Prof. Dr. Remziye Hisar, birçok ilke imzasını atmış bir Türk kadınıdır Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kadın kimyacısı olmasının yanı sıra, Fransa’daki Sorbonne Üniversitesinden mezun olan ilk Türk kadınıdır. 1992 yılında ölen Remziye Hisar, Dünyaca ünlü fizikçi Feza Gürsey ve Milletlerarası Psikoloji Cemiyeti’nin tek Türk azası psikiyatrist Deha Hanım’ın annesi idi. Remziye Hisar, Sovyet Rusya’nın Azerbaycan’ın bağımsızlığına son vermesi ile orada tanışıp evlendiği eşi Doktor Reşit Süreyya Gürsey ile birlikte İstanbul’a dönmüştür. Remziye Hisar, eşinin tedavi için Paris’e gitmesinin ardından, bilgisini geliştirmek için Paris’e gitmiş; Sorbonne’da kimya bölümünde öğrenim görerek biyokimya sertifikası almıştır.
Paris’te Maarif Vekâleti’nin verdiği bursla öğrenim görmeye başlamış, ancak bursunun kesilmesi sonucunda doktorasını tamamlayamadan geri dönmüştür. Remziye Hisar, zorlu bir çaba sonucunda doktorasını yapmak üzere 1930 yılında yeniden Paris’e gitmiş, tezini tamamlamasının ardından Türkiye’ye dönmüştür. 1933-1936 yılları arasında İstanbul Üniversitesi’nde kimya ve fıziko-kimya doçenti olarak görev yapmış; daha sonra, Ankara Hıfzısıhha Müessesesi’ne farmakodinami şubesi hayati kimya mütehassısı olarak atanmıştır. 1947 yılında İTÜ Makine ve kimya doçentliği görevine başlayan Hisar, 1959 yılında profesör olduktan sonra 1973 yılında da, emekliye ayrılmıştır. Remziye Hisar’ın önemli çalışmalarından birisi hayvani kömür vasıtasıyla petrol eterindeki cannabis resinin emilmesi konusundadır. Bu konudaki araştırmaları ve önerdiği yöntem, daha sonra Japon bilim adamı Takeuchi tarafından incelenmiştir.
15 Temmuz 1919 tarihinde bu okulun Darülfünun'a hazırlamak üzere oluşturduğu iki sınıflık bölümünden birincilikle mezun oldu. Sınıfın iyi öğrencileri arasında yeralan Remziye Hisar, küçük sınıflardaki öğrencilere geometri ve matematik dersleri verdi. Mezun olmasının ardından Darülfünun'un kimya bölümüne kaydını yaptırdı. Kimyayı seçme nedenini bir röportajında “Fen derslerinde kanunlarda olsun, buluşlarda oldun hep yabancı isimler görmek beni kahrediyordu. Fen alanında bir tek Türk ismi görememenin ezikliğini, bu dalda başarılı olursam giderebilirim sanıyordum” cümleleriyle açıklamıştır. Darülfünun’da kız öğrencilerin erkek öğrencilerden ayrı saatlerde ders aldığı bu dönemde, öğretmeni ve okul arkadaşlarıyla birlikte Bakü'ye gitti.
Bakü'de, kendisini birden bire bir savaşın tam ortasında buldu. Kafkasya'daki savaşlar ve Bakü'de kendilerine gereksinim olmadığını öğrenmek bile onu yıldırmadı ve bir erkek öğretmen okulunda öğrencilere ders vermeye başladı. Sovyet Rusya'nın Azerbaycan'ın bağımsızlığına son vermesi ile orada tanışıp evlendiği eşi Doktor Reşit Süreyya Gürsey ile birlikte İstanbul'a döndü. İlk çocuğunu dünyaya getirmesinin ardından, Adana'da Darülmuallima'ya müdür olarak tayin olan Remziye Hisar, çocuğunu annesine bırakarak Adana'ya gitti.
