Evlilik çiftlerin birbirlerine can şenliği oldukları sıcak bir yuvadır. Elbette evlilik hayatında birtakım problemler olabilir, fakat evliliği hemen bitirmek yerine bunları çözmek için uğraşmalıdır. Zira boşanma Allah’ın en sevmediği iştir ve çok zorunlu olmadıkça bu yola başvurmamak gerekir. Bu noktada asrısaadette ya da bizzat Hz. Peygamber’in hayatında bile birtakım aile anlaşmazlıkları, huzursuzluklar, geçimsizlikler yaşandığı bilinmektedir. Hatta bu ihtilafların bazısı çok dramatik ve sarsıcı da olmuştur. Her konuda örnek teşkil eden Hz. Peygamber’in hayatından evlilik hayatına ve sorunların çözümüne dair öğreneceğimiz çok şey bulunmaktadır.
Allah Resûlü, ailede yardımlaşmaya çok önem veren ve eşine her fırsatta yardımcı olan bir eştir. Hz. Peygamber’in yeri geldiğinde elbisesinin söküğünü diktiği, ayakkabılarını tamir ettiği, koyun sağdığı ve ev işlerinde ailesine yardım ettiği bilinmektedir. Allah Resûlü eşiyle sevinçleri paylaştığı gibi dertleri ve sorumlulukları da paylaşmıştır. Aile hayatında eşine ve çocuklarına hoşgörülü olan, buna mukabil adalet ilkesine aykırı da hareket etmeyen Hz. Peygamber, nasıl iyi bir eş ve bir baba olmak gerektiğinin örneklerini vermektedir. Allah Resûlü’nün eşini üzmemesi, onun gönlünü alması, her zaman yükünü hafifletmeye çalışması herkesin yapması gereken sünneti seniyyelerdendir. Hadislerin bize naklettiğine göre, “Resûlullah bir sabah vakti, “Yiyecek bir şey var mı?” diye sormuş, Hz. Âişe validemiz “Hayır, evde hiçbir şey yok.” deyince Hz. Peygamber, “Öyleyse ben bugün oruç tutayım.” diyerek bunu sorun yapmamıştır. Hz. Muhammed’in ailesi, Medine’ye geldikten onun vefatına kadar, yokluk yüzünden üç gece arka arkaya buğday veya arpa ekmeğinden doyasıya yememiştir. Allah Resûlü’nün kızı Fâtıma’nın durumu da Hz. Âişe’den farklı değildir. O evlendiği zaman çeyizinde sadece bir yaygı, içi hurma lifiyle doldurulmuş bir yastık, bir su kırbası, bir elek, bir havlu ve bir su bardağı vardı. Fakat mutluluk ehlibeyte göre maddiyatın ötesinde bir şeydir.
Hz. Peygamber’in engin hoşgörüsü ve merhametine rağmen peygamber ailesinde de gerilimler olmuştur. Aslında söz konusu problemler, günümüzde bu tür problemleri nasıl aşabileceğimize dair bize ışık tutmaktadır. Allah Resûlü’nün ailesi, samimiyet ve sevgi temeline oturmuştur. Onların birbirlerine karşı davranışları son derece içten ve saygılıydı. Hz. Fâtıma, Hz. Peygamber’in yanına girdiği zaman Hz. Peygamber “Fâtıma geldi.” diye hemen ayağa kalkar, onu elinden tutar, öper ve kendi yerine oturturdu. Sevgi dolu bir babanın evlada karşı ne güzel muamelesi! Bu hareket, çocuğuna sevgisini göstermenin yanında çocuğun bir kişiliğinin ve saygınlığının olduğunun bir ifadesidir.
Allah Resûlü’nün ailesinin Allah’a olan tevekkülleri ve birbirlerine olan sevgileri yüksek seviyede olsa da manzara devamlı bir mutluluk tablosu değildir. Allah Resûlü’nün aile birliği bakımından yaşadığı en sarsıntılı olaylar kuşkusuz Kur’an’da da bahsi geçen tahrîm tahyîr (i’lâ) ve ifk olaylarıdır. Tahrîm suresinde ve Ahzâb suresinde atıfta bulunulan olaylar, Hz. Peygamber’in eşleri ile anlaşmazlıklardan kaynaklanan olaylardı. İfk olayı ise düpedüz bir iftiraydı. Bu iftira, Hz. Âişe’yi hasta edecek kadar etkilemişti. Bu olayda Allah Resûlü’nün, doğrudan eşini hedef alan iftirada dahi hiçbir şekilde fevri hareket etmemesi, insanların her işte olduğu gibi ailevi konularda da aceleci davranmaması gerektiğine bir ikaz niteliğindedir. Zira eşler arasında kıskançlık ve dedikodu, pek çok ailenin yıkılmasına, şiddete ve acılara neden olmaktadır. Hâlbuki Allah Resûlü ağır bir dedikodu ve iftira durumunda dahi eşinin gücenmemesi ve aile birliğini korumak için çaba sarf etmiş ve nihayetinde Allah tarafından bunun apaçık bir iftira olduğu tescillenmiştir. Günümüzde insanların, eskilerin teenni ile hareket etmek dedikleri şekilde acele etmeden ölçülü hareket etmeye çok fazla ihtiyaçları vardır.
