil’i kaleme alan yazarlar, metinlerini nasıl oluşturdukları konusunda, yani metinlerinin kaynağı hakkında bilgi vermişler midir? Eğer öyleyse bu bilgi(ler), Allah ile O’nun peygamberleri arasındaki “ilahi vahiy” deneyimine dair Kur’ani ölçütleri karşılamakta mıdır? Bu aşamada Luka İncili’ne dönelim ve başlangıç pasajına bakalım:
Birçokları, başlangıçtan itibaren tanık ve sözün hizmetkârı olanlar tarafından bizlere iletilen şekliyle, aramızda olup biten şeylere ilişkin bir hikâye anlatımı kaleme alma teşebbüsünde bulundular. Bütün bunları en başından özenle araştıran biri olarak sana sırasıyla yazmak bana da cazip geldi, ey en yüce Teofilos!39
Yukarıdaki pasaj mevcut Luka İncili’nin başlangıç cümlelerini oluşturur. Metnin (İncil?) yazarı, bugün “İncil” tabir edilen metinlerin oluşturulması sürecinde üç aşamalı bir arka plan bulunduğuna dikkat çekmiştir. Birinci aşama “sözlü rivayet” dönemidir; çünkü Luka’nın yazarı “tanık” veya “sözün hizmetkârı” diye tanımladığı insanların bazı rivayetleri şifahi olarak taşıyıp ilettiklerini belirtmiştir. İkinci aşama sözlü rivayetlerin (Luka İncili yazarınca da yapıldığı gibi) yazılı metinlere dönüştürüldükleri evredir.
Dikkate şayandır ki, Luka’nın yazarı, sadece kendisinin değil, birçok başka kişinin de geçmiş hadiselere ilişkin öyküler (İncil?) yazdıklarını söylemiştir. Üçüncü aşama ise bu sürecin tamamlanması sonucu bugün ismine “İncil” denilen ve sonradan kilise tarafından “kanonik” ve “apokrif ” diye tanımlanarak tasnif edilen birçok metnin ortaya çıkışıdır. Bu aşama Luka yazarınca bahis konusu edilmese de, metnin oluşturulması sonrasında böyle bir tarihsel sürecin yaşandığı bilinmektedir.
Luka yazarının yukarıdaki pasajından birçok mühim yargıya ulaşmak mümkündür. Ama burada daha ziyade konumuz bağlamında birkaç olgunun altını çizmekle yetineceğim. Luka İncili’nin yazarına göre,
Bugün “Luka İncili” denilen metin aslında tarih anlatısıdır. Çünkü bizzat metnin yazarı, geçmişte yaşanan hadiseleri kaleme aldığını, yani açıkça tarih yazdığını doğrudan ve vazıh surette ifade etmiştir.
Luka İncili’nin yazarı, kaleme aldığı bu metnin kaynağı olarak Allah’a veya İsa’ya ya da Kutsal Ruh’a yahut da başka bir ilahi kaynağa dikkat çekmemiştir; Allah’ın Hz. İsa’ya nazil olan ayetlerini yazdığı gibi hiçbir iddiada da bulunmamıştır. Nitekim böyle bir iddia hiçbir İncil metninde geçmemektedir. Bunlar hakikaten can alıcı hususlardır: Eğer herhangi bir İncil yazarı, kendi metnini yazarken Allah’ın Hz. İsa’ya indirdiği vahiy külliyatını kayıt altına alma amacı taşısa, yani Kur’ani manasıyla bir “vahiy kitabı” oluşturma gayesi gütse, onun bu yönde hiçbir bilgi vermeyip üstüne bir de anlatılardan hareketle “tarih” metni derlediğini söylemesi hangi makul gerekçeyle açıklanabilirdi? Tam tersine, Luka’nın yazarı açıkça Kur’ani manada bir vahiy kitabı oluşturma endişesi hissetmemiştir; kaleme aldığı metnin kaynağı olarak hiçbir ilahi kaynağa atıf da yapmamıştır. O, samimi bir ifadeyle, geçmişi yapabildiği ölçüde araştırdığını, bunun ardından da kendisine anlatılanları (yani duyduğu rivayetleri) kayda geçirdiğini söylemiştir.