Güç koşullarda çalışmasını sürdürmek zorunda kalan Hisar, eşinin tedavi için Paris'e gitmesinin ardından, bilgisini geliştirmek için Paris'e gitti. Adını bilim dünyasında duyurmak amacı ile Sorbonne'da kimya bölümünde öğrenim görmeye başladı. Sorbonne’da o yıllarda Langevin ve Madam Curie gibi çok tanınmış isimler ders vermekteydi. Remziye Hisar’a göre onları tanımak ve derslerini izleyebilmek çektiği bütün zahmetleri unutturuyordu. Biyokimya sertifikası alan Hisar, Paris'te Maarif Vekaleti'nin verdiği bursla öğrenim gördü. Doktorasına başlayacağı dönemde bursu kesilen Hisar, yurda dönmek zorunda kaldı ve Erenköy Lisesi'ne kimya öğretmeni olarak atandı.
Remziye Hisar, zorlu bir çaba sonucunda doktorasını yapmak üzere 1930 yılında yeniden Paris'e gitti. Eşinden boşanan ve Paris'e kızı ve kardeşiyle giden Remziye Hisar, kendisini çalışmaya verdi. Doktora tezini tamamlamasının ardından, Türkiye'ye dönüp, 1933 - 1936 yılları arasında İstanbul Üniversitesi'nde kimya ve fiziko kimya doçenti olarak görev yaptı. 1947 yılında 'İTÜ Makine ve Kimya doçentliği görevine başlayan Hisar, 1959 yılında profesör olduktan sonra 1973 yılında emekliye ayrıldı.
Tipik bir Cumhuriyet kadını olan Remziye Hisar, dünyaca ünlü fizikçi Feza Gürsey ve Milletlerarası Pisikoloji Cemiyeti'nin tek Türk üyesi psikiyatrist Deha Gürsey Hanım'ın annesidir.
1991 yılında Tübitak Hizmet Ödülünü almıştır. Remziye Hisar, 1992 yılında hayata veda etti.
İlk Türk kadın kimyacı kimdir?
Türkiye’de kimya öğretiminin tarihinden habersiz olan ve bu konuyu da araştırma gereğini duymayan bazı kişiler tarafından Türkiye’nin ilk kadın kimyacısının remziye hisar olduğu ileri sürülmüş ve görüldüğü kadarıyla da Remziye Hisar’ın kendisi de bu efsaneye inanmıştır.Türkiye’de kimyagerlik meslek öğretimi İstanbul Darülfünunu Fen Fakültesi içinde 1917’de başlamış ve ilk yıl Fen Fakültesi’nin diğer bölümlerinden gelen üç erkek öğrenci ile öğretim sürdürülmüştür. 1918-1919 ders yılında ilk kez birinci sınıfa kayıtla öğrenci alınmıştır. Bu öğrenciler sekiz kişi olup bunların dördü erkek ve dördü de Aliye (Rıfat), Hasibe (Sami), Meliha (Ali) ve Übeyde (Kâmil) Hanımlardır. Bunlar 1920-1921 ders yılı sonunda mezun olup çalışma yaşamına katılmışlardır.
1933 yılı başında Aliye Hanım Kimya Enstitüsü’nde Gayr-ı Uzvî [Anorganik] Kimya asistanı, Hasibe Hanım İstanbul Belediye Kimyahanesi’nde kimyager, Meliha Hanım Kız Yüksek Muallim Mektebi Müdiresi ve Übeyde Hanım kimya muallimi olarak görev yapmaktadır.
Remziye Hisar’ı ve onun Türk kimyasındaki yerini objektif olarak değerlendirebilmek için efsaneleri gözden geçirip ilklerin yani ilk Türk kadın kimyacının, Avrupa’da doktora yapan ilk Türk erkek ve kadın kimyacının, Türkiye’de kimyanın öncülerinin, kraliçe veya baş kraliçesinin kimler olduğunu ortaya koymak gerekmektedir.
