Kuşkusuz Orhan’ın yetişmesinde Ahiyan-ı Rum dediğimiz bir sosyal sınıfın öncülerinin, aynı zamanda babasının hem silah hem de fikir arkadaşı Ahi önderlerinin yeri çok önemlidir. Nitekim şekillenen Orhan resminde Ahi değerlerinin hemen hepsini görmek mümkündür. Öyle ki yiğit ve civanmerd gibi değerleri taşımasına binaen sınırdaki tekfurlara karşı yürütülen savaşlara katılmış ve bu bağlamda on sekiz yaş civarında tutsak edilen Yarhisar tekfurunun kızı Nilüfer’le evlendirilmiştir (699 / 1299).
Babası Osman Gazi’nin Bilecik-Yenişehir fetihlerine katılan Orhan idarî tecrübesini de artırmak üzere atabey Gündüz Alp ile Sultanönü diye anılan Karacahisar’a gönderildi. Osman Gazi’nin İznik kuşatması (701 / 1302) ve Dimboz savaşına (702 / 1303) katıldığı anlaşılan Orhan, Lefke seferinde (703 / 1304) Germiyanlılar’ın tehdidine karşı babasının güvendiği Saltuk Alp ve Köse Mihal ile Eskişehir-Karacahisar’da kaldı. Özellikle Germiyan topraklarından Çavdar Tatar’ın “Karacahisar’ın pazarına” yağma akını yapıp çekilme sürecinde Orhan yağmacıların peşine düşüp, harap halde bulunan Oynaşhisarı’nda, yağma mallarını ellerinden aldı ve Çavdar Tatar’ın oğlunu ele geçirdi. Bu esnada Osman Gazi’de buraya gelerek esirle bir antlaşma yaptı.
Daha sonra Osman, Germiyan-Çavdar saldırılarını karşılamak üzere kendisi Karacahisar’da kaldığı zaman güvendiği Orhan’ı yakın silah arkadaşları Akça Koca, Konuralp, Gazi Abdurrahman ve Köse Mihal ile birlikte Sakarya’ya gönderdi (705 / 1305). Âşıkpaşazâde, Orhan’ın kumanda ettiği ilk seferin bu olduğunu belirtir. Orhan stratejik önemi olan Karaçepüş, İznik önünde Karatigin, Geyve Boğazı’ndaki Absu kalelerini fethetti. Bu harekâtın hedefi İznik’e gelecek yardımı keserek burayı teslim olmaya zorlamaktı.
Orhan bu seferlerde askerî tecrübe kazanmış oldu. Artık Babasının yaşlanması ve rahatsızlıklarına bağlı olarak hareket edememesi sebebi ile kurulan yeni devletin kuvvetlenmesine ve itibarının artmasına binaen Orhan Bey’in idarî ve askerî yeterli yeteneğe sahip olduğu birçok tecrübeler ile sabit olmuş idi. Bundan dolayı 1320’den itibaren babası tarafından âdeta halefi seçilmişti. Gerçekten bu tarihten sonra devlet ve idare işlerinin hemen tamamen Orhan Bey’in elinde bulunduğu görülmektedir. Bu durum karşısında ve tarihî kaynakların birbirini tutmayan kayıtları bağlamında Osman Gazi’nin, idareyi oğluna bıraktıktan sonra ne kadar daha yaşadığı ve ölümünden sonra mı Orhan’ın hükümdar olduğu, yoksa beyliğini tamamen oğluna terk ettikten sonra mı vefat ettiği tartışma konusudur. Ancak ortak kanaat 724 (1324) tarihinde daha babası sağ iken Orhan Bey’in devletin başında olduğu gerçeğidir. Babasının zamanındaki son seferi ise Orhaneli üzerinedir.
