‘Dindârlık’, sözcük anlamı açısından, ‘din sahibi olmak’, ‘din edinmek’ demektir. ‘Dindâr’ da, ‘din sahibi olan’, ‘kendine din edinen’ anlamlarına gelir. Dindar sözcüğüyle eş anlamlı olarak ‘mütedeyyin’ kelimesini de kullanırız. Terim olarak ‘dindarlık, dinin emirlerini tamamıyla gözetmek (riayet)’ şeklinde tanımlanır. Dolayısıyla dindarlık, sahip olunan dinin öğretilerine ilişkin ‘bilgilenme’ ve bu bilginin gerektirdiği şekilde ‘amelde bulunma’ boyutlarını içermektedir.
Kelimenin sözlük ve terim anlamlarına yönelik bu kısa açıklama, yukarıdaki sorumuzun yanıtını da içermektedir. Burada ‘din’ sözcüğüyle, İslâm’a işaret edildiğini ve İslâm’ın ilk emrinin ‘OKU’ olduğunu hatırlayacak olursak, bilgi boyutu olmayan bir dindarlığın düşünülemeyeceğini söyleyebiliriz. Yaşanan dindarlık taklit seviyesinde dahi olsa değişmeyecektir; zira taklit etmek bile, insana nispet edildiğinde, taklit edileni bilmeyi gerektirir.
Konumuz olan kadın dindarlığına gelince; bu tamlama ilk defa, peygamber Efendimizin (s.a.s.) çok bilinen şu sözlerinin Türkçeye çevirisinde ortaya çıkmış olmalıdır. Şöyle buyuruyor:
“Kadın dört sebepten biri için nikâhlanır: Malı, soyu, güzelliği ve dindarlığı. Sen dindar olanı seç; aksi takdirde sıkıntıya düşersin.”
Burada ‘dindarlık’ olarak çevrilen kelimenin Arapça karşılığı ‘lidini hâ’ sözcüğüdür ve Efendimiz (s.a.s.) yukarıdaki hadislerinde malı, soyu ve güzelliği sebebiyle değil ‘dini sebebiyle’, ‘dini için’ bir kadınla evlenmeyi tavsiye etmektedir.
Toplumun temelini oluşturan en küçük birimin aile olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda, Efendimizin (s.a.s.) sözleriyle işaret ettiği gerçekliğin anlamını bir kez daha dikkatlice düşünmemiz gerekmektedir.
Kadını ve erkeği insan olarak gören, insan olma açısından kadın ve erkek arasında hiçbir fark gözetmeyen dinimiz, kadının toplumda bulunması gereken seviyesini bize göstermektedir. Güzelliği, malı ya da soyuyla bir meta olarak algılanan bir ‘kadın imgesi’ni değil; bir dünya görüşüne, hayata ilişkin bir bilgiye sahip olan ve o bilginin gerektirdiği şekilde eylemde bulunan bir ‘kadın gerçekliği’ni idrak etmemizi istemektedir. Elbette bu bilginin ilkelerini, ilk emri OKU olan vahyî bilgi oluşturacaktır.
Dindarlığın en güzel tezahürlerinden biri ise, insanın sadece Allah’ın kulu olduğunu, Allah’ın her bir kuluna çok yakın olduğunu idrak etmesi, düşünce ve davranışlarına bu idrakle istikamet vermesidir. Nitekim bir bedevinin Resûlullah’a (s.a.s.) gelip, “Rabbimiz yakın mıdır yoksa uzak mıdır? Yakınsa ona fısıltı şeklinde dua edelim, uzaksa bağıralım.” şeklindeki sorusu üzerine, Allah Teâlâ şu ayeti indirmiştir: “Kullarım sana Beni sorduğunda (söyle onlara): Ben çok yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edenin dileğine karşılık veririm. O halde kullarım da Benim davetime uysunlar ve Bana inansınlar ki, doğru yolu bulalar.”
Kur’anı Kerim’deki Mücâdele suresinin ilk dört ayeti ve onun iniş sebebi, böyle bir dindarlığın asrı saadette yaşayan bir kadın tarafından idrakinin en canlı örneklerinden birini teşkil etmektedir. Ensar’dan Evs b. Samit, hanımı Havle binti Sa’lebe’ye zıhar (Zıhar, cahiliye dönemi âdetine göre Araplarda, kadın ve erkeğin tekrar birleşmelerine imkân vermeyecek biçimde ayrılmaları sonucunu doğuran ve kadına zarar veren bir boşama türüdür. yapmıştı. Çok geçmeden söylediğine pişman oldu ve evliliğe dönüş yapmak istedi. Bu, Müslüman toplumun karşılaştığı ilk zıhar uygulamasıydı. Kadın, geleneğe göre yasak olan bu ilişkiyi bu halde sürdürmeyi kabul etmedi. Sonunda duruma bir çare bulması için Resûlullah’a başvurdu. Gençliğini kocası uğruna tükettiğini, ona çocuklar verdiğini, ama şimdi yaşlanınca kapı dışarı edildiğini anlattı. Kadın durumunu tekrar tekrar ifade etti. Hz. Peygamber bu konuda ilâhî bir bildirim almadığını ve bilinen hükümden (haramlık) başka bir çözüm söyleyemeyeceğini belirtti. Daha sonra kadın, Allah’a yalvarmaya ve hâlini anlatmaya başladı. “Allah’ım! Çok yalnızım. Bu ayrılık bana çok acı verecek. Küçük çocuklarım var; onları babalarına bırakırsam perişan olurlar, kendime alsam aç kalırlar. Hâlimi Sana arz ediyorum, beni bu sıkıntıdan kurtar. Resûlünün dilinden bir vahiy inzal buyur!” Kısa bir süre sonra adı geçen surenin onların durumuna çözüm sunan ilk dört ayeti indi.