Üstelik burada altı mutlaka çizilmesi gereken başka bir husus da vardır: Luka’nın yazarı, kendi metnini diğer metinlere nazaran özel ve ayrı bir statüye de koymamıştır. Ona göre, tıpkı kendisi gibi başka birçokları da geçmiş hadiseleri araştırıp sorgulayarak Hz. İsa veya Havariler Çağı hakkında öyküler, yani tarih anlatıları (İncil!?) oluşturmuşlardır; ama bunca anlatı arasında Luka metnini (veya herhangi başka bir metni) özel veya kutsal bir yere koymak (ve diğerlerini beşerî metinler gibi görürken Luka’yı ilahi metin addetmek) için sebep gösterilmemiştir.
Peki, yukarıda Luka yazarından öğrendiklerimiz, “İncil” hakkında Kur’an’dan bize ulaşan bilgilerle uyumlu mudur? Bu soruya “evet” demek neredeyse imkânsızdır. Daha da ilginç olan; Luka’nın ifadesi, onun metninin Hz. İsa’dan çok zaman sonra kaleme alındığı gerçeğini de gözler önüne sermektedir. Luka’nın yazarı, Hz. İsa döneminde yaşayan bir tanık olmadığını dolaylı olarak dile getirmiştir; çünkü o, tarih yazmış ve bunu yaparken tüm tarihçiler gibi beşerî kaynaklara dayanma zarureti hissetmiştir.
Meselenin başka boyutu “tahrifat” konusudur. Yukarıda gördüğümüz gibi, Kur’an, Allah katından indirilmiş bir kitap olduğu ve Allah’ın koruması altında bulunduğu bilgisini bizzat ifade eden bir metindir. Acaba bu hususta mevcut dört İncil özelinde ne söylenebilir? İnciller, bugüne kadar, kaleme alındıkları ilk hâlleriyle ulaşmışlar mıdır? Yoksa bunlar tahrif mi edilmişlerdir?
Bilim dünyasında yapılan modern araştırmalar, mevcut dört İncil’in tarihsel süreçte birçok aşamada çeşitli biçimlerde ve hem metin hem mânâ itibarıyla tahrif edildikleri gerçeğini kanıtlamaktadır. Bu itibarla Kitabı Mukaddes kritiği kapsamında metin kritiği ve tarihsel kritik gibi başlıklar altında geliştirilen yöntemler ya da sinoptik karşılaştırma kabilinden okumalar, dört İncil metnindeki bozulmaları ifşa etmektedir. Bu araştırmalarda, söz gelimi müstensihlerin, redaktörlerin veya tercümanların İncil metinlerine veya bu metinlerin arka planını oluşturan yazılısözlü kaynaklara yönelik bilinçli veya bilinçsiz müdahaleleri anlaşılır kılınmaktadır. Üstelik dört İncil metninin bir yanda ciddi maddi hatalar, diğer yanda özellikle birbirleriyle karşılaştırıldıklarında uzlaştırılamaz çelişkiler içerdikleri bilinen bir husustur.
Antik Çağ kaynakları, tüm bu hususların aslında çok eski tarihlerden itibaren tartışıldığını göstermektedir. Örneğin diğer dinlerin mensupları İncillere şiddetli eleştiriler yöneltmişlerdir; hatta Hristiyan entelektüel bile hem İncilleri savunmaya çalışmışlar hem bazen bu metinlerdeki hata ve çelişkileri bizzat dile getirmişlerdir.41 Tüm bu tartışma zemininde hatırlanması gereken bir olgu da şudur: İncillerin tahrifatına yönelik söylem, Allah’ın Hz. İsa’ya nazil olan ayetlerine değil, fakat Pavlusçu yazarlarca kaleme alınan ve çarmıh öğretisini kurtuluş formülü gibi sunan mevcut dört İncil’e yöneliktir.
Kur’an’da, Hz. İsa hakkında birçok tanım ve açıklama ortaya konulmuştur. Hz. İsa’nın diğer insanlar gibi beşer vasfı taşıdığı, son(raki) peygamberi müjdelediği veya çarmıhta öl(dürül) mediği, bu izahlar arasında öne çıkanlardandır. Bunlar gerçekten hayati ölçüde önemli tespitlerdir; çünkü geleneksel Hristiyanlığın zeminini oluşturan tüm kabuller, bu tespitler kanalıyla çürüyüp gitmektedir.