Orhan beyliğin başına geçince Bizans Bitinyası’nın iki büyük merkezi Bursa ve İznik üzerindeki kuşatmayı sıkılaştırdı. 726 (1326) baharında bütün kuvvetleriyle Bursa önüne gelerek şehri teslime zorladı. Nihayet Tekfur’un teslim şartları gereğince kaleden ayrılmasını müteakip Orhan Gazi, belli başlı kumandanları Turgut-Alp, KöseMihal ve diğer gaza arkadaşları Şeyh Mahmud, Ahi Şemseddin ve Ahi Hasan ile açılan kale kapılarından içeri girmiş (2 Cemaziyelevvel 726 (6 Nisan 1326 ) ve cuma namazını bir manastırda kılmış idi. Burada özellikle Bursa tekfuru şehri terk edince Âşıkpaşazâde, “Pınarbaşı’nda Ahi Hasan çıktı, burç üzerinde muhkem durdu, ondan sonra Müslümanlar koyulmuşlardı kaydını düşer. Orhan Bey’in verdiği emir üzerine askerler şehri yağmalamamış, sadece kalenin tesliminde yardımı dokunan ve şehirde kalmayı kabul eden tekfur vezirinin gazilere verdiği paralar kabul edilmiş idi.
Kalenin yıkılan yerlerini tamir ettiren Orhan Bey buraya muhafızlar koyup, emniyet tedbirleri aldırdı. Ayrıca bir dizi imar faaliyetlerinde bulunduktan sonra babası Osman Bey’in ölüm yatağında kendisine yaptığı vasiyeti yerine getirerek naaşı kaledeki Gümüşlü-Künbed diye tabir edilen türbeye defn ettirdi. Ahi Hasan ve yanındaki taraftarlarının Bursa’nın fethinden sonra da bu şehrin imar faaliyetlerinde önemli rol almıştır. Nitekim Neşri’nin “beg sarayına yakın bir yerde kendüye bir zaviye yaptırdı” ifadelerinden şehrin inşasında da yer aldığı anlaşılmaktadır. Diğer yandan Ahi Hasan ve tekkesi, sadece şehrin inşasında değil aynı zamanda Osmanlı yönetiminin, siyasetinin ve hatta beyinin belirlendiği yer olmuştur. Âşıkpaşazâde’deki “ol zamanda olan azizler bilece cem” olmuştu ifadesinden tekkenin ve Ahi Hasan’ın siyasî yapıya yakınlığını ve belirleyici bir unsur olduğunu gösterirken, Osman Bey vefat ettiği zaman oğulları Alâeddin ve orhan gazi ve devletin ileri gelenleri Ahi Hasan’ın tekkesinde toplanarak hem Osman’ın terekesini ortaya çıkarıp hem de oğulları arasındaki görev dağılımını sağlayarak Orhan Gazi’nin bey olarak meşruiyetini sağlamışlardır. Kroniklerde bu mealdeki bilgiler devletin bu süreçteki inşasında Ahi Hasan ve taraftarlarının önemli rol oynadığını göstermektedir.
Bursa’nın düşmesi sonrasında Orhan Bey’in kuvvetleri İznik’i kuşattı. Bu durum İstanbul’da Bitinya bölgesinin tamamının kaybedilme endişesini uyandırdı. Bu bağlamda Bizans İmparatoru III. Andronikos Paleiologos, Gebze önünde ki Eskihisar geçidinden denizi geçip abluka altındaki İznik’i kurtarmaya karar verdi. İmparator ilkin Türkler ile karşılaşmalarında tecrübe kazanmış, yetenekli bir asker olan Mesothenia /Kocaeli valisi Kontofre’ ile buluşarak onun rehberliğinde yoluna devam etti. Osmanlı kroniklerinde çok kısa anlatılan Pelekanon savaşı iki aşamada gerçekleşti. Birinci aşamada Orhan Bey klasik Osmanlı savaşı taktiğini uygulayarak Bizans ordusunu ârızî bölgeye çekti. İkinci gün orada çevirme stratejisi uygulayarak Bizans kuvvetlerini bozguna uğrattı. Savaş sonunda Bizans ordusu panik halinde sahildeki kalelere ve özellikle Filokren’e sığınmaya çalıştı. Orhan’ın kuvvetleri kaçanları kovalayarak bir çoğunu esir aldı. Hatta imparator dahi paniği önleyemeyince gemiyle İstanbul’a kaçtı. Orhan bütün Kocaeli’ni ele geçirdi; zaferden sonra İznik halkının hiçbir ümidi kalmadı. Osmanlılar ablukayı şiddetlendirerek şehri teslim aldı (2 Mart 1331).
