Müslüman halkımız çeşitli vesilelerle Kur’an’ı okumaya, anlamaya gayret etmiş; Kur’an okunan yerde her zaman edep içinde olmuş, Kur’an yazılı bir yaprağa, hatta içine mushaf konulan kılıfa varıncaya kadar Kur’an’la ilgili her nesneye hürmette kusur etmemeye çalışmıştır. Kendisi çeşitli sebeplerden ötürü her ne kadar okuyamamışsa da onu okuyana, okutana ve bu alanda çalışanlara gönlünü açmış, maddi ve manevi desteğini esirgememiştir. En büyük yeminleri Kur’an üzerine yapmış, “ekmek, Kur’an çarpsın” şeklindeki yemin anlamlı sözleriyle Kur’an’a olan muhabbet ve saygısını her fırsatta dile getirmiştir.
Müslüman insanımız kendisi ister okusun ister okumasın, ibadeti olsun veya olmasın her zaman ve her yerde Kur’an ile bir şekilde ve bir ölçüde gönül bağı içinde olduğunu göstermiş, sırf Kur’an’a olan sevgi ve saygısından ötürü Kur’an okuyan hafızlara ve Kur’an hizmetiyle meşgul olanlara muhabbet ve hürmeti keyifli bir vazife olarak telakki etmiştir.
Müslüman halkımız Kur’an’la ilgili çalışmalar içinde hafızlık kurumuna ayrı bir değer verir. Hafızlığı kutsal Kitab’ın nesilden nesile intikalinde en sağlam yol, hafızı ise Allah’ın kelamını yeryüzünde muhafaza etmekle görevli âdeta iki ayaklı melek olarak görür. Zira hafız, Kur’an’ı baştan sona ezberleyen, Kur’an taşıyan ve onu koruyan kimsedir. Hafız, yürüyen Kur’an’dır, Kur’an’laşmış insandır. Hafızlık onlar için başlı başına bir ilim ve yüce bir makamdır. Kur’an’ı ezberlemek, onun hafızı olmak Müslüman insanımız nezdinde dine en büyük hizmet ve şerefli bir meşguliyettir.
Kur’an tarihine bakıldığında Kur’an’ın Hz. Peygamber’den sonraki ilk hafızlarının bir kısım sahabiler olduğu görülür. Şu kadar farkla ki, Hz. peygamber hafız olmamış, hafız edilmiştir. Onun dışında başta sahâbei kiram olmak üzere bir kısım Müslümanlar farklı zaman dilimleri içinde ve belirli bir eğitimden geçtikten sonra ya tamamının ya da bir kısmının hafızı olmuştur. Başlangıçtan günümüze kadar İslam âlemi içinde bu çalışma kesintisiz devam etmiş ve çok sayıda Kur’an hafızı yetişmiştir.
Hafızlık eğitiminde ebeveyn, hoca ve hafız adayı çocuk işin üç temel unsurudur. Evvelemirde hafız babası veya annesi olmak isteyen bir ebeveynin kalbinde Allah’ın yerleştirip yeşerttiği sevgi ve istek oluşur, aşk ve muhabbet tecellî eder. Onların “Evladımız hafız olsun, biz başka bir şey istemiyoruz Allah’ım!” şeklindeki iştiyak ve arzuları, dua ve niyazları bu işin başlaması ve devam etmesi noktasında en mühim safhadır, hatta olmazsa olmazıdır. Birinci unsur anne ve babadır; onlar ister, gerekeni yapar, disiplin ve kararlılıkla takip ederlerse bu çalışmanın önemli bir aşaması gerçekleşmiş olur. Zira onların bu hâleti ruhiyeleri ve kararlılıkları hafız adayı çocuk üzerinde müsbet etkiler yapar. İkinci unsur böyle bir çalışmayı yürütecek olan hocadır. Hoca bilgi, beceri ve pedagojik formasyon noktasında yeterli alt yapıya sahip olmalıdır. Ancak bu vasıfları taşıyan bir hoca ile sağlıklı ve makul zaman dilimi içinde bir hafızlık eğitimi gerçekleştirilmiş olur. Kuşkusuz bu da çocuğun başarısında etkin rol oynar. İşin nihayetinde üçüncü unsur, hafız adayı çocuktur.