Hz. İsa’nın Kur’an’da “beşer”, yani herkes gibi “insan” olarak tanıtılması, Mesihçi bir inanç sistemi olan geleneksel Hristiyanlığı henüz ilk anda çürüten bir izahtır. Zira teslis itikadı, Mesih’i “ilahi ousia’yı oluşturan üç hypostasisten biri (ikincisi)” tabir etmekle, onu Allah yapmış olmanın teolojik ifadesidir. İznik (325)İstanbul (381) konsilleri sürecinde kilise tarafından Mesih’e resmî şekilde biçilen bu yüce kristolojik statü, bugünkü geleneksel Hristiyanlığın temelidir. Bir başka deyişle, Mesih’in beşer addedilmesi ve sadece insan mertebesine indirilmesi, Hristiyanlığın sonu demektir.
Kur’an’a göre İsa, kendisinden sonraki Ahmed peygamberi müjdeleyen bir misyonun temsilcisidir. Hâlbuki geleneksel Hristiyanlık düşüncesinde o, tüm “insanlığın kurtarıcısı”dır. Kur’an’ın ve Hristiyanlığın bu farklı açıklamalarını müşterekte buluşturmak imkân dâhilinde midir? Elbette hayır! Çünkü Hz. İsa’nın Hz. Muhammed’i müjdelediğinin kabul edilmesi, Mesih’in Hristiyanlıktaki merkezî rolünün ve yüce kristolojik statüsünün açıkça ve doğrudan yıkılması anlamına gelecektir. Üstelik Hz. İsa’nın Hz. Muhammed’i müjdelediğini ikrar etmek tüm Kur’ani ilkelere imanı da zaruri kılacağından, bu takdirde Hristiyanlığın sadece Mesih’e yönelik kristolojik iddiaları değil, fakat birçok başka umdesi de çökecektir.
Kur’an’a göre Hz. İsa çarmıhta ölmemiştir. Yine Kur’an’a göre Hz. İsa, düşmanlarının elinde herhangi başka bir biçimde de can vermemiştir. Fakat o, Allah’ın takdir ettiği (ve bizim bilmediğimiz) bir zamanda eceliyle vefat etmiştir. Üstelik Kur’an, Hz. İsa’nın “dirilişi” ve “dünya üzerinde kontrolü sürdürdüğü” temalı Pavlusçu iddiayı da reddetmektedir (krş. Maide suresi 117). Peki, bu Kur’ani izahların geleneksel kilise taraftarlarınca kabulü ne anlama gelir? Bu soruyu yanıtlamak kolaydır: Hz. İsa’nın çarmıhta ölmediği ve sonrasında da dirilmediği düşüncesi, geleneksel (yani Pavlusçu, bugünkü) Hristiyanlığın kesin olarak sonu demektir. Çünkü bu durumda Hristiyanlığın temelini oluşturan Pavlusçu kurtuluş öğretisi tümüyle atıl kalacaktır. Şimdi, bu üç maddeyi biraz daha detaylı ele alalım.
Yukarıdaki birkaç örnek bile açıkça göstermektedir ki, Kur’anı Kerim, Pavlusçu (geleneksel) Hristiyanlığı, hem de onu ayrı ve bağımsız bir din hâline dönüştüren en başat prensipleri üzerinden (doğrudan veya dolaylı) eleştirip reddetmektedir. Bu durumda sorulacak temel soru şudur: Dört İncil (hatta tüm Yeni Ahit kitabı), Hz. İsa’yı tanımlar ve ona ilişkin bilgiler verirken, Kur’ani ilkelere mi yakın durmaktadır, yoksa Pavlusçu (geleneksel) Hristiyanlığın Kur’ani ölçütlerle çelişen görüşlerine zemin mi oluşturmaktadır? Daha doğrusu, İncilleri kaleme alan meçhul yazarları bu bağlamda nereye yerleştirmek daha doğru olur?
Yeni Ahit’te yer alan birçok rivayet geleneğine göre Hz. İsa beşerdir; yani herkes gibi bir insandır. Ancak öte yandan dört İncil metni ve tüm Yeni Ahit kitabı, Mesih’in beşer üstü bir varlık olduğunu ileri süren rivayetler de içermişlerdir. Hatta denilebilir ki, sözü geçen metinlerin kaleme alınma sebebi zaten bu iddiayı gündeme getirip benimsetmektir. Bu itibarla, 2’nci yüzyılla birlikte sivrilmeye başlayan ve 4’üncü yüzyılda resmî mahiyet kazanan geleneksel teslis inancını Yeni Ahit’le kökleştirmek belki güçtür; ama hem İncillerin hem de Yeni Ahit’teki diğer metinlerin İsa’yı insanüstü statüye yücelten birçok pasaj içerdikleri de vakıadır. Şimdi bu doğrultuda önce Pavlus’un mektuplarını, sonra İncil metinlerini ve hatta diğer Yeni Ahit metinlerinden bazılarını inceleyelim.