İznik fethiyle Orhan Bey İslâm dünyasında şöhret kazandı. Bu bağlamda birçok sultan gibi Irak Celâyirli Sultanı Hasan bile dostça ilişkiler kurdu. Bitinya’nın tamamına sağlamca yerleşen Orhan Bey’i o sırada gören Arap seyyahı İbn Battuta onu “Sultan Osmancık oğlu İhtiyârüddin Orhan Bey” diye anar ve zenginlik, arazi, askerî kuvvet bakımından Türkmen sultanlarının en büyüğü olarak tanıtır.
1329’dan beri Bizans ile savaş durumunda olan Orhan Bey’in yine Bizans ile savaş halindeki Aydınoğlu Umur Bey ile irtibat kurup, 730 (1330) yılında onunla Saruhan’da buluşmuş ve Bizans’a karşı ortak harekâta karar vermişlerdir. Nitekim Anadolu’dan gazilerin akın yolunu kesen Gelibolu Kalesi’ne saldırı, Aydınoğlu-Saruhanoğlu ve Orhan arasında bir görüşme sonunda kararlaştırılmış görünmektedir. Bu sırada emektar uç beylerinden Konuralp, Akyazı ve Mudurnu’ya yönelik akın faaliyetlerini sürdürürken Bolu tarafındaki Uzuncabel’de çetin bir savaş verilerek Akyazı’da Tuz Pazarı’na gelinmişti. Diğer taraftan Gazi Abdurrahman, Geyve Boğazı’nda Karaçepüş ve Absu’ya yerleşti. Batıda Bizans’a karşı savaşan bir diğer uç beyi Akça Koca ise Kocaeli’nde Kandıra’yı ve Ermini-ili’ni fethedip yerleşti.
Bu esnada Samandıra fethinden sonra Aydos’ta üslenen Bizans askeriyle çetin savaşlar yapıldı. Bu savaşlar sonrasında yani 1329 Pelekanon zaferinin ardından Kocaeli’de Hereke ve sahil kasabaları Üsküdar’a kadar Osmanlı topraklarına katıldı. 733 (1333) yazında III. Andronikos, Chalkidike’den hareket ettiği sırada Orhan’ın İzmit’i büyük bir ordu ve mancınıklarla kuşattığı haberini aldı. İmparator aldığı haber üzerine süratle şehrin yardımına koştuğu esnada Orhan bir elçi heyeti göndererek, “ antlaşmaya razı olduğu takdirde savaştan çekileceğini, fakat savaşmak isterse buna hazır olduğunu” bildirdi. İmparator barışa razı olarak anlaşma sağlandı. Anlaşma gereğince Orhan imparatorun dostu olacak ve Bizans’a tâbi şehirlere karşı düşmanca hareketlere girişmeyecekti. Ayrıca İzmit önünde yapılan antlaşma bağlamında imparator, İzmit kuşatmasının kaldırılması karşılığında Orhan’a yılda 12.000 altın ödemeyi kabul etmiştir. Söz konusu anlaşma ile ilk defa Bizans haraç-güzâr bir duruma düşmüştür.
