İnsanlığın maddimanevi bütün problemlerine şifa olan Kur’an’ın bir adı da “zikir”dir (Hicr, 9). Bu yönüyle o, okundukça hem kendisiyle öğüt alınan bir bereket kaynağı (Enbiya, 50); hem de kalplerin huzur bulduğu yüce bir arınma vasıtasıdır. Çünkü kalpler ancak onunla huzura erer (Râd, 28). Yüce Rabbimiz, Kur’an’ın insanlığın “şeref” ve “şanı” (Enbiya, 10); gelişiyle herkesin sevinmesi gereken bir lütuf olduğunu belirterek, onun kâinattaki her şeyden daha hayırlı olduğunu vurgulamıştır (Yunus, 57, 58). Bu ayetler Kur’an’ın insanoğlu için ne kadar önemli bir rehber ve arınma vasıtası olduğunu gösterdiği kadar; insanlık için bu kutsal kitaba karşı “sorumluluk bilinci” oluşturmayı da hedeflemektedir. Nitekim yüce Rabbimiz, tüm insanlığın Kur’an’a karşı sorumlu olduğunu, hepimizin ondan hesaba çekileceğini belirtmiştir (Zuhruf, 44). Bütün bu ayetler yüce kelama karşı vazifelerimizi bir daha gözden geçirmemiz için bir fırsat olarak algılanmalıdır.
İnsanlığın sosyal ve ahlakî problemlerine şifa olan Kur’an’ın ilk emrinin “oku” olması (Alak, 1), bu emrin pek çok ayette Kur’an’ın okunmasına hasredilmesi (Ankebut, 45), Kur’an’a karşı ilk sorumluluğumuzun “okuma” ile başladığını göstermektedir. Nitekim Kur’an okumak Peygamberimiz (s.a.s.)’in hadislerinde çokça teşvik edilmiş, “Kur’an okuyunuz. Çünkü Kur’an, kıyamet gününde kendisini okuyanlara şefaatçi olarak gelecektir.” (Müslim, “Müsâfirîn”, 252) müjdesiyle bu teşvik uhrevî bir boyut kazanmıştır. Müslümanların tarih boyunca Hz. peygamber (s.a.s.)’in sünnetine uyarak Kur’an’ı sürekli hatmetmeleri ve milyonlarca evladına ezberleterek nesilden nesile aktarmaları, cihanda eşi benzeri olmayan bir örnek, bir övünç kaynağıdır.
Ancak unutulmamalıdır ki, Kur’an okumaktan maksat öğüt almaktır. Kur’an’ın, tüm insanlığa okumak (Kehf, 27), ayetleri üzerinde düşünmek (Sâd, 29) ve öğütlerine sımsıkı tutunmak (Âli İmrân, 103) gibi vazifeler yüklemesi, okumanın ve hatmin bütün bu amaçları gerçekleştirmek için yapıldığını göstermektedir. İşte hatim bütün bu kutsî amaçları gerçekleştirmek için yapılan yolculuğun adıdır. İslam dini, okumayı, irfana ve erdeme ulaşmak için bir araç olarak görür. Buna göre okumak düşünmeye, düşünmek de derin saygı ile birlikte öğütlere sımsıkı sarılmaya götürmelidir.
