Artık eylem vakti! Bu kitapta, Amerika’yı yeniden büyük bir ülke haline getirmek adına yarattığım vizyonu özetliyorum. Çöken ekonomimizi nasıl düzelteceğimizi, sağlık sistemimizi nasıl daha etkili ve verimli bir hale getireceğimizi, ordumuzu yeniden inşa ederek savaşları nasıl kazanacağımızı, öğrencilerimizi dünyada yarışır hale getirecek bir eğitim sistemini nasıl yaratacağımızı, yasa dışı göçü nasıl bitireceğimizi ve şirketlere fabrikalarını Amerika’ya geri taşımaları konusunda baskı yaparak nasıl istihdam sağlayacağımızı ele alıyorum.
Bu kitap Amerika’yı nasıl yeniden büyük bir ülke yapacağımın planını içeriyor. Bu zor bir iş değil. Bize sadece söylenmesi gereken şeyi söyleme cesareti olan biri lazım.”
Donald Trump’ın özellikle Hillary Clinton gibi bürokrasi tecrübesi olan bir aday karşısında kazanması ABD kamuoyunda olduğu kadar bütün dünyada da şaşkınlıkla karşılandı. Donald Trump seçim kampanyası boyunca verdiği demeçler, yaptığı mitingler, hal ve tavırları ile Amerikan bürokrasisinin çok yabancı olduğu bir siyasetçi imajını çizdi. Bu davranışları ile daha önceki Amerikan başkanlarından karakter ve düşünce bakımından tamamen farklı birisiydi. Fakat tüm bu farklı özelliklerin dışında önceki başkanlar ile arasında bir ortak nokta vardı ki bu ortak nokta Trump öncesinde ABD başkanlığı yapmış olan 44 başkanın da kendi içlerinde ortak bir özelliği idi. O da Trump’ın yukarıda kitabında da ifâde edilen ABD devlet mefkuresi yani hükümet mekanizmasının amaç ve gâyeleridir. Yâni kısacası “Amerika Birleşik Devletleri Devlet Felsefesi”dir.
ABD siyasi tarihi düşünüldüğünde Amerikan siyasetinin tarih boyunca tamamı ile bir bütünlük arz ettiği açıkça görülecektir. Türkiye’de ki gibi her başbakan ve her partinin zihniyeti ve politikaları gibi farklılıklar asla söz konusu değildir. Amerika’da seçilen yeni başkan ister Cumhuriyetçi kanattan isterse de Demokrat kanattan olsun ortak bir gâyenin mücadelesini verir. O da “Büyük Amerika” olarak idealize edilen ülkü çerçevesinde devletlerinin küresel sistemin en büyük ve tek devleti olma gayesi ve mücadelesidir. ABD seçimleri emin olun asla kozmopolit ve her biri birinden farklı düşüncelere sahip olan Amerika halkına bırakılmaz. Seçimlerde asla ve asla derin devletin istemediği kimse aday olamaz ve seçilemez. ABD’nin beslendiği temel büyük güç her başkanlık dönemi sonunda başkan olacak adayını zaten önceden belirlemiş ve seçmiştir.
Yukarıda bahsini ettiğimiz derin devlet bir şekilde algı yönetimi ve toplum mühendisliği gibi psikolojik faaliyetler ile Amerikan toplumuna seçimi kendi özgür iradeleri ile gerçekleştirdikleri ve seçilen adayın tamamı ile halkın kendi tercihi olduğunu hissettirir. Çünkü bir diğer adı da “Özgürlükler Ülkesi” olan Amerika’da seçimlerde halkın meşruiyetinden de faydalanılmak istenir. Özgürlükler ülkesi olarak pazarlanan bu ülkede her seçimde aday olanlar ve her seçim sonucun da başkan seçilen kişiler umumiyetle hep farklı karakter, duygu ve düşüncede tiplerden seçilir. Bunun en büyük sebebi de halkın bir şekilde özgür ve hür bir ülkede yaşadıkları ve rahatlıkla farklı düşünebilen herkesin başkan olabileceği/olabildiği hissinin verilmek istenmesidir. Bunun en büyük somut örneklerinden bir tanesi, ilk “siyahi/afro” başkan olan Barack Obama’dır. Donald Trump’da kezâ Barack Obama gibi farklı bir karakter ve psikolojide bir başkan olarak daha önceki ABD başkanlarından ayrılmaktadır.
