Ortadoğu, semavi dinlerin yaşam alanı bulduğu bir coğrafya olması hasebi ile tarihi süreç içerisinde yeryüzünün en gözde topraklarından ve bölgelerinden olagelmiştir. Özellikle de bu bölgenin semavi dinlerin merkezi olması, bu topraklara muazzam bir zenginlik ve potansiyel kazandırmıştır. Musevilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet gibi üç önemli semavi dinin bu topraklar üzerindeki varlığı ve hassasiyeti dolayısı ile Ortadoğu coğrafyası her zaman insanoğlunun ilgi ve alakasına mazhâr olmuştur.
Bu coğrafya bütün bu hususları sebebi ile tarih boyunca kozmopolit ve çok kültürlü bir yapı kazanmıştır. Bu yapısı nedeni ile de yeryüzündeki tüm insanların ve kültürlerin karşılaşma ve kaynaşma noktası olmuştur. Bilhassa bu nitelikler bölgeye ekonomik bir refah ile kültürel çeşitlilik imkanı tanımıştır. Bu topraklar ortaçağlardan itibaren birçok savaş ve istilanın yaşandığı topraklar olmuştur. En başta Haçlı Seferleri, Latinlerin Faaliyetleri, Müslüman - türk akıncılarının siyasi varlıkları vs. hepsi bu coğrafyanın öneminin ve dünya siyasetindeki kaderinin belirleyicisi olmuştur.
Tarihi süreçte Müslüman Araplar ve akabinde de Müslüman Türkler’in bu coğrafya üzerindeki tesir ve varlıkları bölgeye uzun yıllar sürecek olan refah ve huzur ortamını tesis etmiştir. Memlük Türkleri sonrası bu topraklardaki osmanlı varlığı âdeta bu coğrafyanın Müslüman ve Türk karakterini inşâ etmiştir. Osmanlı Barışı’nın (pax-ottomana) ruhu bu topraklar üzerinde yaşayan Arap, Yahudi, Ermeni, Kürt ve Türk başta olmak üzere birçok etnik unsurun barış içerisinde uzun yıllar bir arada yaşamasını sağlamıştır. Bu topraklarda uzun yıllar varlığını sürdüren Müslüman Türk varlığı, bu coğrafyayı Türkleştirmiş ve İslamlaştırmıştır. Sosyal yaşamdan, sanat ve mimariye kadar birçok alanda bu coğrafyada Müslüman Türk izlerini bugün dâhi bulmak ve görmek mümkündür. Bu topraklar tamamı ile bizim tarihimizin ve kültürümüzün bir parçasıdır. Bizim hafızamız ve yaşayan tarihimizdir.
Ancak, Osmanlı’nın son dönemi ile birlikte bu topraklar üzerinde oynanan küresel siyasetin gayr-ı ahlaki tecavüz, tahrik ve askeri faaliyetleri neticesinde Müslüman Türk’ün siyasî varlığı maalesef bu coğrafyada sarsılmaya başlamıştır. Özellikle, I. Dünya Savaşı ve aldığımız yenilginin neticesinde bize dayatılan antlaşmalar ile bu topraklar bizden koparılmak istenmiştir. Küresel güçlerin masa başında çizdiği harita ve sınırlar ile bu topraklar ile olan tarihi ve kültürel bağımız ve birliğimiz koparılmıştır.
Ortadoğu coğrafyası üzerinde gezen karabulut ne yazık ki halen daha dağılmamıştır. Özellikle modern dönem ile birlikte ortaya çıkan sanayi teşekküllerinin ihtiyacı olan enerji hammadde kaynaklarıdır. Bu hammadde ise petroldür. Bu toprakların zengin maden yataklarına sahip olması bu toprakların cazibesini arttırmakta ve muhtelif devletlerin iştahını kabartmaktadır. Bugün bu coğrafya üzerinde oynanan küresel oyun ve bu oyunun aktörlerinin faaliyetleri sonucunda bu topraklar adeta bir kıyamete sürüklemiştir.
Günümüzde hem sınır komşumuz olan hem de tarihi ve kültürel geçmişimizin bir parçası olan suriye toprakları üzerindeki kirli siyaset bizi devlet ve millet olarak ilgilendirmekte ve söz sahibi olma hakkını bize tanımaktadır. Bu nedenledir ki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bugün Suriye’de şiddetle devam eden bu oyuna dur demeli ve bu oyunu bozan taraf olmalıdır. Bu topraklar alelade bir topraklar değil, tarihi hafızamız ve bizim topraklarımızdır.
Yukarıda belirtiğimiz hususlar nedeni ile bugün Suriye bizim milli davamız ve meselemiz olmak zorundadır. Bundan hiç kimsenin bir tereddütü ve şüphesi asla olmasın. Türkiye Cumhuriyeti, Suriye meselesinde güçlü ve kararlı bir siyaset izleyerek gereken ne ise yapmak zorundadır. Bu bizim boynumuzun bir borcudur. Ve hatta tarihi geçmişimiz dolayısı ile bizim gurur, şeref ve haysiyet meselemizdir. Bugün bu topraklarda yaşayan insanlar bizim bakiyemizdir.
Propaganda ve algı yönetimin bir parçası olan vatandaşlarımız maalesef devletimizin Suriye politikası ile ilgili umursamaz bir tavır takınmakta ve devletimizi bu mücadelede yalnızlaştırmaktadır. Gurur ve şerefimizi korumak, tarihi varlığımızı savunmak ve küresel sistemin temsilcilerinin kirli oyunlarını bozmak için Suriye meselesinde devletimizi yalnızlaştırmamalı ve millet olarak gereken desteği devletimize fazlası ile sağlamalıyız. Bu coğrafya uzun süredir devam eden savaşın getirdiği yıkımlara rağmen halen daha Türk ve Müslüman’dır.
Bu yazı tarihçi umut güner tarafından kaleme alınmıştır.