En hayırlı yolculuk: Hatim
Hatim, Kur’an’ın orijinal metninin tamamını Fatiha suresinden Nâs suresine kadar yüzünden ya da ezbere okumaya denir. Kur’an’ın hatmedilmesi hadislerde “en hayırlı amel” olarak nitelendirilmiştir. Söz konusu hadiste Peygamberimiz (s.a.s.) Kur’an’ı hatmeden kişiyi “bir yolculuğa başlayıp bitiren ve tekrar yolculuğa başlayan kimse” olarak nitelendirmiştir (Tirmîzî, “Kırâât”, 13). Buna göre Kur’an’ı hatmeden kişi ayetler arasında kutlu bir yolculuğa çıkmıştır. Kimi zaman, Yusufla birlikte kuyudadır; kimi zaman Yunusla balığın karnında. Kâh Musa ile birlikte Rabbine yakarır; kâh İbrahim olur, bilge cevaplarıyla tanrılık taslayanı şaşırtır. Bu yolculuk o kadar kutludur ki, okunan her ayette tüyler diken dikendir; derin bir saygı vardır gönüllerde. Kişi, bütün gönlüyle Yaratan’a yönelmiş, öğüt almaktadır ilâhi kelamın her safhasından. Hani bir söz vardır: “Her yolculuk yeni bir sevdanın başlangıcıdır” diye. İşte bu söz sanki Kur’an ayetleri arasında yolculuk yapan için söylenmiş, sanki onu anlatıyor. Musa ile Hızır kıssası alır götürür yolcuyu Rabbinin bilinmez sırlarına; Süleyman’ın hizmetine verilenler de bundan sonra kimseye nasip olmayacak bir hükümranlığa. Bu yolculuk o kadar kutludur ki Musa’nın, “Rabbim bana göndereceğin her hayra muhtacım.” (Kasas, 24) yakarışlarını hatmi yapan söylemektedir artık. Musa ile birlikte yakaran odur. İbrahim’in ateşe atıldığında ateşin onu yakmadığını hisseden odur. Kısacası o okudukça vahyin manevi gücü ile dipdiri kalan, aldığı feyizle etrafını aydınlatan ve Rabbine daha çok teslim olan kimsedir. Bu gerekçe ile Peygamberimizin, “Kur’an’ı ne kadar zamanda hatmedeyim” diyen sahabîye öncelikle “bir ay” cevabını vermesi, Kur’an’ın ayetlerinin düşünerek ve anlayarak okunması maksadına yöneliktir
13). Öyleyse hatmin en temel hedefinin, ayetler üzerinde düşünmek; Kur’an’ın öğütleriyle manen diri kalmayı başarmak olduğunu söyleyebiliriz. Bu nedenle Peygamberimiz hatmin üç günden az bir sürede bitirilmemesini istemiş, bu şekilde okuyanın Kur’an’dan bir şey anlamayacağına işaret etmiştir (Tirmîzî, “Kırâât”, 13, 2949).
Elbette ki Kur’an Hz. Peygamberin okuduğu gibi okunmalıdır. Yüce Rabbimiz ondan Kur’an’ı “tertîl” üzere okumasını istemiştir (Müzzemmil, 4). Bu nedenle tefsir usulcüleri, Kur’an’ın medlere, tecvide ve vakıflara riayet ederek tane tane okunmasının sünnet olduğunu ifade etmişlerdir. Ayrıca bu okuyuş Kur’an’ı anlama amacı için en uygun okuma biçimidir.
Kur’an’ın “tertîl” üzere okunması hepimiz için olması gereken ideal okuyuş biçimidir. Bu şekilde bir okuyuşa sahip olmak biraz gayret gerektirir. Eksikliği olan kardeşlerimizin güzel okuyan bir hocadan ders almaları ya da Başkanlığımızın sitesinde yer alan “Kur’an Öğreniyorum” linkinden yararlanmaları uygun olur.
Kur’an’ın tecvitli okunması ana dillerinin Arapça olması dolayısıyla Hz. Peygamber ve sahabîlerinin uygulamasında zaten vardı. Kur’an’ın doğru biçimde telaffuzu ancak bu şekilde bir okuyuşla mümkün olabilir. Hadisler de bu şekilde okuyanları övmüş, onların “vahiy getiren şerefli ve itaatkâr meleklerle beraber olduğunu” belirtmiştir. Hadisi şerif Kur’an’ı tecvitli okuyamadığı hâlde zorlukla okumaya çalışanlara da iki kat ecir olduğunu müjdelemiştir (Buhârî, “Tevhîd”, 52). Öyleyse öncelikle bir mümin, Rabbinin yüce kelamını aslına uygun, doğru biçimde okuma gayreti içerisinde olmalıdır.
