Yunus Emre, Mevlana, gibi bugün bizi dünyaya tanıtan evrensel abide pek çok şahsiyetimizin yetişmesinde İslam ve onun mukaddes kitabı Kur’an’ın ayrı bir yeri vardır. Şöyle ki bunlardan Mevlana, “Canım tenimde oldukça ben Kur’an’ın kölesiyim” demiştir.
Türkİslam şairleri, Türkçe yazdıkları şiirlerinde iktibas sanatını kullanmışlardır. Bu, onların İslam kaynaklarına vukufiyetlerinin de bir belgesidir. Nitekim Muallim Naci’nin şu cümleleri, Müslüman şairin gönlünde çağlayan Kur’an ayetlerinin nasıl diline döküldüğünü güzel bir biçimde anlatmaktadır:
“Ateşpare’nin Şerâre’nin sönüp gitmesini arzu edenler bulunduğunu işittikçe vicdanım ‘Yürîdûne en yütfiû nûrallahi bi efvâhihim’ (“Onlar Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar..”) ayetini tilavet ediyor, lisanım ise şöyle diyor: Biter mi, bitti demekle nûrı nâmütenâhî /Nefesle kabili iftâ mıdır, çerağı ilâhî?”
Nitekim Mehmet Akif de “ ‘Leyse li’linsani illâ mâ seâ’ derken Hüdâ/ Anlamam hiç meskenetten sen ne beklersin daha” diyerek, “İnsana çalışmasından başka bir şey yoktur.” (Necm, 39) ayetinden iktibas yapar.
Bin yıldır İslamla yoğrulan ve asırlarca İslam’ın bayraktarlığını yapan milletimizin bize emaneti olan kültürümüz hemen her alanında bu yüce dinin motiflerini taşımaktadır. Onun hayatının hemen her alanında İslam’ın izlerini görmek mümkündür. Ev hayatından iş hayatına, camiden mezara kadar her alan İslami çizgilerle süslüdür.
Şöyle bir bakıldığında hemen görülür ki, şu aziz vatanın dağlarıtaşları, âbidelerikubbeleri, camileriminareleri, mezar taşlarıtürbeleri Kur’an’ın terennüm ettiği tevhit nağmelerini haykırırlar. Kur’an’ın ezelî ve ebedî nurunu, atom zerrelerine kadar nüfuz edip ilan ettiği tevhit gerçeğini, hiçbir kuvvet bu vatanın ve bu milletin temiz sinesinden silip atamayacaktır. İslam, âdeta bu milletin varlık sebebi ve onu tarihteki o seçkin yerine oturtan en önemli faktör olmuştur. Dün olduğu gibi bugün de dünyanın dört bir yanında Türk olmak, Müslüman olmakla eş değerde sayılmaya devam etmektedir. Bu nedenle, Türk Milletini İslam’dan koparmak hiçbir zaman mümkün olmamıştır. Örneğin bu millete mensup olan biri, Kur’an yahut ezan sesi duyduğunda oturuşunu düzeltir, ağzındaki sigarasını atar, kendine çeki düzen verir ve okunanı saygıyla dinlemeye koyulur.
Hakkında açık bir nass olmadığı hâlde, belki de sadece bu milletin çocukları Kur’an Mushaf’ını belden yukarda taşır, yüksek rahlelere koyarak onu okur, Anadolu’da her evin başköşesinde mutlaka bir Kur’an Mushaf’ı bulunduğu gibi, kızların çeyizlerinde mutlaka bir Mushaf bulunur. Her Müslüman Türk, imansız, Kitapsız/Kur’an’sız olmanın bahtsızlık olduğunu iyi bilir ve dualarında bu duruma düşmemek için sürekli Allah’a yalvarır. Yine bizim kültürümüzde Kur’an Mushaflarının kapağında, “Ona ancak temiz olanlar dokunur.” ayeti yazılıdır. Bu uyarıyla Müslüman Türk evladı, maddi ve manevi kirlerden arınarak Mushaf’ı eline alır. Asla Mushaf’ı, sıradan herhangi bir kitap gibi görmez. O Mushaf’ın yazısı, cildi, kapağı, tezhibi Türk milleti tarafından son derece özenli bir şekilde yapılmıştır. Onun en güzel şekilde yazıldığına vurgu yapmak için “Kur’an Mekke’de indi, Mısır’da okundu, İstanbul’da yazıldı.” sözü meşhur olmuştur. Dün olduğu gibi bugün de Kur’an, en güzel şekilde Türkler tarafından yazılmaya ve en güzel şekilde okunmaya devam etmektedir.
