Bir insanın kalbinden geçeni hissetme, bir anda aynı fikri düşünme olayını ifade etmek için kullanılan “Kalp kalbe karşıdır.” ifadesi bir çeşit telepati olarak görülebilir. Bu alanda çok rastladığımız olaylardan biri de, birisinden söz ettiğimizde o kişinin çıkıp gelmesidir. Hissettiğimiz ve içimize doğan şeyin aynen meydana geldiğine çoğu kere tanık olabilmekteyiz. Telepati olaylarının çocuklar, kadınlar, saf ve temiz tabiatlı insanlarda ve hayvanlarda daha çok ortaya çıktığı düşünülmektedir. Bir tabii felâketten veya depremden önce birtakım hayvanların musibetin geleceğini önceden sezdikleri sıkça dile getirilen bir husustur.
Telepati insanlarda çok daha güçlü bir şekilde ortaya çıkabilmekte ve insan çok uzaklardaki yakınlarının başına gelen kaza veya ölüm gibi üzücü olaylardan dolayı içinin daralmakta olduğunu hissetmekte ve sebepsiz yere hüzne kapılıp ağlayabilmektedir. Özellikle yakın akrabalar, anne-evlât veya kardeşler birbirlerinin hüzünlerini veya sevinçlerini daha güçlü şekilde yaşayabilmektedirler. Aslında bu telepatik güç, belki de ruhun en yaratıcı özelliklerinden biridir. Zira insandaki birtakım duyular sınırlı iken, diğerleri sınırsızdır. Eliyle yalnızca yakınındakine dokunabilirken, gözü biraz daha uzağı görebilmektedir; mekânla kayıtlı olmayan ruhunun da çok daha uzak boyutları görüp hissedebilmesi mümkündür. Dolayısıyla telepati olaylarını aklen reddetmek için bir sebep bulunmamaktadır. Telepatinin -bazan sihir olduğu düşünülüp, dinimizce yasaklandığı iddia edilse de- mahiyeti itibariyle sihirle bir ilgisi bulunmamaktadır. Ayrıca bu önsezi ve içe doğuş, iradî bir hadise olmayıp, istenmeden vuku bulmaktadır. Dolayısıyla insanın istemeden içine doğan, hissedip yaşadığı bir şeyden dolayı sorumlu tutulabilmesi pek tutarlı da görünmemektedir. Bu tür önsezilerin kötüye kullanılmaması, başkalarının mahremiyetlerini deşifre amacı taşımaması veya gaipten haber verme iddiası içermemesi şartıyla dinen bir mahzuru olmasa gerekir. Zira geleceğe ait bir olayın olmadan önce bilinmesi anlamında gaybı bilmek mümkün değildir. Ancak bu, Allah’ın bildirmesiyle mümkün olabilir.
Bu sebeple Hz. Peygamber’in geleceğe ilişkin vermiş olduğu bazı haberleri, Allah’ın bildirmesiyle bizlere naklettiği haberler olarak görmek gerekir. Çünkü peygamberler de, kendiliklerinden gaybı bilemezler. Ayrıca İslâm kültürü içinde telepati olayını doğrulayabilecek pek çok hadisenin yaşandığı nakledilmektedir ve kültürümüz bu türden olaylara yabancı da değildir. Hz. Ömer’in mescitte hutbe okurken, “Ey Sâriye! Dağa, dağa!” diye seslendiği ve İran’da düşmanla savaşan ordu kumandanının da bu sesi duyup tâlimat doğrultusunda sırtlarını dağa yasladıkları bilinen bir husustur.
Ancak insandaki bu hissin her zaman doğru olacağını var saymak, ona göre gündelik hayatını şekillendirmek doğru değildir. Çünkü insandaki bu ilham/önsezi, meleklerden olabileceği gibi şeytanın telkinlerinden de kaynaklanabilir; her zaman doğru olabilmesinin bir garantisi yoktur. Bu sebeple bu tarz önsezilere mutlak olarak güvenmek ve onu bir akîde haline dönüştürmek doğru değildir.
Temel Yeşilyurt-Çağdaş İnanç Problemleri