Tevekkül, Müslümanların kadere olan inançlarının tabii bir sonucudur. Tevekkül eden kimse Allah’a kayıtsız şartsız teslim olmuş, kaderine razı olmuş bir kimsedir. Fakat kadere inanmak da tevekkül etmek de tembellik, gerilik ve miskinlik demek olmadığı gibi, çalışma ve ilerlemeye mâni de değildir. Çünkü her Müslüman olayların, ilahî düzenin ve kanunların çerçevesinde, sebepsonuç ilişkisi içerisinde olup bittiğinin bilincindedir. Yani tohum ekilmeden ürün elde edilmez; ilaç kullanılmadan tedavi olunmaz. Salih ameller işlenmedikçe Allah’ın rızası kazanılmaz ve dolayısıyla cennete girilmez. Öyleyse tevekkül çalışıp çabalamak, çalışıp çabalarken Allah’ın bizimle olduğunu hatırdan çıkarmamak ve sonucu Allah’a bırakmaktır.
Yüce Allah bir ayette “Kararını verdiğin zaman artık Allah’a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever.” [Âli İmrân, 3/159] buyurmuş, müminlerin bir başka varlığa değil, yalnızca kendisine güvenmelerini emretmiş, çünkü tevekkül edene kendisinin yeteceğini bildirmiştir.
Hz. peygamber (s.a.s.) de devesini salarak tevekkül ettiğini söyleyen bedevîye “Önce deveni bağla, Allah’a öyle tevekkül et.” buyurarak tevekkülden önce tedbirin alınması için uyarıda bulunmuştur.