Yeni Ahit, Pavlus tarafından yazıldığı kabul edilen on üç mektup içermektedir. Araştırmacılara göre bu mektuplardan bir kısmı özgündür; yani gerçekten de Pavlus tarafından kaleme alınmıştır. Bir kısım mektup ise pseudo niteliği taşımaktadır; yani aslında meçhul yazarlarca oluşturulmuş mektuplar Pavlus’a atfedilmişlerdir. Bu tartışma bu yazının amacı olmadığından ve her hâl ve kârda iki grup mektup da bugün Yeni Ahit’te yer aldığından, Pavlus adını taşıyan bu mektuplar arasında burada ayrım yapmayacağım. Söz konusu mektup koleksiyonunda yer alan bazı pasajlar, Mesih’in beşer üstü bir varlık olduğu iddiasını açıkça yansıtmaktadır. Bu itibarla örneğin, Mesih’in Tanrı suretinde olduğu (ὃς ἐν μορφῇ Θεοῦ ὑπάρχων); Tanrı’ya eşit olduğu (τὸ εἶναι ἴσα Θεῷ), hatta bizzat Tanrı olduğu (ὁ ὢν ἐπὶ πάντων Θεὸς), ileri sürülen Pavlusçu iddialar arasındadır.42 Söz gelimi Titus ismini taşıyan mektupta (2:13)
Mesih, “Yüce Tanrı” (μεγάλου Θεοῦ) ifadesiyle tanımlanmıştır. İbraniler adlı mektupta (1:8), yine Mesih için “Tanrı” (Θεὸς) sözcüğü kullanılmıştır. Bunun yanı sıra Pavlus, Mesih’in zaman veya mekân gibi insanlara has ölçütlerle sınırlandırılmasına da karşı çıkmıştır. Zira ona göre Mesih, başlangıçtan itibaren vardır (preexistence); o, göksel bir varlıktır, ama insan benzeyişinde ve insanlığın günahına kefaret olmak üzere dünyaya gelmiştir.43
Dört İncil metnine bakıldığında, istisna durumlarda Sinoptik İncillerde (Matta, Markos, Luka), fakat umumiyetle Yuhanna İncili’nde Mesih’i beşer üstü statüye yücelten pasaj ve ifadelerle karşılaşmak mümkündür. Bu bağlamda bilhassa Yuhanna İncili’nde İsa’nın yüksek bir kristolojik değerde sunulduğu hemen tüm uzmanlarca bilinen bir gerçektir.
Bu İncil’de, İsa’nın kendisini Tanrı’yla eşit tuttuğu, beşer gibi doğmayıp başlangıçtan itibaren var olduğu (preexistence), insanlığı yargılama yetkisini elinde bulundurduğu, günahları bağışlayabildiği, gökte ve yerde tüm yetkiyi haiz olduğu, dua ve dilekleri kabul ettiği, hatta bizzat tapım gördüğü yargılarına ulaştıran bir hayli cümle ve ifade bulunmaktadır.44 Sinoptik İncillerdeki birtakım pasajlarda da buna benzer birtakım ibareler yer almaktadır.45 Yeni Ahit’in diğer bazı metinlerinde ise İsa’nın başlangıç/ilk ve son olduğu iddia edilmiş, onun her şeyin yaratıcısı sıfatı taşıdığı ileri sürülmüştür.46 Nihayet, Yeni Ahit’teki bazı pasajlar İsa’nın doğrudan Tanrı olduğu savını yansıtmışlardır.
Ayrıca, yine Yeni Ahit’te İsa’ya nispetle zikredilen ό υἱὸς τοῦ Θεοῦ (Tanrı Oğlu) ve ό κύριος (Efendi/Rab) gibi standart kristolojik unvanların da Yeni Ahit yazarlarınca yer yer ilahi anlam yüklenerek kullanıldıkları anlaşılmaktadır.48 Peki, yukarıda bahsi geçen tüm bu pasajların Kur’an’dan onay alması makul olabilir mi? Elbette hayır!
