Geçmişin sesi filmi sizin ilk yönetmenlik deneyiminiz. Aynı zamanda senaryosu size ait ve başrol oyuncusu da sizsiniz. Kadın karakter olan Sinemis’in zor olanı seçmesi ve dönüşümünü derinlikli işlemişsiniz. Mutsuzluğunun bu denli izleyene geçmesinin sebebi yazarın kendi mutsuzluğunun bir yansıması diyebilir miyiz?
Mutlu insanın işi yazmak değil, yaşamak. Ben yaşayamadığım için yazıyorum, başka türlüsünü yapamıyorum. Çünkü yarım kalmış hikayem var ve çok hazırlıksız yakalanmışım bu duruma, aşılmıyor… Başkasının alışmak dediği o yoluna devam etme alışkanlığı bende yok. Sadece yazarak orada kalabiliyorum. Yoksa biliyorum ki orada da barınamam. Bir yazar genel olarak dünyanın neresine giderse gitsin barınamıyor zaten. Ama ne zaman ki bir başkası sizi yazılarınızdan, şarkılarınızdan, filminizden yarattığınız her ne ise anlıyor işte o zaman bir nebze de olsa rahatlıyorsunuz. Ve mutlu olabilmenin tarifi bir yazar için ancak bu kadar olur
Seçme şansınız olsaydı, siz hangisi olmak isterdiniz? Değiştirme imkanı verilseydi?
Değiştirme imkanım olsaydı, kökünden değiştirirdim. ‘’Tüm bunlar tecrübe,’’ ‘’bunlar beni ben yapan hikayeler’' gibi altı boş cümlelere katılmıyorum. Ne kadar çaresiz değil mi bu kabul etmek zorunda kaldığımız teselli cümleleri? Kimse sormuyor ki sana, biliyor değişmeyecek hikayenin en başı. Çok döndüm ben o yollarda. Sürekli geri geri gidiyor ayaklarım, zihnim hiç durmuyor. Şurayı değiştirseydim, burayı eğip bükebilseydim, gideni geri döndürebilseydim gibi.
Bir kaybı normalleştirmek o kadar zor ki. ‘’İnsan olmak neden bu kadar zor?’’ diye çıkıp tüm dünyaya bağırasım var, yazarak bağırıyorum belki fakat o da yetmiyor. Bir gün noktası olan bir cümlede huzur bularım umarım.

Tarihi yorumlamak izleyici açısından bakıldığında sıkıcı gelebiliyor. Sizin tabiriniz ile ‘’ modern yorumlama’’ başarı ivmesini yakalamış durumda. Bu konuda söyleyecekleriniz neler?
Tarih kitapları, geçmiş medeniyetlerle ilgili genel olarak belgeseli yapılan bir hale dönüşmüş durumda. Başka ülkelerde mitoloji ve tarih iç içe, görsel destekleyiciler ile aksiyon filmlerine ilgi daha fazla. Bizim ülkemizde tarihi, tartışma programlarında veya okullarda ya da en fazla belgesellerde görüyoruz. Sıkıcı kelimesi bana göre yakışmıyor tarihe ve mitolojiye. Öyle büyülü bir dünya ki, bir kere araladığınız zaman kapıyı geriye dönüşü yok. Mitoloji ve tarih konusunda Joseph Campbell’den besleniyorum diyebilirim. Modern yorumlama ise; tarihte, farklı medeniyetlerden bir kahramanı, günümüzde karşımızda hatta ona dokunabilecek kadar gerçek ve yakın gördüğümüzde, işte o zaman karşı konulamaz bir istek doğuyor insanda. Bende doğan isteğin karşılığını bulması muazzam elbette.
Uluslararası film festivalleri arenası, çok sayıda rakibin yarıştığı ve zorlu bir arena. Aldığınız ödül sayısı 37’i bulmuş durumda. Bu başarıyı bekliyor muydunuz? Merak ediyorum çünkü jürinin ve dünyanın karşısına ilk çıktığınız bir film ‘’Geçmişin Sesi.’’
Ödül beklentisi ile yola çıkmadım. Bir kişi dahi olsa acaba anlaşılabilir miyim kaygısı ile yola çıktım. İkisi birbirine denk değil. Çünkü aldığım başarı haberinin etkisi sadece beş dakika sürüyor. Altıncı dakika; o his yok. Elbette başarmak güzel bir duygu ama benim motivasyonum bu değil. Şimdi biraz kendime diyebiliyorum: tam istediğim duygularda olabildiğince özgür olabilirim.

Bundan sonraki projelerinizden bahseder misiniz? Hedefleriniz arasında neler var?