1337 yılında ise Bizans imparatoru Arnavutluk’ta asilere karşı seferde iken Orhan bunu fırsat bilerek İzmit’i kuşattı. Âşıkpaşazâde’ye göre, “İzmit’in sahibesi bir hatun idi, İstanbul tekfuruna taalluku vardı”. Hatun Orhan ile anlaşıp kaleyi ahidnâme ile teslim etmek zorunda kaldı. Fetihten sonra Orhan, Aydos’taki gazileri şehrin muhafazasına tayin etti. Kiliseler mescide çevrildi. İdarî tedbir olarak da Şehzade Süleyman İzmit’e vali tayin edildi. Ayrıca İzmit-Yalova Marmara sahilini koruma görevi Kara Mürsel’e verildi. Bizans’tan gelebilecek saldırıları önlemek için Kandıra bölgesindeki uç gazileri buraya getirildi. Boş kalan Akmeşe bölgesi Yahşi Bey’e Kandıra bölgesi ise Ak-Baş’a verdi. İzmit’in fethinden sonra Orhan Bey ülkenin diğer bölgelerinde de yeni idarî görevlere atamlar yaptı. Bu çerçevede Bursa sancağına ikinci oğlu Murad’ı gönderdi, bölgeye “Bey sancağı” adı verildi. Eskişehir yakınında ilk payitaht Karacahisar’a amcasının oğlu Gündüz Alp’i tayin etti.
Yeni idarî yapılanmadan sonra Osmanlı unsurları birçok koldan taarruza geçtiler. Süleyman Paşa, İzmit ucundan doğuda Taraklı Yenicesi, Göynük ve Mudurnu’yu doğrudan Osmanlı idaresi altına aldı. Kaynaklara göre Süleyman Paşa adaletle idareyi tesis ederek, birçok köy halkı Müslüman olmuştu. Diğer yandan Bizans tarihçisi Gregoras, 738 (1337) yılı yazı sonunda İstanbul’a karşı Orhan’ın bir saldırısından söz ederek imparatorun Edirne’de bulunduğu esnada Orhan’ın otuz altı gemilik bir donanma ile İstanbul civarına çıkarma yaptığını ayrıntılı biçimde söz eder. Olay İstanbul’da korku uyandırmıştı. İstanbul önünde Osmanlılar’ın ilk defa görünmesi Bizans’ın İzmit’e yönelik girişimi önlemeye dönük olmalıdır.
Osmanlı Beyliği’nin Batı Anadolu Beylikleriyle ilişkileri genelde gazâ iş birliği çerçevesindeydi. Ancak bu işbirliğin daha çok sınırlı kuvvetlerle gazalara katılmayı esas alan carî işlem esasında kalmıştı. Osmanlının merkez güç olma yolunda yürüyüşü doğal olarak Karesi ve Germiyanoğulları ile rekabeti kaçınılmaz kıldı. Nitekim Orhan döneminde Karesi beyi Demirhan ile Aclan arasındaki gerginlik vuku bulmuş ve bu bağlamda Demirhan ile III. Andronik anlaşmıştı (1328). Ayrıca başlangıçtan beri Germiyan beyleri bütün Batı Anadolu beyleri üzerinde egemenlik iddiasındaydı. Ancak Osman’ın beyliği onun Bizans topraklarında akınına engel olmaktaydı.