Hz. İsa’ya nazil olan ilahi vahyi (İncil) Kur’ani veriler ışığında tanıyan birisinin, mevcut dört İncil metninde Ahmed adlı peygamberi araması herhâlde doğaldır.49 O hâlde karşımıza çıkan esas soru şudur: Mevcut dört İncil metni böyle bir son peygamberi müjdelemekte midir? Görünüşe göre, bu soruya verilebilecek sadece bir tane yanıt vardır: Hayır! Öncelikle; İncil metinlerinde, hiç değilse ilk bakışta böyle bir bilgi geçmemektedir.
Nitekim Hz. muhammed sonrası dönemde Hristiyanlığın sözcüleri tam olarak bu görüşü yansıtmışlar; onlar ellerindeki kutsal yazılarda böyle bir müjde bulunmadığını ısrarla ileri sürmüşlerdir.50 İkinci olarak; bazı Yeni Ahit metinleri, Hz. İsa sonrasında gelecek büyük bir peygamberden ziyade henüz 1’nci yüzyılın ikinci yarısında, yani Havariler Çağı’nda birçok peygamberin varlığından dem vurmuşlardır. Burada şu husus önemlidir ki, bu metinlere göre söz konusu bu peygamberler sahte değil gerçek peygamberlerdir.51 Üçüncü olarak; “İncil’de Ahmed’in müjdelenmesi” konusunda bilhassa Müslümanlar tarafından başka görüşler de savunulmuştur.
Örneğin Yuhanna İncili’nde geçen παράκλητος (Parakletos) sözcüğünün52 son peygamber Hz. Muhammed’e işaret ettiği53 veya dört İncil’in Yunanca yazılması gerçeğinden hareketle, Hz. İsa döneminde onun kendi diliyle (Aramice) ifade ettiği bu gerçeğin dört İncil’de (Yunanca) anlamı kaybolmuş biçimde Εὐδοκία (Eudokía) kabilinden başka sözcüklerde aranması gerektiği söylenmiştir.
Bu ve benzeri teoriler elbette konuşulmalıdır; hatta bilhassa üçüncü maddede belirtilen olasılıkların doğru olma ihtimalleri de yadsınmamalıdır. Ancak burada şunu belirtmek gerekir ki, dört İncil’de (eğer gerçekten de yok ise) Ahmed isimli peygamberin bulunmayışı ya da Havariler Çağı’nda pek çok peygamberin mevcudiyeti iddiası Kur’ani ölçülerle uyuşmamaktadır; son olasılıktaki gibi bu müjdenin Yunanca birtakım sözcüklerin arkasında bulanıklaştığı iddiaları ise (eğer bu iddialar doğruysa) İncil metinlerindeki tahrifata işaret etmektedir.
Kur’an’a göre Hz. İsa kesin olarak öldürülmemiştir;55 fakat o eceliyle ölmüştür.56 Kur’an’a göre, Hz. İsa’nın ölmesi kefaret veya aklanma yahut kurtuluş kabilinden hiçbir anlam da taşımamaktadır; yani onun ölümünü diğer insanlardan farklı kılan kozmik bir program dâhilinde tefsir etmeye lüzum yoktur. Maide suresinin 116 ve 117’nci ayetleri mealen şöyledir:
Allah, “Ey Meryem oğlu İsa! İnsanlara sen mi ‘Allah’ın dışında beni ve annemi birer tanrı kabul edin’ dedin?” buyurduğu zaman, o şu cevabı verir: “Haşa! Seni tenzih ederim. Hakkım olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz. Hem ben söyleseydim şüphesiz sen onu bilirdin. Sen benim içimdekini bilirsin, ama ben senin zatında olanı bilmem. Gizlileri tam olarak bilen yalnız sensin.” Ben onlara bana emrettiklerinin dışında hiçbir şeyi söylemedim. (O da şuydu:) Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin. Onların içinde kaldığım sürece, ben onların üzerinde bir şahidim. Benim (dünya) hayatıma son verdiğinde, üzerlerindeki gözetleyici Sendin. Sen her şeyin üzerine şahit olansın.
Yukarıdaki ayetlerden dinler tarihi alanına yönelik son derece önemli birçok çıkarım yapmak mümkündür. Ancak sadece konu bağlamında bir yargı üzerinde durmak gerekirse, söz konusu ayetlere göre Hz. İsa öldükten sonra onun dünyayla tüm irtibatı kesilmiştir. Zira yukarıda bu gerçek bizzat İsa’nın ağzından nakledilmektedir: “Onların içinde kaldığım sürece, ben onların üzerinde bir şahidim. Benim (dünya) hayatıma son verdiğinde, üzerlerindeki gözetleyici sendin.” Bu durum birinci olarak Pavlus’un kendisine yönelik tüm iddialarını ilk anda çürütmektedir.