Kur’an lafız ve manası ile birlikte Allah’ın kelamı olduğu için, ayetlerin Arapça’dan farklı kelimelerle ifade edilmesi Kur’an yerine geçmez, bu cümlelerle ibadet edilmez. Kur’an’ı “Kutsî hadis”ten ayıran yönlerden biri de budur. Bu özelliğinden dolayı Kur’an tarifinde, “okunmasıyla ibadet edilen” ibaresi yer almış ve namazdaki farz kıraatın ancak Kur’an ayetleriyle yerine getirilebileceği belirtilmiştir. (Meydânî, elLübâb fî Şerhi’lKitâb, elMektebetü’l
Bu tanım, Kur’an’ın mealini yani Türkçe anlamını baştan sona kadar okumanın hatim olmadığını ortaya koymuştur. Bunun yanında Kur’an’ın mealinin okunarak anlaşılmasına yönelik bir çaba içerisinde olmak son derece önemlidir. Çünkü Kur’an kendisinin de ifade ettiği gibi anlaşılmak için indirilmiştir (Rûm, 28). O zaman bu çaba takdire şayandır. Rabbimiz bu çabayı sarf edenlere de mükâfatlarını verecektir. Ancak bu şekilde okuyuş teknik olarak “hatim” kabul edilmemiştir.
Burada vurgulanması gereken bir diğer husus daha vardır ki, o da Kur’an’ın lafız yönünü önceleyip manayı ihmal etmektir. Kur’an okuyan bir müminin Rabbi ile baş başa olduğu, O’nunla konuştuğu düşünülürse, konuşulanları anlamamasının ne kadar büyük bir eksiklik olduğu ortaya çıkar. Öyleyse her iki tür eksiklik de giderilmeli, “zaten okuyuşum yanlış” ya da “okuduklarımın anlamını bilmiyorum” gerekçesi ile Kur’an’dan uzaklaşılmamalıdır. Unutmayalım ki, bize düşen yapabildiğimizin en iyisini yapmaktır.
Kur’an’ın başından sonuna kadar okunarak hatmedilmesi Hz. Peygamber (s.a.s.)’e dayanır. Peygamberimiz (s.a.s.) ile Cebrail (a.s.) her sene Ramazan ayında o güne kadar inen ayetleri birbirlerine karşılıklı olarak okumuştur. Bu uygulama Hz. Peygamberin vefat edeceği dönemde iki defa yapılmıştır (Buhârî, “Fezâilü’lKur’an”, 7).
Hz. Peygamber (s.a.s.)’in Kur’an’ı sürekli biçimde okuyarak hatim indirmeyi Rabbimizin en çok sevdiği amellerden biri olarak nitelendirmesi hatmin müminler arasında da yaygınlaşmasına neden olmuştur. Bizler de üç ayların girdiği bu bereketli zaman dilimlerini Kur’an kıraatiyle değerlendirmeliyiz.
Kur’an’ın her harfine on sevap ile mükâfat verileceği hadislerde bildirilmiştir
Kur’an”, 16). Bu müjde müminleri Kur’an ile daha çok meşgul olmaya yönlendirmiştir. Ancak daha çok okuyup daha fazla sevap alma düşüncesiyle Kur’an okurken çok seri olunmamalı ve tecvid kuralları da ihmal edilmemelidir.
Hatimle teravih namazı kıldırmanın kökeninin Hz. Ömer (r.a.)’e kadar gittiği belirtilir. Hz. Ömer (r.a.) hicretin 14. senesinde teravih namazının cemaatle kılınmasını gerekli görmüş, bu konuda Übeyy b. Ka’b’ı imam tayin etmiş ve çevreye emirnameler yollamıştır.
Sahih hadis kaynaklarında teravih namazının ilk defa Hz. Ömer döneminde hatimle kıldırıldığına dair çok açık bilgiler yer almamasına rağmen fıkıh kitaplarının terâvih namazlarıyla ilgili bölümlerin Übeyy b. Ka’b’ın mescitte teravih namazlarını hatimle kıldırdığına dair genişçe malumat vardır. Bu nedenle fıkıh kitaplarının ilgili bölümlerinde teravih namazını Kur’anı Kerim’i en az bir kere hatmederek kılmak sünnet kabul edilmiştir.
