Aile ve Kimlik İnşası
Bilindiği gibi aile; anne, baba ve çocuklardan oluşan toplumun temelini meydana getiren sosyal bir kurumdur ve toplumun temel taşıdır. Çocuk gözlerini açtığı dünyada öncelikle anne babasını tanır ve onların şefkatine muhtaç bir şekilde hayata tutunmaya çalışır. Tüm çocukların, doğuştan genetik olarak getirdikleri bazı özellikleri vardır. Bununla birlikte; çocuğun kişiliği önce ailesi, sonra okul ve yaşadığı çevredeki insanlar tarafından şekillendirilir. Bu nedenle; kişilik kavramı, bireyin doğuştan getirdiği özellikler ile çevrenin kişiye kazandırdığı özelliklerin tümünü ifade eder.2Kişilik kavramı, bir bakıma kimlik kavramı ile de eşdeğer görülebilir. Zira kimlik, en genel anlamıyla, bireyin “Ben kimim?” sorusuna verdiği cevap olarak tanımlanır. Kimlik gelişimi ise, kimliğin zaman içinde çeşitli değişkenlerden etkilenerek şekillenme süreci olarak anlaşılabilir.
Kişiliğin/kimliğin temelleri ilk 56 yılda aile ortamında atılmaktadır. Bu, çocuğun kişiliğinin gelişmesindeki birinci derece sorumluluğun anne babaya düştüğü anlamına gelir. Çocuğun kişiliğinin gelişmesinde en etkili olan sosyal çevre, aile çevresidir. Davranışlarımıza yön veren standartlar olan değerlerin de ilk öğrenildiği yer ailedir. Ailede değerler, model alma ve anne babayı taklit etme şeklinde oluşmaya başlar. Bu bağlamda çocuk; aile içinde var olan yaşanan dinî, millî, ahlaki, kültürel değerleri gözlemleyerek ve bu değerlerin yaşanma biçimlerine katılarak özümseyebilir. Eğer çocuk, etkili bir değer aktarım ortamında büyürse kazandığı değerler onun kimliğinin bir parçası hâline gelecektir. Bu nedenle değer eğitimi, kimlik sahibi bir çocuk yetiştirmek isteyen anne babaların üzerinde dikkatle durması gereken bir husustur.
İslam dininde de çocuk yetiştirme sorumluluğu öncelikli olarak anne ve babaya aittir.3 Ailelerin çocuk yetiştirme biçimleri, büyük oranda çocuğun ileride nasıl bir kimlik/kişiliğe sahip olacağını da belirler. Bu bağlamda; Kur’anı Kerim’de yer alan “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun.” ayeti, anne babalara ahirete vurgu yaparak dünyadaki dini eğitim sorumluluğunu hatırlatmaktadır. Peygamberimizin (s.a.s.) “Her doğan çocuk fıtrat üzere doğar. Sonra anne babası onu Yahudi, Hristiyan veya Mecusi yapar.” ve “Hepiniz çobansınız ve hepiniz elinizin altındakilerden sorumlusunuz. Yönetici de bir çobandır. Erkek, aile halkının çobanıdır. Kadın, kocasının evi ve çocukları için çobandır. Hepiniz çobansınız ve hepiniz çobanlık yaptıklarınızdan sorumlusunuz.” hadisleri, anne ve babalara dinî/ ahlaki ve aynı zamanda kişilik eğitimi görevini yüklemektedir.
Kimliğin Önemli Bir Boyutu Olarak Benlik İnşası
Kimlik/kişilik gelişiminin bir alt boyutu, benlik inşasıdır. Benlik, insanın kendi kişiliğine dair olan kanaatlerin toplamı, insanın kendini tanıma ve algılama biçimidir. Bu algılama biçimi, kişinin genel tutum ve davranışlarını büyük ölçüde etkiler. İki yaş civarında gelişmeye başlayan benlik kavramı, yirmili yaşlarda belirginleşir. Çocuğun kendine dair zihninde oluşturduğu algı; anne baba, kardeş ve yakınlarının ona dair fikirlerinden etkilenir. Çocuk, sosyal çevredeki bu kişilerin özellikle ailesinin kendisine ait yakıştırmalarını kişiliğine katar, giderek kendisini onların gördüğü gibi görmeye, algılamaya başlar. Çevredeki kişiler, örneğin anne baba, kardeş, arkadaş ve öğretmenleri kendisine karşı olumlu sıfatlar yakıştırıyorlarsa olumlu bir benlik kavramı; olumsuz sıfatlarla hitap ediyorlarsa olumsuz bir benlik kavramı geliştirir.