Çünkü Pavlus, ölmesine rağmen dirilen ve bunun ardından dünya üzerinde hâlâ kontrolü ve yetkiyi elinde bulunduran Mesih tarafından seçilerek yetkilendirildiği iddiasıyla sahneye çıkmıştır. İkinci olarak; Pavlusçu kurtuluş formülü de böylece yalanlanmış olmaktadır. Zira Pavlus’a göre kurtuluşun yegâne yolu Mesih’in ölümden dirildiğine ilişkin inançtır.57 Peki, Kur’an’a göre kurtuluşun yolu Mesih’in dirilişine iman etmek midir? O hâlde, Yeni Ahit metinleri niçin bu iddiayı içermişlerdir?
Kur’anı Kerim’in Ehli Kitap ve ayrıca Tevrat ve İncil konulu ayetlerine genel olarak bakıldığında, ön plana çıkan kavramlardan biri “tasdik”tir. Bu itibarla Kur’an, kendisi ile önceki peygamberler ve kitaplar arasında tasdik ilişkisi kurmaktadır. Söz gelimi, Kur’an, müminlerden önceki peygamberlere ve kitaplara iman etmelerini kesin bir dille istemekte58, önceki kitapları tasdik ettiğini ısrarla belirtmektedir.
Öyle ki, Kur’an’da, Hz. Muhammed’e, “şayet sana indirdiklerimizden şüphen varsa, senden önce kitabı okuyanlara sor” diye tavsiyede bulunulmaktadır. Bir başka örnekte Hristiyanlardan İncil’e uymaları istenmektedir.61 Bu ve benzeri birçok ayetten açıkça anlaşıldığı gibi, Kur’an’ın önceki kitaplarla arasındaki tasdik ilişkisi önemli bir konudur. Peki, ama bu ilişki nasıl kurulmalıdır? İşte bu noktada da karşımıza bazen “tashih” ya da “tahrif ” gibi kavramlar çıkmaktadır.
Kur’anı Kerim, kitapları konusunda Yahudi ve Hristiyanlara bazı eleştiriler de yöneltmiştir. Bu çerçevede “Kendilerine kitap verdiklerimiz, onu (peygamberi) oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Onlardan birtakımı, doğrusu bile bile hakkı gizlerler.”62 cümleleri veya “Ey kitap ehli! Niçin hakkı batılla karıştırıyor ve bile bile gerçeği gizliyorsunuz?”63 ifadesi birçok örnek arasında iki ayettir. Kur’an’ın bu ve benzeri eleştirileri, İslam literatüründe ilk dönemlerden itibaren tahrif polemiği oluşturmuştur.
Bu disiplin kapsamında görüş belirten Müslüman yazarlardan bir kısmı Tevrat ve İncil’in (metin değil) yorumu itibarıyla tahrif olduklarını; diğer bir kısmı bu kitapların metinleri itibarıyla tahrif edildiklerini düşünmüşlerdir. Bu ikinci görüşü savunanların bazıları bu kitapların tamamen tahrif edildiklerini, bazıları ise kısmi bir tahriften söz edilebileceğini ileri sürmüşlerdir.64
Bu makalenin başından itibaren dört İncil metnine ilişkin verdiğim bilgiler veya bu hususta ulaştığım yargılar, bazı açılardan mevcut dört İncil metni ile Kur’an arasında, bazı açılardan ise yine dört İncil ile Kur’an’ın bize tanıttığı (ve Allah’ın Hz. İsa’ya indirdiği) İncil arasında birtakım çelişkiler bulunduğunu göstermektedir. Tarakçı, tam da konuya ilişkin isabetli bir değerlendirmesinde, söz konusu çelişkileri İncil’de (ve Tevrat’ta) metin tahrifatı yapıldığına kanıt olarak sunmuştur.
Ne var ki, Tarakçı’ya göre bu çelişkiler, Kur’an ile İnciller (ve Tevrat ve Zebur) arasında müşterek bazı mesajların bulunmasına da engel değildir. Nitekim Kur’an’ın önceki kitapları tasdik etmesi, işte bu ortak mesajlara yönelik tutumdur.65 Okur, daha kapsamlı bilgi ve yorumlarımı doğrudan bu konuyu ele alacak kitap çalışmamda bulabilecektir.