Osmanlı toplumunda toplum yapısının cinslerin ayrımı üzerine kurulmus olması, iki ayrı dünyayı ortaya çıkarmıstır. Erkegin dünyası kamusal, kadının dünyası ise özel ve mahremdi varlıgı ancak aile içinde söz konusu edilebilirdi. Eve kapanıp örtünmeye mahkum edilen kadın, toplum hayatındaki rollerini kaybetmistir. Bu durum Tanzimat’la birlikte gelisen özgürlesme ve egitim talepleriyle degismeye baslamıstır. Tanzimat dönemi yazarlarının batılı hak taleplerinin içinde kadının sorunlarına çözüm üretmek için kamuoyu olusturma istemi de vardı. Özellikle 19.yüzyılın sonlarına dogru önemli bir çıkıs olarak “Hanımlara Mahsus Gazete” üzerinde durmak gerekir. Kadın yazarların önemli katkıları olarak çıkan bu gazeteye ek olarak bir çok entelektüel erkek de kadın özgürlesmesinin geregi üzerinde durmuslardır.
Hüseyin Rahmi Gürpınar, Halit Ziya Usaklıgil, Namık Kemal önemli isimlerdir. Devam eden dönemde bir çok karmasadan sonra İkinci Mesrutiyet bazı tartısmalar için olanak yaratmıs olmakla birlikte örnegin örtünme ile ilgili yeni yasa taleplerinin de gündeme getirildigi bilinmektedir.Mesrutiyet döneminde bir çok kadın dernegi kurulmustur. İlk kadın derneklerinin daha çok hayırsever amaçlarla kurulmus oldugunu görürüz. İkinci Mesrutiyetle ortaya çıkan önemli degisimlerden birisi de ev içinde gerçeklesen egitimden kadınlar için de okulda egitime geçilmis olmasıdır.
1917 tarihli Hukuk-u Aile Kararnamesi üzerinde özel olarak durmak gerekir. Bu Kanun Hükmünde Kararname, islam ülkelerinde hangi dinden olursa olsun herkesi kapsayan ilk standart belge olma özelligi göstermektedir. Bu kararname ile kadınlara bosanma ve poligamiye karsı bazı haklar tanınmakta, evlenmelerde her dinden teba için devletin kontrolü sart kosulmaktadır. Ancak yasa 1919 Haziranı'nda yürürlükten kaldırılmıstır.
Birinci Dünya Savaşının yarattıgı ortam bütün dünya da oldugu gibi ülkemizde de kadınların geleneksel rollerinde zorunlu bir degisimi ortaya çıkarmıstır. Savasın çok kısa bir sürede topyekün bir savasa dönüsmesi erkeklerin cepheye gitmesini kalan alanlarda ve geri hizmetlerde kadın gücüne ihtiyaç duyulmasına yol açmıstır. Gündelik hizmetlerin yanında askerlerin gereksinimlerini karsılamak için açılan yeni fabrikalarda kadın isçilerin istihdam edildigini görmekteyiz.
Ülkemizde, Birinci Dünya Savasının yenilgi ve 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Mütarekesi ile sonuçlanmasıyla ortaya çıkan acı tabloda hemen hemen hiçbir hakkı olmayan kadınların da çesitli mitinglerle protestoları vardır. Baslayan Kurtulus savası sadece bir cephe savası olarak kalmamıs yeni bir yapılanmanın hem kurtulusu hem de kurulusuna dönüsmüstür. Kurtulus Savasında Türk kadını önemli etkinliklerde bulunmus ve vatanını canı gönülden savunmustur.
Tarihimizin en zorlu dönemi olan 1914-1923 yılları, kadın haklarına iliskin de yeni bir çizgiyi gündeme getirmistir. Atatürk’ün Türk toplumunu çagdas uygarlık yörüngesine oturtmak gibi büyük amacının iki önemli yönü vardır; Birincisi, gelenekçilik tutumunu yok etmek, ikincisi de bu yörüngeye uygun kuralları, kurumları, örgütleri yerlestirmek, toplumun yeni kusaklarını buna göre yetistirmektir. Bu anlamda Cumhuriyet dönemi gelismeleri bir yenilenme arayısı olarak adlandırılabilir.
Atatürk, Türk toplumunun temeli kabul ettigi aileye ve ailenin de diregi olarak gördügü kadına, çok büyük önem vermistir. Atatürk, ailenin bireylerine bireyler arası iliskilerine ve bu bireylerin huzur ve mutluluguna egilerek onları egitimde ve iktisatta çagdas medeniyetler seviyesinin üzerine çıkarmaya çalısmıstır. Özellikle hukuk alanında kadınlara genis haklar tanımıstır.
Atatürk’ün kadının statüsüne iliskin yaklasımları evrensel niteliktedir ve son derece genis bir perspektife sahiptir ve bu perspektif yeni cumhuriyetinde en belirgin özelliklerinden birisidir. Atatürk, 1923 yılında “..suna inanmak lazımdır ki dünya yüzünde gördügümüz her sey kadının eseridir” ya da “ ..toplumun basarısızlıgının asıl sebebi kadınlara karsı olan bilgisizlikten ileri gelir, bir toplumun bir organı faaliyette iken diger bir organı islemez ise o toplum felç olur” derken bu yaklasımını dile getirmektedir. Bu hedef için önemli bir baslangıç olarak 1924 yılında yürürlüge konulan Tevhid-i Tedrisat kanunu bir yandan egitimi merkezilestirip bir düzene sokarken diger yandan kadın nüfuza ilkokul, orta okul ve yüksekokul ögreniminin kapılarını açmıstır. Bunun anlamı cinsiyet ayrımı gözetilmeden egitimde esitlik olanagının yaratılmasıdır.