Hz. peygamber (s.a.s.), üzerinde kul hakkı bulunan kişilerin, hak sahibi olan mazlumlardan helallik almalarını öğütlemiştir. Bunun yapılmaması durumunda haksızlık yapan kişinin salih amellerinin, haksızlığı ölçüsünde alınarak hak sahibine verileceğini, eğer verilecek salih amel bulunamazsa o zaman da mazlumun günahlarının zalime yükleneceğini belirtir [Buhârî, Mezâlim, 10]. Yine Peygamberimiz (s.a.s.), imkanı olduğu halde vadesi gelmiş bir borcu kasten ödemeyenlerin de kul hakkını ihlal ettiğini şöyle ifade eder: “Ödeme gücü olan zengin kişinin ödemeyi ertelemesi zulümdür.” [Buhârî, Havâle, 1].
Görüldüğü üzere kul hakkı kişinin cennet ya da cehenneme gidişinde önemli ölçüde belirleyici bir rol oynamaktadır. Allah’ın huzuruna kul hakkı ile çıkmanın çok ağır bir vebali vardır. Çünkü böyle bir günahın Allah tarafından bağışlanması hak sahibinin affetmesi şartına bağlanmıştır. Hak sahibi hakkını almadıkça veya bu hakkından vazgeçmedikçe Allah kul hakkı yiyenin bu günahını affetmemektedir. Çünkü ilahî adalet bunu gerektirir. Veda hutbesinde Rasûlüllah (s.a.s.) “Ey insanlar, sizin canlarınız, mallarınız, ırz ve namuslarınız, Rabbinize kavuşuncaya kadar birbirinize haramdır (dokunulmazdır).” [Buhârî, Hacc, 132] buyurmuştur.
Kul haklarının ödenmesi konusunda Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Bir kimse bir başkasının haysiyetine ya da malına tecavüz ederek onun hakkını üzerine geçirirse, altın ve gümüş bulunmayan kıyamet gününden evvel hak sahibine hakkını ödeyerek onunla helallaşsın. Aksi halde yaptığı haksızlık ve zulmü nispetinde onun iyi amellerinden alınıp hak sahibine verilir. İyiliği yoksa veya iyilikleri hak sahibinin hakkını karşılamaya yetmezse, hak sahibinin günahlarından alınıp haksızlık eden kişiye yüklenir.” buyurmuşlardır.
Buna göre gasp, hırsızlık veya izinsiz alma gibi yollarla elde edilen haram para veya mal sahipleri biliniyor ise kendilerine yahut mirasçılarına, bilinmiyor ise fakirlere veya hayır kurumlarına onların namına sadaka olarak verilmelidir. Ayrıca, yapılan bu kusurlardan dolayı da Allah’tan af ve mağfiret dilenmelidir.
Mal ya da darp gibi şeylerle ilgili olmayan gıybet, bühtan gibi hak ihlallerinde en doğrusu hak sahibine durumu anlatıp helalleşmek olmakla beraber, her zaman bu şartı yerine getirmek mümkün olmadığından ya da insanlar bundan çekindiklerinden kendi adlarına tövbe edip, hak sahibi namına da istiğfar ederek dua etmeleri ya da hayır hasenat yaparak sevabını ona bağışlamaları, bu tür hak ihlallerine keffaret olur.
Görüldüğü üzere kul hakkı kişinin cennet ya da cehenneme gidişinde önemli ölçüde belirleyici bir rol oynamaktadır. Allah’ın huzuruna kul hakkı ile çıkmanın çok ağır bir vebali vardır. Çünkü böyle bir günahın Allah tarafından bağışlanması hak sahibinin affetmesi şartına bağlanmıştır. Hak sahibi hakkını almadıkça veya bu hakkından vazgeçmedikçe Allah kul hakkı yiyenin bu günahını affetmemektedir. Çünkü ilahî adalet bunu gerektirir. Veda hutbesinde Rasûlüllah (s.a.s.) “Ey insanlar, sizin canlarınız, mallarınız, ırz ve namuslarınız, Rabbinize kavuşuncaya kadar birbirinize haramdır (dokunulmazdır).” [Buhârî, Hacc, 132] buyurmuştur.
Kul haklarının ödenmesi konusunda Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Bir kimse bir başkasının haysiyetine ya da malına tecavüz ederek onun hakkını üzerine geçirirse, altın ve gümüş bulunmayan kıyamet gününden evvel hak sahibine hakkını ödeyerek onunla helallaşsın. Aksi halde yaptığı haksızlık ve zulmü nispetinde onun iyi amellerinden alınıp hak sahibine verilir. İyiliği yoksa veya iyilikleri hak sahibinin hakkını karşılamaya yetmezse, hak sahibinin günahlarından alınıp haksızlık eden kişiye yüklenir.” buyurmuşlardır.
Buna göre gasp, hırsızlık veya izinsiz alma gibi yollarla elde edilen haram para veya mal sahipleri biliniyor ise kendilerine yahut mirasçılarına, bilinmiyor ise fakirlere veya hayır kurumlarına onların namına sadaka olarak verilmelidir. Ayrıca, yapılan bu kusurlardan dolayı da Allah’tan af ve mağfiret dilenmelidir.
Mal ya da darp gibi şeylerle ilgili olmayan gıybet, bühtan gibi hak ihlallerinde en doğrusu hak sahibine durumu anlatıp helalleşmek olmakla beraber, her zaman bu şartı yerine getirmek mümkün olmadığından ya da insanlar bundan çekindiklerinden kendi adlarına tövbe edip, hak sahibi namına da istiğfar ederek dua etmeleri ya da hayır hasenat yaparak sevabını ona bağışlamaları, bu tür hak ihlallerine keffaret olur.