Yeterli zekâ seviyesine ve yüzüne okuma alt yapısına sahip, sağlıklı ve istekli hafız adayı bir çocukla yola çıkmak esastır. Çocuk zorla, yalnız ebeveyn veya hocası istiyor diye baskıyla böyle bir eğitime tabi tutulmamalıdır. Bunun adı kaş yapayım derken göz çıkarmaktır; çocuğun taşıyamayacağı bir yükü sırtına vurmak, onun bütün şahsiyetini ve ruh dünyasını tahrip etmektir.
Bizim Kur’an kültürümüzde hafızlık ve onun üstünde kurralık en üst seviyede bir kurum olarak geçmişte ve günümüzde önemli bir mevki ihraz etmiştir. Müslüman halkımız hafızlık müessesesine büyük ilgi göstermiş, gerek özel mahfillerde gerekse Kur’an kurslarında yürütülen hafızlık çalışmalarına maddi ve manevi destek vermiştir. Hafız olan kişi kadar hafızlık yaptıran hoca da onun nazarında kıymetli ve her türlü muhabbet ve hürmete layıktır, eli öpülesidir.
Hafızlık geleneğimizde çalışmasını kendine has metotlarıyla ve işin ehli bir hocanın riyasetinde ikmal eden öğrenci (yahut öğrenciler) “hâfızı kavî” diye anılan hocalar huzurunda hafızlık imtihanına tâbi tutulur. Bu imtihan bazı yerlerde (aday tek öğrenci ise) sabahtan akşama kadar sürer. Öğrenci hocaların huzurunda Kur’an’ı baştan sona ezbere okur. yemek ve namaz vakti dışında okumaya ara verilmez ve “hadır” üslubuyla öğrenci ikindiye doğru hatmi tamamlar. Bazı yerler de ise bu uygulama üç güne yayılarak yapılır. Her gün on cüz okunur ve üç günde hatim bitirilir. Günümüzde bu imtihanların pazartesi başlayıp cuma günü cuma namazından sonra yapılan hatim duasıyla son bulan bir merasim çerçevesinde icra edildiği görülmektedir.
Kur’an kültürümüzde yer etmiş bir başka hafızlık geleneği de “hıfız (hafızlık) merasimi”dir. Bu merasim o beldenin en büyük camiinde yapılır. Reisü’lkurra olan hocanın riyasetinde icra olunan bu merasime hafızlar, hocalar ve cemaat davet edilir. Program misafir hafızların Kur’an kıraatleriyle başlar. Ardından hafızlığını tamamlamış öğrenciler hafızlık hocalarıyla birlikte camiye girer ve mihrabın önünde kendileri için hazırlanmış yere gelirler. Yüzleri reisü’lkurraya yönelik ve hilal şeklinde bir oturuş vaziyetiyle otururlar. Merasimi idare eden reisü’lkurranın işaretiyle okumaya başlarlar. Hafızların sayıları itibarıyla bazı durumlarda okumaya İhlas suresinden, bazı durumlarda Fil suresinden başlanır. Nâs suresine kadar her öğrenci bir sure okur. Hafız adedinin fazla olduğu cemiyetlerde İhlas suresi birkaç öğrenci tarafından okunur, gerek bu sureden gerek Felak ve Nâs’tan sonra tekbirler getirilir. Son iki öğrenciden birinin Fâtiha’yı, diğerinin Bakara suresinin ilk beş ayetini okumasının ardından reisü’lkurra dua eder ve böylece merasim sona erer.
Merasimin sonunda hafızlara “hafızlık belgesi” ve çeşitli hediyeler takdim edilir, gelen cemaate yemek ikramında bulunulur. Hafızlık imtihanı ve merasimiyle hafızlıkları tescillenmiş genç hafızlar ezberlerini geliştirmek için üç aylarda ve daha çok Ramazan ayında mukabele okurlar.