İslam’ın sembolü olan ezanı hepimiz ezberden biliriz. Ancak yine de biz, çocuğumuzun kulağına ezanı mahallemizin güzel sesli hocası tarafından okuturuz. İsteriz ki, minareden bundan sonra duyacağı o güzel sesi, güzel sesli bir kişi okusun ve kulağı bu çağrıya o andan itibaren aşina olsun. Yapılan bu anlamlı merasimle çocuğumuzun camiyle kuracağı muhabbet yoğun bir kıvamda başlamış olur.
Davete Karşılık Verme Vakti…
Güzel bir başlangıç eksik bırakılmaz, bırakılmamalı. Ezanla başlayan tanışmanın ardından, çocuğumuz gün gelir evimizin önüyle mahallenin en uğrak mekânı olan cami arasında, bisikleti ve topuyla oynamaya başlar. Burada, çocuk her ne kadar pasif dinleyici gibi görülse de yaşadığı, onun için camiyle fiziksel ilk temastır. Başka bir gün cami çevresinde namazı bekleyen imam efendi, çocuğumuzu tebessümle donanmış sözleriyle karşılar. Camiden çıkan hacı amca, tatlı bir söz eşliğinde ona hediye anlamında bir şeyler verir. Böylelikle çocuğumuz, kendisini camiye ve cemaate daha yakın hisseder. Bütün bunlar, ideal bir genci yetiştirmek için aslında sadece bir başlangıçtır. Hele Ramazan’da büyükler olarak onları teravihe, ardından bayram namazına götürür, şartları zorlayıp yaz tatilinde mazeretleri bir kenara bırakarak camiye, yaz kurslarına devam ettirirsek… Artık çocuğumuzla cami arasında sağlam bir bağı büyük ölçüde tesis ettik demektir. Böylelikle yere sabitlenmiş pergel misali, biz de çocuğumuzu büyük ölçüde kalben camiye, cami kültürüne bağladık diyebiliriz.
Camiyi ve Cemaati Seven Genç…
Cami ve cemaat sevgisi, gençlerimize verebileceğimiz en büyük kazanımlardandır. Bir şeyi sevmek için önce onu tanımalı, bir şekilde kendimizi ona yakın hissedebilmeliyiz. Bu bağlamda yukarıda atılan adımların hepsi, çocuğumuzun yüreğinde camiye yönelik ayrı bir ilgi uyandırır, onun camiye farklı bir yakınlık hissi duymasına imkân sağlar. Bu yöndeki olumlu her hamlemiz, çocuğumuzu camiye daha da yaklaştırır. Sonra aylar, yıllar geçer, evladımız büyür genç bir delikanlı, bir hanımefendi olur. Fakat o sıradan bir genç değildir. Minarelerin gölgesinde yetişmiştir. Helal dairesinde, hangi işle meşgul olursa olsun, rızkını nerede kazanırsa kazansın o, artık camiyi ve de cemaati seven bir gençtir.
Bu vasıfta bir gençliğin yetişmesi için ayrı bir çaba ortaya koymalı, bunu yaparken onların camiyle olan ilişkilerini olabildiğince erken başlatmalıyız. Doğumu ile başlayan bu devrede bahsi geçen aşamaların hepsi verimli değerlendirilmeli. Çünkü gençlerimiz camiyi azçok, iyikötü bir şekilde tanıyacaklar. Şayet camiyi gençlere biz tanıtmazsak, konuya ön yargılarla yaklaşan medya gözüyle camiyi tanıma, onlar için hiç de sağlıklı olmayacaktır. Bu noktada annebaba meseleyi hafife alır, bu kadar da üzerinde durmaya gerek yok anlayışıyla konuyu değerlendirirse bu, gençler hakkında ileride tamiri güç durumların meydana gelmesine sebep olur. Zaten şimdilerde, gençlerimizin meşgul olduğu, etkilendiği gerçek ve sanal unsurlara baktığımızda, onları gelecekte ne tür tehlikelerin beklediğini tahmin etmemiz hiç de zor değildir.