Kur’an, anlamak ve gerekleri yerine getirilmek için indirilmiştir. Ne var ki bizim kültürümüzde anlaşılmadan okunan Kur’an bile okuyanı, belli bir çizgide tutar. Şöyle ki Kur’an okuyan insanımız, önce manen ve madden kendisini Kur’an okumaya hazırlar. Zira ona göre Kur’an okumak, Yüce Yaratıcı’nın huzuruna çıkma ve onunla konuşmaktır. Okuma bittikten sonra, Kur’an mushafı kaldırıldıktan sonra da insanımız daha abdestimle duruyorum, mushafı yeni kaldırdım, beni günaha sokma, bana gıybet ettirme, beni yalan söylemeye mecbur etme gibi ifadelerle mushafın denetiminde olduğunu itiraf eder. Anlamadan okunan Kur’an onu bu kadar tutar, bir de okuduğunu anlasa kim bilir ne kadar erdem ve güzelliklerin adamı olacaktır!
Küçük yaştan itibaren Kur’an okumak, Türk insanının olmazsa olmazıdır. Kur’an kursuna gitmek bir ayrıcalıktır. Boynunda Kur’an torbası/Kur’an çantası olduğu hâlde Kur’an kursuna giden küçüğümüz imrenilecek, sevginin yanında saygı duyulacak bir konumdadır. Küçük yaşta bir hafızımızın bir mecliste Kur’an’dan bir aşır okuması, onun gözümüzde büyümesini ve gönlümüzde taht kurmasını sağlar. O çocuk, büyüklerin dilinde hocadır, hafız efendidir, cennetliktir.
Kur’an kursu binasının yapımına yahut giderlerine insanımız hiç düşünmeden ve bütün imkânlarını seferber ederek yardım eder. Şu cennet vatanın hemen her köşesi Kur’an kursu binalarıyla dolu ise bu insanımızın Kur’an sevdasının en güzel tezahürüdür. Ölümünden sonra ardından Fatiha okuyacak bir neslin olması, Türk insanının en büyük dileğidir.
Eskiden beri Anadolu’da hemen her evin yahut her işyerinin duvarını, besmele, mülk Allah’ındır, Allah’ın dediği olur, rızık Allah’ındır, Allah dilerse olur, Allah mübarek etsin, Allah, Muhammed...
gibi bir dinî cümle yazılı hat tabloları süsler. Bunlardan birini evde yahut işyerinde bulundurmak, âdeta o ev yahut iş yerinin olmazsa olmazıdır. Bunlar bu yerlerin Müslümanlık belgeleridir.
Bunun yanında atasözlerimiz, deyimlerimiz, dualarımız, türkülerimiz, bilmecelerimiz bile İslam motifleriyle bezenmiş, nakış nakış işlenmiştir. Kısaca edebiyatımız, sanatımızın hemen her alanında dinî motiflere rastlamak mümkündür. Söz gelimi cami, imaret, han, medrese, türbe, tekke, mezar taşı, saray, ev, çeşme ve benzeri mimarî yapılarımızın süslenmesinde ayet ve hadisler çok önemli yer tutarlar. Dinî motifler yalnızca bun larla sınırlı kalmamış, bu sayılanların yanında paralar, sancaklar, alemler, yüzükler, mühürler, diğer alet ve edevatlar da aynı şekilde bundan nasibini almıştır. Ve yazılan her yazı, yazıldığı yerle, o yerin konum ve önemiyle bağlantılı bir biçimde en güzel bir şekilde yazılmıştır. Bu şekilde hem mimarî eserler süslenmiş, hem de hat ustaları yerli yerince ibareleri yazarak dinî bilinç düzeylerini ve güzel yazı yazma maharetlerini ortaya koymuşlardır. Müzehhiplerimiz, cilt ustalarımız Kur’an hatlarının ve Mushaflarının sayfalarına, kapaklarına döktükleri göz nuru ile Kur’an’a saygılarını göstermek istemişlerdir hep.
Şurası bir gerçek ki, Kur’an’dan seçilip alınmış bir tek ayet, yerinde ve zamanında gündeme getirilirse, çoğu zaman cilt cilt kitaplar okumaktan, uzun uzun sohbetler etmekten çok daha etkileyici olabilir. İşte bu nedenle Kur’an ayetleri, kültürel hayatımızın çeşitli alanlarında kullanıldığı gibi, mimari yapılarımızın uygun yerlerine de ustaca yerleştirilerek, onların etkin birer uyarıcı görevini yerine getirmeleri sağlanmıştır. Bize düşen ise, onları tespit edip doğru olarak okumak ve nereye niçin yazıldığını anlamaya çalışmaktır.