Dolayısıyla, Remziye Hisar’ın mezun olduğu 1930 yılına kadar Türkiye’de toplam 49 kız öğrenci kimyager olarak mezun olmuştur İstanbul Darülfünunu/Üniversitesi Fen Fakültesi Kimya Bölümü’nden 1920-1939 döneminde 124 kız ve 199 erkek olmak üzere 323 öğrenci mezun olmuş olup kızların oranı %38,4’dür.7 Bütün bunların sonucunda, Türkiye’nin ilk kadın kimyacıları Aliye, Hasibe, Meliha ve Übeyde Hanımlar olup eğer bir kraliçelik söz konusu ise kimyanın kraliçeleri de bu hanımlardır.
Türkiye’de doktora yapan ilk kimyacı kimdir? osmanlı döneminde Avrupa’da kimya öğrenimi görmüş olan ilk kişi olmamakla birlikte, kimya alanında doktora yapmış olan ilk kişi Joseph Zanni (1854-1934)’dir. Joseph Zanni doktarasını Heidelberg Üniversitesi’nde dönemin ünlü kimyacısı Robert Wilhelm Bunsen’in (1811-1899) yanında 1876’da tamamlamıştır. Bundan sonra, 1885-1918 yılları arasında 5 Türk Avrupa’da kimya doktorası yapmıştır.
Remziye Hisar’ın Osman Hamdi Bey (1842-1910) konusunda verdiği bilgiler bütünüyle yanlıştır. Burada “benden çok önce müze müdürü Osman Hamdi Bey bir devlet lisansı yapmış, benden evvel devlet doktorası yapan Sorbonne’da bir tek o var … jeoloji doktorası yaptığı muhakkak” demektedir. Oysa, Osman Hamdi Bey devlet adına hukuk öğrenimi görmek üzere 1860’da Paris’e gönderilmiş, burada dokuz yıl kalarak hukuk öğreniminin ardından Paris Güzel Sanatlar Okulu’na devam edip resim öğrenimi görmüş, dönemin ünlü ressamlarının atölyelerine devam etmiş ve arkeoloji konusunda dersler almıştır. Remziye Hisar’ın fen bilimleri öğrenimi görüp doktora yaptığını söylediği kişi, Osman Hamdi Bey’in kardeşi Halil Edhem Eldem (1861-1938)’dir. Halil Edhem Bey kendi hesabına İsviçre’de kimya ve Viyana’da jeoloji ile mineraloji öğrenimi görmüş ve 1885’da Bern Üniversitesi’nde kimya alanında doktora yapmıştır. Kendisinin ne Sorbonne Üniversitesi ve ne de Fransa ile hiçbir ilgisi yoktur. Remziye Hisar iki kardeşi ve bunların çalışma alanlarını birbirine karıştırmaktadır.
Doktora yapan ilk kadın kimyacı kimdir? Saffet Rıza Alpar (1904-1981) İstanbul’da doğar, ilkokulu 1913-1916 arasında Almanya’da okuduktan sonra İstanbul’a döner ve Kandilli Kız Lisesi’ne girerek 1924’de mezun olur. Açılan sınavı kazanarak devlet hesabına kimya öğrenimi görmek üzere 1925’de Almanya’ya gönderilir. Burada Hamburg Üniversitesi’nde kimya öğrenimi gördükten sonra Prof. Dr. Paul Rabe’nin (1869-1952) yanında doktorasını hazırlayarak Şubat 1932’de sınavını verir. Doktora tezinin başlığı “Die Synthese der Muttersubstanz der China-Alkaloide” [Kina alkaloidlerinin ana maddesinin sentezi] olup kinin molekülünün yapısının aydınlatılması ve sentezine katkı niteliğindedir. 1932-1933 döneminde Erenköy Kız Lisesi’nde kimya öğretmenliği yaptıktan sonra 1933’de yeni kurulan İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’ne Sınaî Kimya doçenti olarak atanır ve 1950’de profesörlüğe yükseltilir. Buna göre, doktora yapan ilk Türk kadın kimyacı Saffet Rıza Alpar’dır.