Çocuğun ailede sağlıklı bir benlik algısı geliştirebilmesi, aile üyelerinin çocuğa verdiği değer ve onun şahsiyetine duyduğu saygı ile birebir ilişkilidir. Bu nedenle, çocuğa karşı kullanılan dil (sevgi ya da eleştiri dili) ve tabiri caizse onun adam yerine konması, fikrinin alınması, düşüncelerine saygı gösterilmesi ileride kendine güvenen bir kimlik edinmesi açısından son derece önemledir. “Çocuktur anlamaz, aklı kesmez.” şeklindeki yaklaşımlar çocuğun kendini değersiz hissetmesine neden olurken çocuğa karşı sarf edilen “aptal, salak, geri zekâlı vb.” sözler çocuğun kendini bu şekilde algılaması sonucunu doğurur.
Hayatın her alanında olduğu gibi çocuk yetiştirme konusunda da Peygamberimizin (s.a.s.) davranışları müminlere rehberlik etmektedir. Allah Resûlü (s.a.s.), her şeyden önce, özellikle kız çocukları olmak üzere çocuklara pek de değer verilmeyen bir dönemde “ Çocuğunun senin üzerinde hakkı var.” buyurarak anne babalara çocukların da tıpkı yetişkinler gibihak sahibi şahsiyetler olduğunu hatırlatmış bu sayede onların değerini göz ardı edilemeyecek şekilde açığa çıkarmıştır. peygamber (s.a.s.) çocukları her zaman önemsemiş, onları gördüğü yerde yanlarına gelerek selam vermiş çocukların arasına karışarak onlarla oyunlar oynamıştır. Allah Resûlü (s.a.s.) çocukları tıpkı büyükler gibi muhatap almış, Umeyr adlı çocukla kuşu hakkında sohbet etmiştir. Gerek sözleri gerekse davranışları ile çocuklara şefkatle muamele ederek onları yüceltmiş, kıymet verdiğini hissettirmiştir. Cabir b. Semüre’nin anlattığına göre Peygamberimiz (s.a.s.), bir namaz sonrası evine dönerken yolda birkaç çocukla karşılaşmış onların her birinin yanağını okşayarak onlarla ilgilenmiştir. Yine bir gün torunu Hasan’ı omuzunda taşırken bir adam “Yavrum! Bindiğin binek ne güzelmiş!” deyice Peygamberimiz “O da ne güzel binici!” buyurarak Hasan’ı da bu güzel tanımlama içine dahil etmiş onu taltif etmiştir.
Allah’ın bir emaneti olarak verilen çocuklar, Peygamberimizin (s.a.s.) terbiyesinde daima sevilen, güvenilen, ayrı bir şahsiyet olarak saygı gören, kendilerinden ilgi ve alaka esirgenmeyen önemli bireylerdir. Peygamberimizin yetiştirdiği sahabiler düşünüldüğünde, onun terbiyesinden geçenlerin nasıl bir benlik inşasına sahip olduğu daha net anlaşılacaktır.
Kimlik İnşasında Milli ve Dini Değerler
Hem toplumun hem de kültürün temel yapı taşlarından biri de din olduğu için kimlik tanımlamalarında dinin önemli bir yeri bulunmaktadır. İnsan şahsiyetini oluşturan temel özelliklerden birisi, din ile olan bağıdır. Ailede çocuğa bakımla verilen güven, onda daha sonra gelişecek olan dindarlığın da temel taşı konumundadır.Aile, ilk yıllarda çocuğun bakımından sorumlu olduğu gibi, ona sağlam ve tutarlı bir din eğitimi vermekle de yükümlüdür. Aile ortamında verilen din eğitimi, sonraki yıllarda çocuğun dinden uzaklaşmasına sebep olabildiği gibi onu dini değerlere daha kopmamak üzere bağlayabilir. 10-12 yaşlarına kadar dini ve ahlaki değerlerin büyük bir kısmı özümsendiği için ilk çocukluk yılları bu açıdan çok önemlidir.