Her kısa metraj film yönetmeni gibi, deneyimlerimin neticesinde uzun metraj film için hazırlıklara başladım. Yolu yarıladım diyebilirim, fakat eşzamanlı olarak vegan temalı bir kısa metraj film çekiyorum. Yine senaryosu bana ait, en çok sömür altında olan bir hayvanın gözünden 24 saatini anlattığım bir proje olacak…
Müslümanlık ve veganlık sizce de ters düşmüyor mu ? . Projenizde bununla ilgili bir aydınlatıcı sahneler görecek miyiz?
Hangi aileye ve hangi dine mensup olacağınızı bilmiyorsunuz dünyaya gelirken ve benim inandığım yaradan, yaratıcı güç, Rab, hiçbir canlının sömürülmesini, günlerce aylarca işkence edilerek esir tutulmasını, sadece insana hizmet edilmek üzere onlara bir malmış gibi davranılmasına razı kalmaz. Önce içinizde vicdan olan bir din sesini sorgulayın diyorum ben bu tür düşüncelere sığınan insanlara, önce senden güçsüz olan bir canlıya yaptığınız, yapacağınız davranışlarınızı sorgulayın. Belki ondan sonra vaat edilen cennete oturdunuz yerden ‘’Ama Tanrı bize onları hizmet etmesi için yarattı ’’ diyerek ulaşamayacağınızı anlarsınız. Onca dökülen gözyaşının bir hesabı olacaktır öyle değil mi? Her adımın hesabını vereceğimize inanıp aynı anda da zulmetmeyi kendimize ne zaman hak görmeye başladık, gerçekten sorgulanacak çok kalıp var. Benim sorgulamam ise endüstri içerisinde, göremediğimiz gerçekleri anlatan bir belgesel izlemem ile başladı. Gördüklerimin peşine düştüm, araştırdım ve anladım ki görünenden çok daha fazla vahşet var. Birçok insanın da yaşanılan hakkında bilgisi olduğunu düşünmüyorum. Bilen insan reaksiyon almadan duramaz bana göre. Hayvan istismarı ve bu alandaki kötülük sadece endüstriyel alanlarda yok, köylerde, taşralarda daha doğrusu hayvana sahip olan çoğu yerde var, maalesef. Bu konuda benim de yapmam gereken yaşadığım ülkedel ve tüm dünyada beyaz perdenin gücünü onların lehine kullanmak olacak. Sanatın gücü tam olarak burada hayata geçer. Çünkü sanatçının sözü daha çok dinlenir, yaptığı film ya da yaptığı işler neticesinde kitlelere ulaşır. Ve insan sahip olduğu yeteneği/gücü nerede kullanacağını, kimin veya hangi meselenin yararına kullanılacağını bilirse, o zaman kolektif sorumluluklar yerine getirilmiş olacaktır.
Mutlu insanın işi yazmak değil, yaşamak. Ben yaşayamadığım için yazıyorum, başka türlüsünü yapamıyorum. Çünkü yarım kalmış hikayem var ve çok hazırlıksız yakalanmışım bu duruma, aşılmıyor… Başkasının alışmak dediği o yoluna devam etme alışkanlığı bende yok. Sadece yazarak orada kalabiliyorum. Yoksa biliyorum ki orada da barınamam. Bir yazar genel olarak dünyanın neresine giderse gitsin barınamıyor zaten. Ama ne zaman ki bir başkası sizi yazılarınızdan, şarkılarınızdan, filminizden yarattığınız her ne ise anlıyor işte o zaman bir nebze de olsa rahatlıyorsunuz. Ve mutlu olabilmenin tarifi bir yazar için ancak bu kadar olur
Seçme şansınız olsaydı, siz hangisi olmak isterdiniz? Değiştirme imkanı verilseydi?
Değiştirme imkanım olsaydı, kökünden değiştirirdim. ‘’Tüm bunlar tecrübe,’’ ‘’bunlar beni ben yapan hikayeler’' gibi altı boş cümlelere katılmıyorum. Ne kadar çaresiz değil mi bu kabul etmek zorunda kaldığımız teselli cümleleri? Kimse sormuyor ki sana, biliyor değişmeyecek hikayenin en başı. Çok döndüm ben o yollarda. Sürekli geri geri gidiyor ayaklarım, zihnim hiç durmuyor. Şurayı değiştirseydim, burayı eğip bükebilseydim, gideni geri döndürebilseydim gibi.
Bir kaybı normalleştirmek o kadar zor ki. ‘’İnsan olmak neden bu kadar zor?’’ diye çıkıp tüm dünyaya bağırasım var, yazarak bağırıyorum belki fakat o da yetmiyor. Bir gün noktası olan bir cümlede huzur bularım umarım.

Tarihi yorumlamak izleyici açısından bakıldığında sıkıcı gelebiliyor. Sizin tabiriniz ile ‘’ modern yorumlama’’ başarı ivmesini yakalamış durumda. Bu konuda söyleyecekleriniz neler?