Hz. Peygamber’in aile hayatında karşılaştığı büyük sarsıntılardan biri olarak tahrim olayı, iki değişik şekilde rivayet edilmekle beraber, müminlerin annelerinin birbirlerini kıskanmış olmalarından kaynaklanmış bir hadisedir. Bu olayda Hz. Âişe ve Hz. Hafsa validelerimizin, Zeynep binti Cahş’a karşı kırıcı davrandıkları ve Allah Resûlü’nün kendilerine verdiği sırrı tutamadıkları görülmektedir. Evin cumbasında bir köşeye çekilen Allah Resûlü bu olay karşısında yalnız kalmak istemişti. Fakat Allah Resûlü’nün kırgınlığı Medine’de sel gibi yayılarak, Hz. Ömer’e kadar ulaşmıştır. Hafsa, Ömer’in kızıydı, sabah namazını kılar kılmaz, apar topar Allah Resûlü’ne gelen Hz. Ömer, Allah Resûlü’nü hasır üzerinde uzanmış bir hâlde bulmuştur. Hasır, Efendimizin yüzünde iz bırakmıştı.
Mütevazı odada sadece duvarda asılı tabaklanmayı bekleyen birkaç deri göze çarpıyordu. Hz. Ömer “Ey Allah Resûlü! dua et de Allah, İran’ın, Bizans’ın zenginliğini bize de versin.” deyince Allah Resûlü onlara verilen nimetin dünyalık olarak verildiğini söylemiştir. Hz. Peygamber, en büyük zenginliğin aile saadeti olduğunu bilmekteydi. Ümmetine de bunu telkin etmekteydi.
Tahyir olayı ise günümüzde lüks tüketimin yaygınlaştığı, insanların ihtiyaç ve istek dengesini tamamen altüst ederek, tüketim bombardımanına teslim oldukları bir metalaşma sürecinde aile ekonomisinin içinde bulunduğu tehlike dikkate alındığında çok daha dikkatli şekilde üzerinde düşünmeyi gerekli kılan bir olaydır. Ahzab Savaşı sonrasında elde edilen ganimetler yoluyla zenginliğin Medine’ye aktığı bir zamanda Peygamber hanımlarının da bu zenginlikten istifade etme arzuları ortaya çıkmış, Allah Resûlü ümmetine örnek olmak düşüncesiyle mütevazı hayatına devam etmek isteyince ailede huzursuzluk baş göstermişti. Hatta bu yüzden Allah Resûlü’nün bir ay boyunca eşlerinden ayrı kaldığı rivayet edilmektedir. Bu olay neticesinde Ahzâb suresinin 28. ve 29. ayetleri nazil olmuştur. 28. ayette belirtildiği üzere Allah Resûlü “Eğer dünya hayatını ve onun süsünü istiyorsanız, gelin size mut’a vereyim ve sizi güzelce bırakayım.” diyerek boşanma ve evli kalma konusunda eşlerini serbest bırakmıştır.
Bu düşüncesini açtığı Hz. Âişe “Allah’ı, Resûlü’nü ve ahireti seçiyorum.” diyerek duygularını dile getirmiştir. Her ne kadar bu olayda da ayet inmişse de söz konusu ayet, sorunun çözümünü yine seçenekler tanıyarak insanların kendi iradelerine bırakmıştır. para imkân demekse de her şey demek değildir. Önemli olan helal yolla kazanılmış paranın, ailenin ihtiyaçları konusunda dengeli şekilde kullanılmasıdır. Rızkı veren Allah olduğuna göre çalışıp emek verdikten sonra rızkın genişlemesi için Allah’a dayanmak, gayrimeşru yollara sapmamak gerekir. Zira bu tür yollar dünyayı mamur edeceğine, çoğu defa dünyayı da harap ederek ahirete kul hakkı ve büyük vebal götürmeye neden olmaktadır.