Minarenin Gölgesindeki Genç…
Sürüdeki kuzuyu kurdun avlamak için her an takip etmesi misali, gençler de sanal âlemde ve gerçek hayatta maruz kalabilecekleri birçok tehlikeyle iç içe yaşıyor artık. Esiri olduğu internet, bağımlısı olduğu veya her an olabileceği zararlı içecekler, kendisi için hayatın vazgeçilmezi hâline gelebilen gündelik günah çeşitleri, gençlerin cami dışında muhatap olabileceği muhtemel olumsuz durumlardır. Bunların hepsi, üzerine titrediğimiz çocuklarımızı ve gençlerimizi bir anda elimizden alıp götürebilecek özelliktedir. Yetiştiği aile ve sosyal ortamın şartları gereği, minarelerin gölgesinden mahrum kalarak yaşayan gençlerimiz var. Onlar bu saydığımız olumsuz hususların girdabından çoğu zaman çıkamazlar. Dinî donanımları olmadığı için söz konusu bu tür tehlikelere karşı müspet bir davranış refleksi göstermeleri, kimileri için çok zayıf, kimileri için ise yok denecek boyuttadır. Çünkü hayatımızın her safhasında karşımıza çıkan dünyevileşmiş kültür, gençlere herkesten daha fazla tesir etmektedir.
Dinle alakalı konuların artık her türlü mekânlarda konuşulduğu bir dünyada, bir ortamda yaşıyoruz. Ancak her ne kadar dini konular, birçok mekânda ele alınıyor ve dini bilgiye ulaşma imkânları gün geçtikçe genişliyor olsa da, faydalı ve doğru bilgiyi elde etmeye en elverişli yerlerin başında yine camilerimiz gelir. Gençler, caminin hitap ettiği etki alanı içerisinde yaşadıklarında, zaman zaman zihinlerine takılan gündelik/ dini hayatla ilgili sorulara İslami pencereden cevap bulurlar. Bu da mevcut imanlarını muhafaza etmeye, hatta artırmaya vesile olur. Böyle bir imkândan yoksun hâlde bir ömür geçiren gençler, hayatlarını, zihinlerinde oluşan “ama ve fakat” ile başlayan cümlelerle sürdürmek zorunda kalırlar.
Günahtan Koruyan Mekân: Camiler…
Kur’an, günlük hayatında camiyle hiçbir bağı olmayan bireyin günah dairesine daha kolay gireceğini ifade eder. Bu durumu, caminin şahsında orada yapılan ana ibadet olan namazın, Müslümanın hayatındaki etkisi üzerinden anlatır. Örneğin, Kur’an’da namazı terk eden Müslümanın, bu ihmalliğin kaçınılmaz bir sonucu olarak nefsani arzularına kolay bir şekilde teslim olacağı beyan edilir. “Sonra onların ardından artık namazı kılmayan ve nefsani arzulara uyan bir nesil geldi.” ayeti meseleyi izah açısından dikkat çekicidir. Kur’an bütünlüğü çerçevesinde bu ayeti, “Namaz kılmadı, beraberinde bu kişi camiye de gitmedi ve bunun sonucunda nefsine, hevasına uymak durumunda kaldı,” şeklinde anlamamız isabetli bir yorum olur. Çünkü namazı camide kılmak, cuma, bayram ve normal vakitlerle alakalı hükümlerde beyan edildiği üzere, fıkhi açıdan bazen farz, bazen vacip, bazen de sünnet olur. Bu yönüyle namaz kılmayan, camiden de mahrum kalmıştır aynı zamanda. Böyle bir koruyucu özelliği olan güzellikten kendimizi mahrum etmek, bizi günaha, harama daha yakın konuma sürükler. Yine başka bir ayette yer alan “Namaz kötülükten men eder.” ifadesi, cami denince akla gelen ilk ibadet olan namazı kılma veya kılmama hâlinin, Müslümanın hayatına yansımasının ne şekilde bir tesiri olacağını beyan etmesi yönüyle önem arz eder.
Camiye mesafeli genci, süratli araba kullanan bir şoföre benzetebiliriz. Tıpkı yollar gibi hayat da her zaman aynı seyirde devam etmez. Genç, şayet cami kültüründen yoksun bir hayat yaşıyorsa, bu hâliyle önüne çıkabilecek küçük/büyük imtihan virajlarını dönmesi zor, hatta çoğu zaman imkânsız olacaktır. Karşılaşmış olacağı bir imtihan durumu, onun dünya hayatını, nihayetinde de ahiret yurdunu zayi etmesine sebep olur. Çünkü Kur’an, böyle bir insanın, imtihanı sabırla aşamayacağını, bu vasıfta birinin ahirette karşılaşacağı durumun hüsran olacağını beyan eder. Üstad Necip Fazıl, ömrünün İslam ile mesafeli geçen kısmını, “Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum; Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum.” şeklinde özetler. O, bu şiirinde birçok eserinde dile getirdiği üzere namazsız, camisiz, Allah Tealâ’yı tanımaktan yoksun hâlde geçen bir ömrün, gökyüzünden habersiz uçurtma uçurtmak gibi gayesinden uzak anlamsız/boş olduğuna vurgu yapar. Sezai Karakoç’un ifadesiyle, Müslüman için böyle bir hayat, “yaşamıyor gibi yaşamak”6 tarzında geride kalan bir ömürdür.