Ailede din eğitiminin önemi gerek Kur’anı Kerim gerek hadislerde üzerinde durulan bir husustur. “Ey Peygamber! Ailene namaz kılmalarını emret ve sen de bunda devamlı, sebatlı ol.” ayeti Hz. Peygamber’e (s.a.s.) hitap etmekle beraber, aslında emir tüm müminlere yöneliktir. Ayeti kerime, kişinin sadece kendisini değil, ailesini de dinî açıdan eğitmesinin önemine dikkat çekmektedir. Zira namaz, müminlerin çok ayırt edici bir kimlik özelliğidir. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) uygulamasında daha çocuk ilk doğduğunda kulağına ezan okunması, (Hz. Hasan doğduğunda Hz. Peygamber kulağına ezan okumuştur.) din eğitiminin başlangıç noktasını işaret eder. Din eğitiminin önemli bir boyutu da ibadet eğitimidir ki ibadet bireyin manevi kişiliğini oluşturan ve besleyen bir kaynaktır. Bu nedenle Peygamberimiz (s.a.s.), “Sağını solunu ayırabildiği yaşa geldiğinde çocuktan namaz kılmasını isteyin.” buyurmuştur. Bir hanım sahabi, “Biz aşure orucunu tutardık, çocuklarımıza da tuttururduk.” diyerek o döneme ait uygulamayı aktarmaktadır. Çocukların ahlaki değerlerle donanmış olarak yetiştirilmesinin önemi ise; “Hiçbir baba evladına güzel terbiyeden daha kıymetli bir bağışta bulunmamıştır.” hadisi ile özlü bir şekilde görülebilir.
Şüphesiz ahlaki değerler dinden bağımsız değildir ve bu değerlerin çocuk tarafından kişiliğine etki edecek derecede benimsenmesi, anne babaların bu değerleri bizzat yaşamalarına bağlıdır. Bu gerçek, Hz. Peygamber’in hadislerinde anne ve babalara hatırlatılmaktadır. “Küçüklerimize merhamet etmeyen, büyüklerimize saygı göstermeyen bizden değildir.” ve “Allah’tan sakının ve çocuklarınız arasında adaletli olun.”21 hadisleri, merhamet, saygı, adalet gibi değerlerin önce yetişkinlerin hayatlarına aktardıkları birer karakter özelliği olması gerektiğini anlatır.
Kimlik inşasına katkıda bulunan bir diğer değer kategorisi, milli değerlerdir. Millî değerler, devlet, millet, vatan, millî marş, bayrak ve milli bayramların oluşturduğu ulusal simgelerdir. Bu değerleri içine alacak şekilde, millî kimliğin gelişimine katkı sağlayan önemli bir etken tarih bilgisidir. Geçmişte yaşanmış olayların günümüze taşınması, millî kültürün aktarımı ve devamlılığını sağlayarak kişilerde aidiyet duygusu oluşturur. Hikâyeler, biyografiler, efsaneler, destanlar ve tarihsel kahramanlar değer aktarımı için elverişli ortam oluşturur. Dolayısıyla anne ve babanın millî duyguları taşıması, milli değerleri benimseyerek yukarıda ifade edilen yollarla çocuklara aktarmaya çalışması, çocukta milli kimliğin gelişimine olumlu katkı sağlar. Vatan sevgisini imandan kabul eden geleneğimizde dinî değerler ile millî değerlerin birbirinden ayrı düşünülmediği görülür.
Mahremiyet Değeri /Eğitimi ve Aile
“Bir şeyin (mahrem) gizli hali, bir şeyin gizli yönü” demek olan mahremiyet insanların her dönemde, her dinde, her toplumda karşılaştıkları önemli bir kavramdır. Kavramın içeriğinin belirlenmesi kültürden kültüre farklılık gösterse de dinin bu konuda belirleyici olduğu bir gerçektir. Diğer tüm ahlaki değerlerde olduğu gibi, mahremiyet anlayışının oluştuğu ve temellendirildiği mekân ailedir.
Aile içinde çocuğun aldığı dini/ahlaki/kültürel eğitime ve çocuğun kişilik gelişimine paralel olarak, çocukta cinsel kimlik/mahremiyet algısı gelişir. Günümüzde mahremiyet eğitimi yerine daha çok cinsel eğitim kavramı kullanılmaktadır. Cinsel eğitim “çocuklara ve ergenlere kadın ya da erkek olma, kadın ya da erkek olmakla ilgili algılar, cinsiyete ilişkin rolleri kabul etme, kendi ve karşı cinsin özellikleri hakkında bilgi sahibi olma amacıyla verilen eğitimdir” şeklinde tanımlanabilir. Cinsiyet eğitimi de diyebileceğimiz bu eğitim, çocuğun kendi cinsiyeti ve cinsiyet farklılıkları ile ilgili sorular sormaya başladığı an başlamış demektir. Bu bağlamda, “Ey insanlar! Şüphe yokki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık.” ayetinde, erkek ve kadın cinsiyetine yapılan vurgu, çocukların kimlik gelişiminde izlenecek yol konusunda rehber konumundadır.