Hatta Germiyanoğulları’nın tarihî rolünü şimdi Osmanlı Beyliği üzerine almıştı. Başlangıçta Osmanlı Müslüman sınır komşusu beyliklerin temel politikaları rekabet üzerine inşa edilirken zaman içinde Osmanlı çekim gücü haline gelmesine bağlı olarak aynı kültürel tabana sahip halk kitlelerinde Osmanlı yönetimine karşı ciddi bir dönüşüm gerçekleşti. Tabanda zuhur eden Osmanlı sempatisi zamanla askerî bürokrasi kesimde ve hatta hanedan üyeleri içinde parçalanmalara neden oldu. Bu gelişimler çerçevesinde Karesi gazileri gazâya devam etmek için Bizans’a karşı güçlü Osmanlı beyi ile birleşmek istiyordu. Orhan’ın yanına sığınmış olan Demirhan’ın küçük oğlu Tursun’u Karesi gazileri desteklemeye karar verdiler. Hacı İlbey ile Karesi aristokratları Demirhan’ın ölümü üzere Tursun’u davet ettiler. Orhan, bu çerçevede İslam ülkesi olan Karesi Beyliği’ni ülkesine katma noktasında meşruiyeti sağladı. Tursun’a Behramkale ile zengin tuz geliri olan Kızılca-Tuzla bölgesi bırakıldı. Osmanlı kroniklerine göre Orhan, Ulubat’ı emanla almış ve tekfuru yerinde bırakmıştı. Göl etrafındaki kaleleri ele geçirip, bundan sonra Orhan ilk aşamada Balıkesir üzerine yürüyüp ele geçirdikten sonra Bergama Kalesi’ni kuşattı. Kale altına kardeşiyle konuşmak üzere giden Tursun kaleden atılan bir okla hayatını kaybetti. Buna içerleyen Orhan, bütün gücü ile şehir üzerine yürüyerek fethi gerçekleştirdi (735 / 1334-35).
Karesi sancağına Süleyman Paşa’yı tayin eden Orhan içeride tepede yer alan Biga’yı uç (uc) merkezi yaptı. Süleyman Paşa idareyi ele aldıktan sonra Bizans’a ait stratejik Bursa-Lapseki yolu üzerinde Kapıdağı, Aydıncık, Biga, Kemer, Lapseki ve bütün sahil ovasını ve sahilde yüksek antik surlarla korunan yarımadada Bizans’ın Pegae Kalesini fethetti. Burası stratejik bakımdan son derce önemlidir. Zira Bursa-Lapseki sahil yolu Anadolu’dan savaşçı gazi, göçmen ve tüccarın Rumeli’ye geçiş yolu olarak büyük önem kazanacaktır.
Biznas’ta Kantakuzenos’un önünü çektiği önemli bir kesim hiç olmazsa Doğu-Roma topraklarının Avrupa yakasını elde tutmanın Türk askerî gücünün elde edilmesinden geçtiğini düşünmekteydi. Esasen birçok Türk, bu dönemde ücretli asker olarak Bizans ve Latin devletlerinin hizmetine girmiş, onların başlıca savaş gücünü oluşturmuştu. Kantakuzenos’un Osmanlı ittifakı o dönemin şartları dikkate alınırsa tamamıyla olağan bir politika idi. Çünkü daha önce Gazi Umur Bey ile de benzer ittifaklar içinde bulunulmuştu. Bu çerçevede olsa gerek Kantakuzenos 1346’da kızı Theodora’yı zevce olarak Orhan’a verdi. Merasim Kantakuzenos hatıratlarında detaylı anlatılır ve hatta o, kızının İslamiyeti kabul etmediğini söyler.
Halbuki Kantekuzenos, kızının ne olduğundan ziyade Orhan’dan isteyeceği askerî yardımı düşünüyordu. Nitekim Kantekuzenos, Orhan ile gerçekleştirdiği ittifaktan bir yıl sonra maiyetindeki 1000 kişilik kuvvetle İstanbul’a girip sarayı kuşattı ve genç imparatorun ortağı olarak tahta oturdu. Kantakuzenos’un İstanbul’a ortak imparator olarak yerleştiği sırada Sırp Kralı Duşan, Selanik’i kuşatma altına almıştı. Kantakuzenos, Orhan ve Umur’un göndereceği kuvvetlerle Duşan’a darbe vurmak üzere bir plan hazırlayarak 1348 baharında Orhan, Süleyman Paşa kumandasında Sırplar’a karşı büyükçe bir kuvvet gönderdi. Kantakuzenos’un oğlu Mattheos, Sırplar’a karşı yürürken Süleyman ile 22 gemiden oluşan Türk deniz kuvveti Strumca/ Strymon nehri ağzına geldiği sırada gazi lideri Aydın beyi Umur Bey’in ölümü (Safer 749 / Mayıs 1348) Kantakuzenos’un Sırplar’a karşı planını sonuçsuz bıraktı. Süleyman, Kavala’nın Sırplar eline düşmesinin ardından daha ileriye gitmedi ve Anadolu’ya döndü. Serbest kalan Sırplar bütün Kuzey Yunanistan’ı, Tesalya ve Epir’i işgal ettiler. Bu gelişmelere bağlı olarak V. Ioannes Palaiologos gelip Mattheos’u Edirne’de kuşatma altına aldı. İstanbul’da Kantakuzenos güveni kaybetmişti.
