Taş kalpleri bile eriten kelimelerle yaşayan insanların acıları her yere hâkim. Şehrin bu kimsesiz ve çaresiz bırakılmış yakasında keder her evin üstünde.
Doğu Kudüs, Eski Şehir ve Mescid-i Aksa… Sokaklar cinnetin kucağında bir büyük cehennemdi ve bu şehrin her bir köşesinden her zaman gelen ne ise aynı şiddette zalimce yine kendini göstermişti. Perdeleri çekilmişti dünya yüzünün. Çaresizliğin neşesiz hikâyeleriyle palazlanan gölgelerle baş başa bir gece vaktiydi. İnsanlar kıyama durmuştu. Sonra toprak kaybolmuş, gökyüzü kaybolmuş, dünya kaybolmuştu. Sonra insanların kıyamda olduğu kadar, rükuda olduğu kadar, secdede olduğu kadar, yerle gök kadar Kudüs büyümüştü. Sonra korkuların henüz kalkmadığı köşelerden kızılkara bir ruh, zalim ellerini sessiz sedasız uzatmıştı da ayın ışığını terk ettiği bir zamanda, gafilce avlamıştı herkesi. Damar damar olmuştu şehrin her yeri ve her yanı bir acı sızı sarmıştı.
İşte karşı konulamaz bir adanışa hazırlanan eski zamanlardan kalma aşınmış yollar, sırdaşını kaybetmiş yetim şehrin taş duvarları, işte Rahmana sığınılan gecenin tedirgin zamanları, işte hesaplı bir fırtına sonrasında zalime isyana gebe şafak sancıları.
Ey bir o kadar sessiz ve bir o kadar kederli şehir. Ey nebiler şehri. Ey kapıları göğe açılan şehir. Ey miraca uzanan kutsal şehir. Ey özgürlüğü elinden alınarak karalara bürünen hüzün şehri. Ey geri dönmeyen beyaz güvercinlerin mahzun şehri, rüzgârlarında gül kokusunu kaybeden, nicedir yıkımlarına her an yıkım eklenen şehir. Ey her vakit dünyamızın gözbebeği mukaddes şehir. Ey yüreğimizi Kerbela'ya çeviren şehir.
Hz. Davut'un attığı taşı bildiğimizden ve kutlu Nebi'nin yoluna yol olduğundan beridir sana tutkunuz. Dünyanın soluk renkli yüzleri seni içlerine taşımaya çabalarken, kemirgen bir yaratığın durmaksızın örselediği tebessüm halin bize acı veriyor. Civardaki her şey ve herkes aynı acıyla aynı duaya duruyor. Seherlerin tam da içine karışan bir duanın nurlu sözlerisin. Belli belirsiz zamanların yamacında sana söylenen şiirlerdeki peygamber kokularıdır senden bize gelen. Ey Hz. Âdem'den beri tevhidin temsilcisi peygamberlerin ortak mirası. Ey büyük zalimlere karşı, inanmış küçük çocukların kanıyla yoğrulan asil toprak. Ey asırlar boyu kanayan yaramız, ey içimizde durmadan yanan ateş. Ne zaman kıyama dursak, ne zaman huzura varsak senden yana bir çarpıntının duaya yükselen kelimeleridir dilimizden dökülen. Senin bu çaresiz halin, bu yalnız halin şeb-i yeldanın koynunda kavurgan bir düşüncedir ki dikenli döşek gibidir bize.
Şimdi saçlarımızda kederin bin beyazı, dışarıda solgun Kudüs. Varla yok arasında birkaç şiir avuçlarımıza bırakılan yakarışlarla bir ayazın bahara dönmesini bekler. Ardı ardına dökülür ay parçaları karanlığın kucağına. Geride kimsenin öteden beri duymadığı biriktirilmiş acıların feryadıyla yaşanacak günlerin telaşı kalır.
Yumakların en kızılından bir örtü dokunmaktadır şehrin üstüne ve bir baykuş kadar sessiz değillerdir.
Baharı görmek isteyen Kudüs'ün sancılı kalbi, iniltilerine şifa arar.