Duanın zengin anlam dünyası içinde Allah’a şükretmek, O’nu övmek, O’nun eşi ve benzeri olmadığını dile getirmek, kötülüklerden korunma ve bağışlanma dilemek, muhtaç olunan nimetler için yalvarmak gibi farklı duygu ve niyetler yer alır.
Dua, şekil ve şartlarla sınırlanmayan, belli bir zamanı ve mekânı olmaksızın bir ömre yayılan, kuşatıcı bir ibadettir. Elbette mübarek geceler, farz namazların hemen sonrası, Cuma vakti, Arefe günü gibi duanın makbul olduğu zamanlar vardır. Aynı şekilde, Mekke, Kâbe, Arafat, Medine gibi duayla bütünleşen mekânlar da bulunmaktadır. Ancak insanın, her an ve her durumda Rabbine dua edebileceği, tartışılmaz bir gerçektir.
Dua, Allah ile kul arasında kurulan iletişimdir. İnsan, hayatı boyunca üstesinden gelemeyeceği birçok sorunla karşılaşır. Öfke, keder, sıkıntı, korku, acizlik, yalnızlık, çaresizlik, hastalık, yoksulluk, ümitsizlik gibi hâller yaşar. Bilhassa zor zamanlarında Allah’a dua etme ihtiyacı hisseder. Zira sonsuz kudret sahibi olan Allah’ın ona yardım edeceği ümidi, insanın üzüntüsünü hafifletir ve dayanma gücünü artırır. Ama Yüce Allah, insanların sadece sıkıntıya düştüklerinde dua etmelerini istemez. O, yoklukta olduğu kadar varlıkta, sıkıntıda olduğu kadar huzurda da kulunun kendisini hatırlamasını ister. Hatta darlıktayken yalvarıp rahata kavuşunca O’nu unutan, vefasız ve nankör kullarından Kur’an’da sitemle söz eder.
Müslüman, hayatına duayla anlam ve değer kazandırır. Rabbinin kendisini her an gördüğü ve işittiği bilinciyle duasız kalmaz. Duada acele etmez, duanın kabulünden ümidini kesmez. Sadece kendisine değil mümin kardeşlerine de dua ederek bencillikten sakınır. İçtenlikle yalvarmaya ve Allah’tan hayırlısını istemeye özen gösterir.