Remziye Hisar’ın doktora tezinin başlığı “Contribution à l’étude des acides méta-phosphoriques et de leurs sels” [Metafosforik asitler ve tuzlarının incelenmesine katkı] olup Prof. Paul Pascal’ın danışmanlığında hazırlanmıştır. Doktora sınavının tarihi 13 Haziran 1933’dür ve sınavda çok başarılı bulunduğuna ilişkin jurinin tebrikleri Dekanın 14 Haziran 1933 tarihli yazısı ile kendisine bildirilmiştir. Remziye Hisar, Avrupa’da kimya alanında doktora yapanları Osmanlı döneminden itibaren sayarsak on dördüncü ve Cumhuriyet döneminden itibaren sayarsak sekizinci kişi olduğu gibi kadın kimyacı olarak da ikinci kişidir. Remziye Hisar, “Fen alanında doktora yapan ilk Türk kadını sizsiniz galiba” sorusuna karşılık “İkinci. İlk Saffet Rıza Hanım, yirmi gün farkımız var … ama onun doktorası biliyorsunuz Almanya’dan” cevabını vermektedir.
Remziye Hisar yurda dönüşünde 1933’de yeniden düzenlenen İstanbul Üniversitesi’nin Fen Fakültesi’nde Umûmî Kimya Enstitüsü’ne doçent olarak atanmıştır. 1934’de bu enstitünün başına getirilen Alman Prof. Fritz Arndt’ın Fransa’da öğrenim görmüş olanları enstitüden uzaklaştırma politikası sonucunda buradan ayılarak “bir Alman yerine bir Fransız hocayla daha iyi anlaşırım” diyerek Fizikî Kimya Enstitüsü’ne geçmiştir. 1935-1938 yılları arasında enstitünün başında bulunan Fransız Prof. Jean Savard için “bu zat umduğum gibi çıkmadı, gayet kabaydı. Yanındaki Türk yardımcılara, asistanlara hakaretle muamele ediyordu. Onun kaba muamelelerine uzun müddet dayanamadım” demektedir. Bunun üzerine Ankara Merkez Hıfzıssıhha Enstitüsü’ne geçerse de burada da şefi gene bir Alman profesördür. Bu kişinin kendisinin araştırma ve yayın yapmasını engellediği ileri süren Remziye Hisar, 1942’de yeniden İstanbul Üniversitesi Eczacı Mektebi’nin Farmasötik Kimya Enstitüsü’ne doçent olarak gelir. Bu dönemde Farmasötik Kimya, Analitik Kimya, gıda Kimyası ve Toksikoloji bu enstitünün kapsamındadır ve enstitünün başında 1940-1945 arasında Fransız Prof. Pierre Duquénois (1904-1986) bulunmaktadır. Remziye Hisar kendisinden “Bir Fransız hoca vardı, vesait mevcut değil diye “Burası üniversite değil, ahır” diyerek ne talebeyle alakadar olurdu ne de laboratuvar yaptırıyordu” diye söz etmektedir. Bu sözler de gerçeği yansıtmamaktadır.