“Kocası hakkında seninle tartışan ve Allah’a yakınan kadının sözünü Allah işitmiştir. Allah, sizin karşılıklı konuşmanızı işitiyordu. Çünkü Allah her şeyi işitmekte ve görmektedir.” (Mücâdele, 1)
Geleneğe göre yasak olan bir ilişkiyi, kocasının isteğine rağmen sürdürmek istemeyen fakat ailesinin dağılmasına, çocuklarının perişan olmasına da gönlü razı olmayan bir kadının problemine çözüm arama teşebbüsü ve en nihayetinde varlığın ve bilginin kaynağına yönelişi, kadın dindarlığının bilgi boyutunun zirve örneklerinden birini teşkil etmektedir. İçinde yaşadığı geleneği çok iyi bilen, doğru bilgiyle sağlanacak bir çözüm gerçekleşmediği sürece kocası da istese, ihtiyacı da olsa yanlış davranışta bulunmayan ve ailesini ayakta tutabilecek çare için nihaî mercie başvuran bir kadın modeli sunulmaktadır.
Toplumun temel taşı olan aileleri ayakta tutabilmek için böyle bir kadın dindarlığına her zamankinden daha çok ihtiyacımız vardır. Kadının bir meta, bir nesne olarak algılanmasına izin verilmemelidir. Kadına kendini, insanlığını geliştirecek, özünü gürleştirecek ortam sağlanmalıdır; erkeğe de! Unutulmamalıdır ki, biz ayağımızı ne kadar sağlam basarsak basalım, karşımızdaki de sağlam basmıyorsa, yeni nesillerin dengelerini bozmadan yürüyebilecekleri bir köprü oluşturamayız; çünkü ilişkiler ağındaki köprünün tek bir ayağı yoktur.
Kadına ve erkeğe ilişkin erdemler, birbirini tamamlayan değerler bütünüdür. Erdemli bir erkeğe ilişkin değerlerin, erdemli bir kadına ilişkin değerlerle tamamlandığı bir ailede erdemli şahsiyetler yetişebilecektir. Kadının dindar olmadığı bir ailede, erkeğin dindarlığı eksik kalacaktır. Elbette aksi de doğrudur; ancak ailede çocuğun, özellikle ilk çocukluk yıllarında eğitim de dâhil bütün ihtiyaçlarıyla annenin meşgul olduğunu ve bunun topluma yansımalarını göz önünde bulundurduğumuzda, kadınları dindar olmayan bir toplumda, erkeklerin dindarlığından bahsetmek pek de kolay olmayacaktır.
Kadın olmanın, küçük olsun büyük olsun, bütün köylerde ve şehirlerde zor olduğu bir zamanda yaşıyoruz. Zira kadın bir meta olarak evlenilir hâle gelmiştir; eşyada bilgiye de duyguya da yer yoktur!
Kızlarımızın, kadınlarımızın bugün okumaya teşvik edildiğini ve bunun için ciddî altyapı çalışmaları yapıldığını, seferberlik ilan edildiğini göz ardı edemeyiz elbette; ancak okuma teşvik edilirken gösterilen ideal, sadece genellikle ekonomik özgürlük olmamalıdır. Sadece ekonomik özgürlüğü elde etmek için öğrenim gören ve bu idealden başını kaldırmaksızın iş hayatına atılıp kazanmaya ve harcamaya, daha çok kazanıp daha çok harcamaya endekslenmiş bir hâlde yaşayan kadının; tarlada, merada, kendinin veya başkasının evinde temizlik işçisi, çocuk bakıcısı ve aşçı olarak çalışan kadınla arasında, ‘çalışan kadın’ olma açısından çok fazla fark yoktur aslında. Ancak öğrenim görüp toplumsal statü elde eden kadın, çalışmasının karşılığını kendisi almakta, ekonomik özgürlüğe sahip olmaktadır.
Kadınların kendilerini en özgür kabul edebilecekleri ekonomik özgürlüğün bulunduğu dünyada da kadın olmanın zorlukları vardır. Üretilenin reklâmında kullanılarak tüketilen, üretileni tüketmeye sevk edilerek tüketilen hep kadın olmaktadır.
Başkası için yaşamaya, başkası için güzel görünmeye ve nesnelleşmeye mahkum edilir kadın...
Kadın nesne olmamalıdır; çünkü o, toplumun şekillenmesinde çok ciddî bir fonksiyonu olan öznedir. Kadın, kendine kendinin özne olduğunu hatırlatacak bir bilgilenmeye doğru adım atmalıdır/atmaktadır.
Aslında, ister kadın ister erkek olsun, her insan öznedir ve hiçbir zaman biri diğeri için nesneleşemez, nesneleşmemelidir. İşte bu nedenledir ki, eğitim ve öğretimin merkezinde öğrenci vardır ve öğretmenin görevi, öğrencinin beynine bilgiyi yazmak değil, öğretilecek konularda rehberlik, edinilecek erdemlerde örnekliktir. Nitekim Allah Teâlâ, Kur’anı Kerim hakkında, “Bu kitap, hiç şüphe yok, sakınanlar için bir rehberdir.” (Bakara, 2) buyurmaktadır. Zira bu Kitab’ın indirilmesinin hedefi, insana kendi özünü keşfetmesini sağlamak, kim tarafından, niçin yaratıldığını fark ettirmek ve onun dünya görüşüne istikamet vermektir. Onu niçin yaşadığı, ne için çalıştığı hususunda bilgilendirip davranışlarına bir anlam ve derinlik kazandırmak, yapıp ettiklerinin karşılığının uhrevî bir boyutu da olduğunu hatırlatmaktır.