Kuşkusuz her ailede yaşanan kırgınlıklar Allah Resûlü’nün ailesindeki gibi tatlıya bağlanacak türden olmayabilir. Sâbit b. Kays, karısını dövmüş ve kolunu kırmıştı. Karısı Cemile binti Abdullah’ın erkek kardeşi, Allah Resûlü’ne gelerek şikâyette bulundu. Allah Resûlü, Sâbit’i çağırttı ve “Onu serbest bırak.”30 buyurdu. Ailesine karşı kırıcı ve incitici olduğunu söyleyen Ebû Huzeyfe’ye ise Allah Resûlü, bunun için Allah’tan af dilemesini öğütlemiştir.
Aile hayatında günümüzde tam olarak dikkat edilmeyen hususlardan biri de aile mahremiyetinin örselenmesi ve aileye ait sırların açığa vurulmasıdır. Oysaki aile bir zırh gibi fertlerini dışarıdan gelebilecek olumsuzluklara karşı şefkat ve merhamet ile koruyan, her bir ferdinin diğerinin derdi ile yoğrulduğu bir yerdir. Ailelerin mahremiyet ve özel dünyasına herkesin saygı göstermesi gerekir. Maalesef bugün internetin bilinçsiz bir şekilde kullanılmasının da etkisiyle insanlar bizzat kendi ailelerin her türlü özelini, fotoğraflarını ve en özel anlarını sakınmadan yabancı veya ilgisiz kişilerle paylaşabilmektedir. Bu ise sonradan önü alınamayan mahremiyet ihlallerine neden olabilmektedir. Kötü niyetli kişilerin her dönemde ve her yerde olabileceği unutulmamalıdır. Aile mahremiyetini ve özel dünyaları korumak dinin bir emri olup, bu özel dünyayı başkalarına fütursuz ve ilkesiz biçimde açmak samimiyet değil, hakların gereksiz şekilde ihlaline zemin hazırlamak anlamına gelir.
Allah, Kur’an’da “Ey iman edenler! Kendi evlerinizden başka evlere, geldiğinizi hissettirip (izin alıp) ev sahiplerine selam vermeden girmeyin. Bu davranış sizin için daha hayırlıdır. Düşünüp anlayasınız diye size böyle öğüt veriliyor.” demektedir. Evlerimiz, sadece dört duvarı, pencere ve kapısı olan mekânlar olarak tanımlanamaz. Evler, içindeki insanların ruhlarına bürünmüş hayat alanlarıdır. Bütün davranışlarıyla bizlere örnek olan Sevgili Peygamberimiz, bir evin kapısına vardığında evin kapısından birkaç adım geride durarak, ev sahibinden izin ister, izin verildikten sonra içeri girerdi. Efendimiz, aynı şeyi sahabesinden de beklerdi. Yine bunu teyit eden bir ayet, “Ey iman edenler! yemek için çağrılmaksızın ve yemeğin pişmesini beklemeksizin (vakitli vakitsiz) Peygamber’in evlerine girmeyin, çağrıldığınız zaman girin. Yemeği yiyince de hemen dağılın. Sohbet için beklemeyin. Çünkü bu davranışınız Peygamber’i rahatsız etmekte, fakat o (sizin kırılmanızdan da) çekinmektedir. Allah ise gerçeği söylemekten çekinmez. Peygamber’in hanımlarından bir şey istediğiniz zaman perde arkasından isteyin. Böyle davranmanız hem sizin kalpleriniz, hem de onların kalpleri için daha temizdir...” uyarılarında bulunmaktadır. Bu ayetler, İslam’ın ve Müslüman olmanın aynı zamanda bir adap ve nezaket işi olduğunu bize anlatmaktadır.
Aile mahremiyetine riayet edilmesi, ailenin korunmasını sağlamanın yanında insanların sosyal hayatında ilişkilerinin düzenlenmesi, toplum düzeyinde nezaketin yaygınlaşması bakımından da önemlidir. Bir eve çat kapı girmek dinî bakımdan bir erdem değildir. Tam tersine din, ilişkilerimizde başkasının özeline saygıyı ve özel alanların varlığına hürmet etmeyi gerektiren bir sistem ortaya koymaktadır. Bu bakımdan samimiyet adı altında yapılan ve dinin mahremiyet ilkelerinin gözetilmediği içli dışlı davranışlar, dinin belirlediği ölçülerle izah edilemez. Gerçek manada samimi dostlar, birbirlerinin özel alanlarına saygı gösteren, başkalarının haklarını çiğnemeyen kişilerdir. Hele hele dinen namahrem kabul edilen, yani teorik olarak birbirleri ile evlenme potansiyeli olan kişilerin, teklifsiz bir şekilde, üstelik eşler yalnızken bir eve gitmeleri, o evde misafir kalmaları, İslam dininin esaslarına ve ahlakına uygun değildir.