İman Aşısının Mekânı Camiler…
Sarrafın altını işlerken gösterdiği titizlik misali bugün bizler de gençlere o derece hassas davranmalı, onları, dinimizin aktif olduğu sahaya çekme gayreti içerisinde olmalıyız. Bu hususta göstereceğimiz titizliğin en anlamlısı, çocukluk döneminde onlara manevi açıdan kazanımları sunmaktır. Asrı saadetten günümüze bu sahanın değişmez adresi camilerdir. Anne baba olma bilinciyle gençleri ihmal etmeyip, daha çocukken onları kazanma yolunu tercih etmeliyiz. Bu dönemde yaşananları doktorun, doğan çocuğumuz için birçok aşı tavsiye etmesi durumuna benzetebiliriz. Çocuk sahibi olanlar buna şahit olmuştur. Bebeğimizi elimize alır almaz doktorumuz bize, çocuğumuza belli aralıklarla yapılması gereken aşıları gösteren bir liste verir. Bizden, bebeğimize falan zamanda kızamık, çocuk felci, filan zamanda suçiçeği vb. aşıları yaptırmamızı ister. Önce garipseriz yaşadığımız bu durumu. Çocuğumuzda bir hastalık var da doktor bize söylemekten mi çekiniyor, diye düşünürüz. Sonra doktor daha birçoklarına anlattığı gibi bize de anlatmaya başlar. Çocuğunuzun herhangi bir rahatsızlığı yok fakat Allah ömür verirse, ileriki yıllarda muhtemelen onun hayat kulvarında önüne birçok mikrop veya hastalık çıkacak. İşte bunlara karşı vücudun şimdiden dirençli olması gerekir. Tedbir alma açısından bu aşıları yaptırmalısınız, diyerek bizi rahatlatır. Biz de söylenenleri kabul ederiz. Çünkü gündelik yaşam tecrübelerimizle biliriz ki, makul olan, vücudumuzda olması muhtemel bir rahatsızlığa karşı bu tavsiyeler doğrultusunda aşıları yaptırıp önlem almaktır.
Her geçen gün bedenle alakalı başka bir hastalık adı duyuyoruz. Diğer taraftan, gençleri manevi açıdan yıpratacak zararlı, birçok yeni alışkanlığın çevremizde yaygınlaştığını ise daha sık duyar olduk. Yukarıda çocuğumuzla alakalı bahsi geçen bedeni bir rahatsızlığı önlemeye yönelik göstermemiz gereken duyarlılığın daha fazlasını, gençlerin eşiğinde bulunduğu ve her an karşılaşabilecekleri manevi/ahlaki hastalıklardan koruma konusunda da göstermeliyiz.
Nasıl ki bedensel bir hastalığın tedavi mekânı daha çok hastanelerse; özellikle gençler için maneviyat aşısının yapılması, ibadet şevkinin artırılması için en makul yerler de camilerdir. Bu yönüyle hayat güzergâhında cami bulunan bir gencimiz için burası bir mekteptir. Gençlerimiz, anne ve babalarından öğrenememiş olsalar dahi, dinimize göre neyin helal neyin haram olduğu gibi birçok mesele hakkında camiye gitme sayesinde farkında olarak veya olmayarak bilgi edinmiş olurlar. Sadece çocuğumuz değil, onun arkadaş çevresi de camiyle alakası olan, cami gölgesinde yetişen, yaşayanlardan olmalı. Bir yerde ikamet edecek yer seçerken çocuğumuzun çevre edineceği mahallemizin bu özelliğine de dikkat etmeliyiz. Allah Resûlü, “Kişi arkadaşının dini üzeredir. O hâlde herkes kimle arkadaşlık yaptığına baksın.” buyurmaktadır. Sıradan, olgun birisi için bile geçerli olan bu kaide, çocuk ve gençler için daha fazla üzerinde durulması gereken bir konudur.