Eczacı Mektebi’ne başvurunca kendisinin doçentlik sınavına girmesi istenmiştir. Bunu kendisine karşı özel bir davranış olarak algılayan Remziye Hisar “vaktiyle doçent olduğum halde beni yeni baştan doçent olarak tayin etmek için imtihana soktular” demektedir. Oysa bu özel bir durum değildir. 1933’de doçentler herhangi bir sınava tabi tutulmadan doğrudan doçent olarak atanmışlardır. Daha sonra doçentlik için sınav ve mevcut doçentlere de belirli bir süre içinde bu sınava girme zorunluluğu getirilmiştir. Remziye Hisar geçmişte bu sınava girmeden İstanbul Üniversitesi’nden ayrılmış olduğundan geri dönüşünde bu sınava girmek zorunda kalmıştır. Remziye Hisar, Eczacı Mektebi’nde birinci ve ikinci sınıflara Analitik Kimya ve son sınıflara da Toksikoloji dersleri vermiş ve uygulamalarını yaptırmıştır. Burada da aradığını bulamamıştır. Müdürün eziyet ettiğinden, asistanının laboratuvardaki terazilerin ayarlarını bozarak kendisini sabote ettiğinden söz etmektedir.
1947’de İstanbul Teknik Üniversitesi Makine Fakültesi’ne Prof. İlhami Cıvaoğlu’nun yanına doçent olarak geçen Remziye Hisar “Burada analitik kimya tatbikatını yaptırıyordum. Bana bir iki sene ders verdirilmedi; yalnız laboratuvarlarda çalıştım” demektedir. Bu durumu kendisine karşı yapılmış bir haksızlık olarak algılamaktadır. Oysa o yıllarda üniversitelerde her kürsünün bir veya iki dersi vardı ve bu dersler kürsünün başındaki hoca tarafından verilirdi. Diğer bütün öğretim elemanları kürsü derslerinin uygulamasını yürütmekle yükümlüydü. Dolayısıyla bu durum o dönemdeki üniversite düzenine uygun bir durumdur.
1959 yılında yeni açılan Maden Fakültesi’ne13 geçtiğini 1959-1962 yılları arasında Makine ve Maden Fakültelerini Prof. İlhami Cıvaoğlu’nun ders kitabını izleyerek Yakıt Kimyası dersini verdiğini anlatan Remziye Hisar bunun için “Yakacak Kimyası benim için kimyayla hiç alakası olmayan, cazibesi son derece az, sadece bir denklem yazıp şu kadar kalori çıkıyor diye söylemekten ibaret. Pedagojik bakımdan talebeyi cezp etmeyen bir dersti … İlhami Bey’in yazdığı yakacak kitabını okutmaya mecburdum … bu dersi cazip hale getirmek hemen hemen imkânsızdı. Yalnız petrol bahsinde kitapta mevcut olmadığı için, bu programdan dışarı çıkabiliyor ve dinleyicilerin alakasını uyandıracak petrol keşfine ait fıkralar ve tarihi bilgiler koyarak dersimi dinlenebilir hale getirmeye çalışıyordum” demektedir. Bu eleştirilerinde kısmen haklı olabilir. Ancak daha sonra kendisinin yayınlamış olduğu Metal Kimyası ve Analitik Kimya kitaplarına baktığımızda bunların son derece sıradan, basit ve çekiciliği bulunmayan kitaplar olduğu ve kendisinin İlhami Cıvaoğlu’nun kitabına yönelttiği eleştirilerin kendi kitaplarına da rahatlıkla yöneltilebileceğini söylemek mümkündür.
Remziye Hisar yaptığı bir deneyden söz etmektedir. Ancak. Buradaki anlatımından yaptığı reaksiyonu çözmek mümkün değildir. Daha sonraki bir ifadesinden ve bu konuda yaptığı yayının adından anlaşıldığına göre, sodyum metafosfatı sodyum fluorür ile kuru kuruya ısıttığında elementel fluor gazının çıktığını ileri sürmekte ve bunun silisten (silisyum dioksit) yapılmış krözenin kapağını şerareler çıkararak tahrip ettiğini söylemektedir. Redoks gerilimleri göz önüne alındığında böyle bir reaksiyonun olabilmesi mümkün değildir. Kendisi de bunu açıklayamadığını belirtmektedir.