Tespit edebildiğimiz kadarıyla hadis kaynaklarında Hz. Peygamberin hatimle teravih namazı kıldırdığına dair herhangi bir rivayet bulunmamaktadır. Ancak fıkıh bilginlerinin pek çoğunun bunu sünnet kabul etmeleri, ilk hafız olan Peygamberimizin hatimle teravih kılmış olması ihtimalinin yüksek olduğunu göstermektedir. Hz. Ömer’in bu uygulamayı cemaatle yaptırması bu konudaki kanaati de güçlendirmektedir. Sahabîlerin sünnete uygun davranma konusundaki titizlikleri dikkate alındığında bu konunun kendi uygulamaları olmadığı da anlaşılabilir. Nitekim Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali’nin hatim ile teravihe devam etmesi, hatim ile teravih kıldırmanın sünnet olduğu şeklinde algılanmıştır.
Öte yandan hatimle teravih namazının Hz. Peygamberin uygulamasında yer aldığını düşünmek Kur’an ve sünnete aykırı değildir. Zira Kur’an ile meşgul olmak bizzat Kur’an’ın emridir. Ancak kişi namazda kolayına geleni okumayı tercih edebilir. Çünkü herkes gücünün yettiği kadarıyla mükelleftir. Öyleyse teravih namazını hatimle kılmanın sünnet olduğunu dikkate alarak, bu sünneti ihya edebilecek güçlü hafızlar yetiştirmeli ve sünneti ihya edenler arasında yerimizi alabilmeliyiz. Fıkıh kitaplarının ifadesiyle, “Cemaatin tembelliğinden dolayı bu sünneti terk etmemeliyiz”
Hatimle teravih kılmanın binlerce yıldır devam eden ve dünyaya örnek olacak eşsiz bir uygulama olduğunu dikkate alarak, bu güzel geleneğe sahip çıkmalı, sağlam hafızlar yetiştirmenin gayreti içerisinde olmalıyız. Hatimle teravih namazı kıldırabilmek için çok sağlam bir hafız olmak gerekir. Hafızlık, Rabbimizin mübarek kelamının tümünün bin bir tekrarla hafızaya nakşedilmesidir. İlk hafızın Hz. Peygamber (s.a.s.) olduğu; hafızların, Kur’an’ın günümüze kadar değişmeden gelmesinde büyük rol oynadığı dikkate alındığında, hafızların dinimiz ve toplum adına ne kadar büyük bir hizmeti üstlendikleri de anlaşılmış olur. Hafızlık eğitimi için ülkemizde ortalama yirmi dört ay ayrılmaktadır. Ama bu süre öğrencinin kapasitesine göre daha kısa da sürebilmektedir. Hafızlığın yapılış süreci kadar, sağlanması ve korunması da son derece önemlidir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.s.), hafızlığın ilgi ile korunabileceğini, ilgilenilmediğinde hemen unutulabileceğini haber vermiş
Kur’an’ın hafızada korunmasına özen gösterilmesini istemiştir.
Kur’an’dan bir miktar bulunmayan kimseyi harap olmuş eve benzetmesi (Tirmîzî, “Fezâilü’lKur’an”, 18; Dârimî, “Fezâilü’lKur’an”, 1) ve kendisine Kur’an ve
rilen, onu gece gündüz okuyan kimsenin gıpta edileceklerden biri olduğunu belirtmesi (Buhârî, “İlim”, 15, “Temenni”, 5) hafızlığın önemini göstermesi bakımından son derece anlamlıdır.
Günümüzde hafızlık eğitimi, diyanet İşleri Başkanlığı bünyesindeki Kur’an kursları vasıtasıyla verilmektedir. Başkanlığımız yasaların kendine verdiği bu görevi en iyi şekilde yapmaya çalışmakta, programların veriminin artırılması maksadıyla bilimsel verilerden de istifade etmektedir. Bütün bu teşebbüsler daha sağlam hafızların yetişmesi ve Hz. Peygamber (s.a.s.)’den kalan bu mirasın korunması içindir. Bizler de atalarımızın yaptığı gibi hafızlık müessesesine, hafızlarımıza ve hatimle teravih namazı kıldırmak gibi binlerce yıldır süren güzelliklerimize sahip çıkalım, bu değerlerimizin kıymetini toplum olarak bilelim.