Kısaca söylemek gerekirse, kültürümüzün en önemli temellerinden biri Kur’anı Kerim’dir. Kur’an, millet olarak bizim taşımıztoprağımız, ekmeğimizaşımız, huyumuzsuyumuz, yolu muzyöntemimiz ve her şeyimiz olmuştur. Beşikten mezar taşına kadar her şeyde, hayatın her alanında onun izlerini görmek yahut başkalarına göstermek istemişiz sürekli. Bunun için de ondan bir şeyleri, uygun düşen her şeye kazımak ihtiyacı duymuşuz. Bu, biraz da tüm bu alanlarda ona göre yaşama ve yapıp ettiğimiz hemen her şeyi ona dayandırma, onda mesnedini bulma arzusundan kaynaklanmıştır.
İyi bir inceleme yapıldığında örf ve âdetlerimiz içerisinde yer alan pek çok uygulamanın Kur’ansünnet temelli olduğu, onların Kitap ve sünnetle yoğrulduğu görülür. Şöyle ki: Bizim kültürümüzde bir mecliste oturulurken, sonradan gelen bir büyüğe yahut herhangi bir kişiye yer açılır, hatta ayağa kalkılıp buyur edilir. Bu uygulamada şu ayetin izlerini görmek mümkündür: “Ey iman edenler, size ‘Meclislerde yer açın’ denilince yer açın ki, Allah da size genişlik versin...”
Annemiz olmayan bir hanım büyüğümüze ‘anne’ diye hitap etmemizin ardında herhâlde “Peygamberin eşleri, müminlerin anneleridir.” ayeti yatmaktadır.
Yine bir büyüğün önünde yürümeme yahut onun önünden geçme, onun yanında otururken, konuşurken edep ölçüleri içerisinde olma gibi davranışlarda şu ayetin izlerini görmek mümkündür: “Ey iman edenler! Allah’ın ve peygamberinin önüne geçmeyin. Allah’tan sakının. Şüphesiz Allah işitendir, bilendir.”
Alîm Allah. Allah doğrunun yardımcısıdır. Allah kerim. Allah kulunu kısmeti ile yaratır. Allah’tan ümit kesilmez. Allah bir kapıyı kaparsa, başka bir kapıyı açar. Allahü a’lem. Altı olur yedi olur, hep Allah’ın dediği olur. Ben demek şeytan işidir. Bin bilsen de bir bilene sor. Bir gönülde iki sevda olmaz, bir tahtta iki padişah olmaz. Cehennemin dibi. Cehennem kütüğü. Cehennem olmak. Cin çarpmak. Cin çarpmışa dönmek. Dünya Süleyman’a bile kalmamış. Elhükmü lillah. Evel Allah. Evlenenle ev alana Allah yardım eder. Eyvallah. Eyyup sabrı. Fî sebîlillah. Firavun inadı. Gözleri ve’lfecri okumak. Halil İbrahim bereketi. Halka verir talkını, kendi yutar salkımı. Her yokuşun bir inişi olmak. Her celâlin bir cemâli olmak. Kârun kadar malın olsa. Kul azmayınca Hak yazmaz. Maşaallah. Selamün kavlen. Veladdallin amin gibi daha pek çok atasözü ve özdeyişimizin temelinde Kur’an ayetleri vardır.
Bugün toplum olarak geleceğe kendimizi hazırlayabilmek için, temellerimizi keşfetmek, kendimizi tanımak zorundayız. Hep olumsuzlukları gündeme taşımak yerine güzellikleri öne çıkarmayı denemeliyiz. Bunun için de öz benliğimizin temelini oluşturan kültürümüze kazınmış ve asırlar geçtiği hâlde silinemeyen tevhit izlerini görmezden gelemeyiz. Yüce Allah İsra olayında, evrensel tevhit izlerini peygamberine göstermek için onu Mescidi Aksa’ya götürdüğüne vurgu yapıyor. Biz neden içiçe yaşadığımız hâlde kendi değerlerimizdeki güzellikleri görmezden gelelim? Neden hâlâ üzerinde ayet yazılı bir levhayı, anlamadan sadece sanatsal bir etkinlik olarak duvara asalım ve onu o gözle izleyelim? Neden o hayat kitabının yalnızca Mushaf’ına, yazısına saygı duymakla yetinelim? Neden ona olan bu saygımızı, onu anlayarak ve gereklerini yerine getirerek bütünlemeyelim?
Unutmayalım ki, milletleri ayakta tutan temel dinamiklerden biri de kültürdür. Kültür, bir toplumun köklerini ve dallarını oluşturan, geçmişi ile geleceği arasında köprüler kuran, böylece toplum bireylerinin ufkunu açan, onları geleceğe hazırlayan değerlerdir. Güçlü milletler, köklü kültürlere sahip toplumlardır. Köklü bir kültüre sahip olmak ise, kültürün temellerini, hayata bakış açısını doğru bir şekilde tespit etmek ve ona bilinçli bir şekilde sahip çıkmakla mümkündür. Kültürel değerlerimizi bilinçli sahiplenmek, onların yanlış yer ve zamanlarda kullanılmasının da önüne geçecektir.