Tarih kitapları, geçmiş medeniyetlerle ilgili genel olarak belgeseli yapılan bir hale dönüşmüş durumda. Başka ülkelerde mitoloji ve tarih iç içe, görsel destekleyiciler ile aksiyon filmlerine ilgi daha fazla. Bizim ülkemizde tarihi, tartışma programlarında veya okullarda ya da en fazla belgesellerde görüyoruz. Sıkıcı kelimesi bana göre yakışmıyor tarihe ve mitolojiye. Öyle büyülü bir dünya ki, bir kere araladığınız zaman kapıyı geriye dönüşü yok. Mitoloji ve tarih konusunda Joseph Campbell’den besleniyorum diyebilirim. Modern yorumlama ise; tarihte, farklı medeniyetlerden bir kahramanı, günümüzde karşımızda hatta ona dokunabilecek kadar gerçek ve yakın gördüğümüzde, işte o zaman karşı konulamaz bir istek doğuyor insanda. Bende doğan isteğin karşılığını bulması muazzam elbette.
Uluslararası film festivalleri arenası, çok sayıda rakibin yarıştığı ve zorlu bir arena. Aldığınız ödül sayısı 37’i bulmuş durumda. Bu başarıyı bekliyor muydunuz? Merak ediyorum çünkü jürinin ve dünyanın karşısına ilk çıktığınız bir film ‘’Geçmişin Sesi.’’
Ödül beklentisi ile yola çıkmadım. Bir kişi dahi olsa acaba anlaşılabilir miyim kaygısı ile yola çıktım. İkisi birbirine denk değil. Çünkü aldığım başarı haberinin etkisi sadece beş dakika sürüyor. Altıncı dakika; o his yok. Elbette başarmak güzel bir duygu ama benim motivasyonum bu değil. Şimdi biraz kendime diyebiliyorum: tam istediğim duygularda olabildiğince özgür olabilirim.

Bundan sonraki projelerinizden bahseder misiniz? Hedefleriniz arasında neler var?
Her kısa metraj film yönetmeni gibi, deneyimlerimin neticesinde uzun metraj film için hazırlıklara başladım. Yolu yarıladım diyebilirim, fakat eşzamanlı olarak vegan temalı bir kısa metraj film çekiyorum. Yine senaryosu bana ait, en çok sömür altında olan bir hayvanın gözünden 24 saatini anlattığım bir proje olacak…
Müslümanlık ve veganlık sizce de ters düşmüyor mu ? . Projenizde bununla ilgili bir aydınlatıcı sahneler görecek miyiz?
Hangi aileye ve hangi dine mensup olacağınızı bilmiyorsunuz dünyaya gelirken ve benim inandığım yaradan, yaratıcı güç, Rab, hiçbir canlının sömürülmesini, günlerce aylarca işkence edilerek esir tutulmasını, sadece insana hizmet edilmek üzere onlara bir malmış gibi davranılmasına razı kalmaz. Önce içinizde vicdan olan bir din sesini sorgulayın diyorum ben bu tür düşüncelere sığınan insanlara, önce senden güçsüz olan bir canlıya yaptığınız, yapacağınız davranışlarınızı sorgulayın. Belki ondan sonra vaat edilen cennete oturdunuz yerden ‘’Ama Tanrı bize onları hizmet etmesi için yarattı ’’ diyerek ulaşamayacağınızı anlarsınız. Onca dökülen gözyaşının bir hesabı olacaktır öyle değil mi? Her adımın hesabını vereceğimize inanıp aynı anda da zulmetmeyi kendimize ne zaman hak görmeye başladık, gerçekten sorgulanacak çok kalıp var. Benim sorgulamam ise endüstri içerisinde, göremediğimiz gerçekleri anlatan bir belgesel izlemem ile başladı. Gördüklerimin peşine düştüm, araştırdım ve anladım ki görünenden çok daha fazla vahşet var. Birçok insanın da yaşanılan hakkında bilgisi olduğunu düşünmüyorum. Bilen insan reaksiyon almadan duramaz bana göre. Hayvan istismarı ve bu alandaki kötülük sadece endüstriyel alanlarda yok, köylerde, taşralarda daha doğrusu hayvana sahip olan çoğu yerde var, maalesef. Bu konuda benim de yapmam gereken yaşadığım ülkedel ve tüm dünyada beyaz perdenin gücünü onların lehine kullanmak olacak. Sanatın gücü tam olarak burada hayata geçer. Çünkü sanatçının sözü daha çok dinlenir, yaptığı film ya da yaptığı işler neticesinde kitlelere ulaşır. Ve insan sahip olduğu yeteneği/gücü nerede kullanacağını, kimin veya hangi meselenin yararına kullanılacağını bilirse, o zaman kolektif sorumluluklar yerine getirilmiş olacaktır.