Yapılan seçimlerde Donald Trump değil de Hillary Cilinton kazanmış olsa idi, her koşulda kazanan ABD ve ABD derin devleti ile önemli kanaat önderleri olacaktı. Bizim bu yazıda esas üzerinde durmak istediğimiz husus, Amerika Birleşik Devletleri’nin kurulduğu ilk günden itibaren 44 başkanın gelip geçmesine rağmen devletin politikasının ve ülküsünün aynı olmasıdır. Seçilen bütün ABD başkanlarının kazanılan başkanlık seçimi sonrası yaptığı zafer konuşmalarına bakıldığında hemen hemen hepsi aynı kelimeleri kullanarak aynı kanaatte söylemde bulunurlar. Bunun en temel sebebi de ülkede Amerika Birleşik Devletleri’nin mevcut kurulmuş düzenini, devletin çıkarlarını ve mevcut politikaları değiştirecek başkanların seçilmemesi ve bürokratların olmamasıdır.
ABD esas itibarı ile tarihi ile bütünleşmiş, geleneksel yapısını asla terk etmeyen, menfaatleri her zaman aynı olan bir devlettir. Bütün Amerikan vatandaşlarında hâkim olan milli bir şuur söz konusudur. Kendi tarihlerinden, kültürlerinden ve geleneklerinden beslenirler. Bilhassa idealleri ile bir bütündür. İşte ABD’nin var olan bu birlik ve bütünlüğü, ABD’yi 20. ve 21. yüzyılın en kazançlı lider devleti olarak tarihe kaydetmiştir. İçerisinde bulunduğumuz 21. Yüzyılın mevcut küresel sisteminde ABD güçlü ve önder bir devlet olarak varlığını halen daha sürdürmektedir. Bu güç, politik, ekonomik ve teknolojik olduğu gibi kültürel bir üstünlük olarak da devam etmektedir. Amerika Birleşik Devletleri’ne bu gücü ve ruhu veren ve günümüze kadar başarılı bir devlet olmalarının en temel sebebi budur.
Donald Trump’ın yukarıda kitabından alıntıladığımız kısımda Trump’ın söylemlerinin kendinden önceki ABD başkanlarının söylemleri ve politikaları ile birebir aynı olduğunu daha yazımızın başında ifâde etmiştik. Bu politika ve söylemler genellikle, büyük ve zengin bir Amerika, dostları tarafından saygı duyulan bir devlet, düşmanları tarafından ise korkulan ve çekinilen bir devlet karakteri oluşturmak için ifade edilmişlerdir. Bu politik bakış açısına göre iç politika da ve dış politika da ABD’nin menfaatlerine ne pahasına olursa olsun öncelik atfedilmiştir. Bu menfaatler için meşru veya gayr-ı meşru bir şekilde yapılabilecek her şeyin yapılabileceği, hatta gerekirse savaşılabileceği dâhi ifade edilmektedir.
Açıkladığımız tüm bu hususular ABD devlet yapısının ve hükümet politikalarının birlik ve bütünlüğünü gözler önüne sermektedir. Bu hususlar ABD’yi güçlü kılmaktadır. “Güçlü bir Türkiye için” Amerika Birleşik Devletleri örneğinde de görüldüğü gibi yapılması gereken Türk siyasetini ehlileştirmek, tarihten beslenmek, geçmiş tecrübeleri gözden geçirmek, devlet ve millet menfaatlerini öncelemektir. Yâni bir devlet felsefesine sahip olmamız gerekmektedir. Bu felsefe devleti ile halkı bütüncül bir şekilde kapsamalı, özellikle halk devletin bu felsefesini özümsemelidir. Devlet ile halkın ortak bir ruha ve devlet bilincine sahip olmasını sağlamak zorundayız. Devletimizin kendi felsefesini oluşturması en asli görevimiz olmalı. Küresel sistemde dirayetli, şuurlu ve güçlü bir Türkiye hatta Türk ve İslam Dünyası için hep birlikte bu şuuru ihya ederek hareket etmeliyiz. Kendi inanç, tarih ve ruhumuzdan bir devlet felsefesi yaratmalıyız.
Bu yazı tarihçi umut güner tarafından kaleme alındı.