Cinsiyet açısından mahremiyet ele alındığında karşımıza çıkan ilk husus, beden mahremiyetidir. Beden mahremiyeti gerek ayetlerde gerekse hadisi şeriflerde üzerinde durulan bir konudur. “Ey iman edenler! Ellerinizin altında bulunanlar (köleleriniz) ve sizden henüz bulûğ çağına ermemiş olanlar, günde üç defa; sabah namazından önce, öğleyin elbiselerinizi çıkardığınız vakit ve yatsı namazından sonra (yanınıza girecekleri zaman) sizden izin istesinler.” ayeti, insanın bedeninin açık bulunma ihtimaline karşı insanları bir mekâna girerken dikkatli olmaları konusunda uyarmaktadır. Benzer şekilde, Câbir b. Abdullah’tan gelen rivayete göre kişi; çocuğundan, her ne kadar yaşlı olsa da annesinden, erkek kardeşinden, kız kardeşinden ve babasından yanlarına girerken izin almalıdır.28 Beden mahremiyetine saygı konusuna ilaveten Hz. Peygamber’in (s.a.s.) baldızı Esma’ya yaptığı “Ey Esma! Buluğa erdikten sonra kadının yüz ve ellerine işaret ederek şu ve şundan başka yerinin görünmesi doğru olmaz.” şeklindeki uyarı, bedenin örtülmesi gereken sınırlarını belirler. Bedenle ilgili sınırlar kadınlarda olduğu gibi erkeklerde de belirlidir. Bu bakımdan, ailede daha çocukken kız ve erkek çocuklarının giysileri seçilirken açıkta kalabilecek yerleri konusunda hassas davranmak, onlarda mahremiyet bilincinin oluşmasına katkı sağlayacaktır. Ayrıca beden mahremiyetinin bir boyutu olarak, çocukların özel bölgelerinin gelişi güzel sergilenmesi ve sevmek maksadıyla bile olsa dokunulması bu duygunun gelişimini olumsuz etkileyecektir.
Kişi mahremiyeti ile doğrudan ilişkili bir diğer husus, ailesinin kendisine yuva kıldığı evinin mahremiyetidir. Ev, her hâliyle özel ve diğer insanların izin almadan dâhil olmayacakları bir mekândır. Bu durum o kadar önemlidir ki “Ey iman edenler! Kendinizi tanıtıp izin almadan ve içinde oturanlara selâm vermeden kendi evlerinizden başka evlere girmeyin. Sizin için daha iyi olanı budur; umulur ki düşünüp anlarsınız.” ayeti, inananları bu konuda hem uyarır hem de yol gösterir. Hz. Peygamber’in, uygulamada bu konunun üzerinde önemle durduğu görülür. Nitekim sahabeden Ebû Mûsa elEş‘arî, Hz. Ömer’in kapısına gelip üç defa selam vermek suretiyle izin ister, kapının açılmaması üzerine geri döner. Hz. Ömer, ona niçin daha çok izin istemediğini ve geri dönmeyi tercih ettiğini sorduğunda Ebû Mûsa: “Ben, Resûlullah’ın (s.a.s.) “Sizden biriniz üç defa izin istediği halde kendisine izin verilmezse geri dönsün.” buyurduğunu duydum.” şeklinde cevap verir. Bu bağlamda Allah Resûlü’nün, “Hiç kimse izin almaksızın başkasının evinin içine bakmasın. Kim izinsiz bakarsa aynen girmiş gibidir.” hadisi olayı bir adım daha ileriye taşıyarak evin gözetlenmesini de yasaklamaktadır.
Özetle ifade edilecek olursa değerler ancak aile ortamında yaşandığı sürece çocuğun kimliği üzerine etki etme gücüne sahip olur. Mahremiyet konusunda da anne ve babaların örnek olacak davranışları çocuk tarafından modellenecektir. Bu nedenle, eve giren çıkan insanların takındıkları tavırların ve ailenin bir başka evi ziyaretinde sergilediği davranışların mahremiyet bilincine uygunluğu çok önemlidir. Hatta anne ve babaların; kendi odalarına girilirken kapı çalma, izin isteme konusunda bekledikleri hassasiyet, kendileri çocukların odasına girerken de geçerli olmalıdır. Zira çocuk, çok erken yaşta kimlik kazanmaya başlar ve kimlik gelişiminin birinci basamağı, çocuğun da bir şahsiyet olduğunu kabul edip bu kabule göre davranmaktır.