Remziye Hisar’ın 1933’de Üniversite’ye birlikte atandıklarını belirttiği kişilerden Tahsin Bey, Tahsin Rüştü Beyer (1905-1958) olup 1924’de Eczacı Mektebi’nden eczacı ve ardından Fen Fakültesi Kimya Şubesi’ne devam ederek 1928’de kimyager olarak mezun olmuştur. Açılan sınavı kazanarak 1929’da doktora yapmak üzere Fransa’ya gönderilmiş ve Lyon Üniversitesi’nde organomagnezyum kimyasının kurucusu ve 1912 Nobel Kimya Ödülü sahibi Prof. Victor Grignard’ın (1871-1935) yanında 1932’de doktorasını tamamlamıştır. Yurda dönüşünde önce adana Lisesi’ne kimya muallimi ve 1933’de İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’ne Umûmî Kimya doçenti olarak atanmıştır. Prof. Fritz Arndt ile anlaşamayarak 1937’de kimya öğretmeni olarak ortaöğretime geçmiştir.
Bu tür anıları yayınlarken izlenecek yöntem, efsaneleri ortadan kaldırıp yanlışları belirterek gerçekleri ortaya koymak yani kapsamlı bir editörlük yapmak olmalıdır. “Bilimin öncü kadını”, “Türk kimyasının kraliçesi”, “Türk kimyasının ana kraliçesi” , “ilk kadın kimyacımız” ve daha ileri giderek “Marie Curie’nin asistanlık teklif ettiği, Türkiye’nin ilk kadın kimyageri: Remziye Hisar” gibi nitelendirmeleri ortaya atanlar bunların kanıtlarını da ortaya koymak zorundadırlar. Aksi halde yarın birileri bu anıları kaynak olarak alıp “Nobel Ödülü fluor elde edilmesini bulan Türk kimyasının baş kraliçesinden nasıl esirgendi” başlığı altında bir kitap yazabilirler.
Remziye Hisar’ın bilimdeki konumunu daha iyi ortaya koyabilmek için kitaba eklenen eksik yayın listesi yerine en azından Günseli Naymansoy’un verdiği tama yakın yayın listesi konulmalıydı. Anılardan bir Remziye Hisar profili çıkarmak mümkündür. Sorbonne’da doktora yaptığı için kendini üstün gören ve önündeki kapıların hemen açılmasını bekleyen, herkesin kendisine karşı olduğunu ifade eden, çevresindekilerle iletişim kurmayan veya kuramayan, uyumsuz ve geçimsiz bir portre ortaya çıkmaktadır.
Akademik dünyamızda bazı “akademik hastalıklar” ortaya çıkmaktadır. Emeklilikleri yaklaşan veya emekli olan öğretim üyeleri birdenbire bilim tarihine ilgi duymaya başlamakta, bu alanda yeterli birikimleri ve gerekli altyapıları olmadığı halde, araştırma yapmadan çeşitli ürünler ortaya koymaktadırlar. Doğal olarak ortaya çıkan ürünler genellikle o kişilerin kendi bilim alanlarındaki performanslarına oranla çok düşük profilli olmakta ve bazen de ciddi yanlışları içerebilmektedir.
Remziye Hisar’ın anılarını değerlendirebilmek için Türkiye’de kimyanın ve kimya öğretiminin tarihini iyi bilmek ve kimyacı olmak gerekir. Bir astrofizikçi olan Mehmet Ali Alpar Remziye Hisar’ın anılarını sadece bazı kişiler hakkında dip notları – çoğu kere kaynak göstermeden – koyup anlatılanların doğruluğu veya yanlışlığı konusunda bir yorum yapmadan yayınlamıştır. Yayına hazırlayan kişinin “Bilim Akademisi Başkanı” sıfatını taşıması ve kitabın Bilim Akademisi logosu ile yayınlanmış olması okuyucuda kitabın içindeki bütün bilgilerin doğru olduğu kanısını yaratmaktadır.