Camiye Yönlendirilen Gençlik…
Bizler, egemen olan modern kültürün gençlerle münasebetimizi şekillendirme hakkında bizi etki altına almaya çalıştığı yanlış “özgürlük” anlayışına, çoğu zaman yenik düşüyoruz. Bunun sonucunda gençlerimize neyi, nerede söyleyeceğimiz, onlara hangi uyarıda bulunacağımız konusunda annebaba olarak kendimize belli sınırlar koyuyoruz. Günümüz insanında büyük ölçüde yerleşmeye başlayan bu yanlış anlayış, insanımızın elini ve kolunu bağlar oldu. Gençtir, ifadesi altında normalde olumsuz, hata, günah olarak kabul ettiğimiz birçok davranışı, onlar için artık sıradan, mübah hükmünde değerlendirmeye başlar olduk. Buna karşın Allah Tealâ, “Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden koruyun.” emriyle meselenin bu noktasında önem arz eden boyutunu bize haber veriyor. Söz konusu ateş, Kur’an’ın ifadesiyle dünyada kendimiz ve gençlerimiz için sıradan olarak gördüğümüz fakat Allah katında yasak olarak belirtilen, günah ateşi, küfür ateşidir. Kendimizi ve gençlerimizi söz konusu bu tür ateşten koruma yollarından biri de onlarla birlikte cami yolunun yolcusu olabilmektir. Bu hususta ihmalkârlık gösterip kendisini ve ehlini cami atmosferine, kültürüne çekemeyenlerin ahiretteki durumunu Kur’an’daki şu ayette bahsedilen zümreye dahil edebiliriz: “Asıl kaybedecek olanlar, kıyamet gününde hem kendilerini hem de yakınlarını ziyan edecek olanlardır.”
Bizler, davetine muhatap olanların bir kısmı Allah’a inanmıyor diye, sırf bu sebepten ötürü, kendisini helak edecek derecede ızdırap duyan ve bundan dolayı da ayetle bizzat uyarılan bir Peygamberin ümmetiyiz. Bir taraftan, böyle bir Peygamberin ümmeti olma vasfını taşımakla övünürken, diğer taraftan Allah Resûlü’nün bütün ümmeti için taşımış olduğu bu kaygıyı, bizler gençlerimiz için de taşımalıyız. Gençlerimizi dahil değiller ise caminin kubbesi, minarenin gölgesi, ezanın duyma sahasına çekememenin sancısını yaşayabilmeliyiz. Çoğu zaman etrafımızdaki dünyevileşme rüzgârının akımına kapılanlar gibi düşünüyoruz. Mesleğimizde işimizi devam ettirecek, ailemizin nâmını ileriki nesillere aktarımı sağlayacak evladımızın olup olmadığı ile ilgili kaygı duyduğumuz oluyor. Oysa ki, takip edeceğimiz yol, çoğunluğun anlayışıyla şekillenmiş değil, Allah Tealâ’nın emri doğrultusunda belirlenmiş bir istikamet olmalı. Ebedi âleme göçtüğümüzde, geride bütün güzel sahalarda izlerimiz, varislerimiz, emanetçilerimiz olmalı. Bunu yaparken, camilerde bizden sonra boşalacak safa sahip çıkacak evladı bırakma endişesi içerisinde olabilmeliyiz.
Gönderdiği Kur’an’la hayatın her sahasında bize yol gösterip rehber olan Allah Tealâ, Hz. İbrahim’in dilinden “Beni ve soyumdan gelecek olanları namazı devamlı kılanlardan eyle.” ayetiyle, insanın Rabbinden neyi istemesi, geride bırakacağı nesille ilgili endişesinin hangi istikamette olması gerektiğine dikkat çeker. Bu doğrultuda geride bıraktığımız nesil, doğduğu anda ezanı duyan ve sonrasında da en önemlisi bu davete uyan, cami mektebinde yetiştirdiğimiz bir nesil olmalı. Ahiret ile ilgili hissettiğimiz kaygı ve gösterdiğimiz emeklerimizin sonucunda neslimiz, gençlerimiz, kulluğun hayata yansıyan somut ifadelerinden biri olan namazını camide/cami dışında kılanlar grubundan olacaktır. Bir annebaba fedakârlığıyla bu yönde endişe ve çabamız olursa, yolu camiden geçen, minarenin gölgesinde yaşayan bir genç, bir evlat sahibi oluruz. Bu vasıftaki evladımız, gerçek anlamda en değerli sermayemiz olarak geride bize varis kalacaktır.
Yunus Özdamar