Trakya’da durum kötüleşince Kantakuzenos, Cenevizliler’le barış yaparak bir Türk kuvvetiyle hemen Trakya’ya hareket etti. Ona karşı V. Ioannes Palaiologos ve Sırp ile Bulgar kuvvetlerinden anti-Osmanlı bloku oluştu (1352 güz). Orhan, Kantakuzenos’un oğlunu desteklemeye karar verdi. Böylece Mattheos’a karşı savaş Orhan’ın önemli rol aldığı bir Balkan savaşına dönüştü. Sırp ve Bulgar askerleri Meriç boyunca yerleşti. Orhan’ın, oğlu Süleyman kumandasında gönderdiği 10-12.000 kişilik süvari ordusu duruma hâkim oldu. Süleyman Meriç üzerinde Empithion’da Bulgarlar’ı yendi (1353 kışı).
1348’de veba salgını Rumeli’yi kasıp kavuruyordu. Duşan’ın, Trakya’da yerleşme çabasında bulunan Türkler’i bertaraf edip İstanbul’u almak amacıyla son bir hamleye hazırlanırken beklenmedik ölümü (20 Aralık 1355) Balkanlar’da Osmanlı kalıcılığına yol açtı. Bu tarihlerde İstanbul’da, Osmanlı istilâsı karşısında bir Haçlı seferine bel bağlayan ve roma kilisesiyle patriklik arasında birleşme yanlısı aydınlardan oluşan güçlü bir grup vardı. Ayrıca Bizans’ta Kantakuzenos’un desteklediği palamizm (hesychasm) dinî hareketi İstanbul’da papa taraftarlarına karşı mücadele halindeydi. Özetle söylemek gerekir ise Balkanların ve Bizans’ın siyaseten ve dinen içine düştüğü bu kaotik durum Osmanlıların Balkanlar ve İstanbul’a dönük politikalarının fiiliyata geçmesini ve onların bölgeye yerleşmesini kolaylaştırdı.
Süleyman Paşa’nın Trakya’da yerleşmesi ve özellikle Türkler’in Balkanlar’a geçişini sağlayan Gelibolu’nun düşmesi üzerine 755 (1354) İstanbul’da saray mensupları ve aydınlar Kantakuzenos’un güttüğü politikanın iflâs ettiğini görüyordu. Artan zıtlıklar karşısında Kantakuzenos tahtı bırakmak zorunda kaldı (Aralık 1354).
Bununla beraber Osmanlılar Kantakuzenos’un oğlu Mattheos’a destek oldular. Öyle ki yanında Anadolu Beyliklerinden para istemeyen, sırf ganimet akınına gelmiş 5000 Türk askeri bulunmaktaydı. Mattheos onları ganimet almaları için Bulgaristan ve Sırplar üzerine gönderdi. Diğer yandan boğaz kıyısına İstanbul karşısına gelen Osmanlılar şimdi Trakya’da İstanbul doğrultusunda ilerlemekteydiler. Ortodoks inançlarına sıkı sıkıya bağlı sıradan Rum halkı Katolikliğe kesinlikle karşı idi; bu gerçek Osmanlı yayılışında önemli bir faktör olacaktır. Osmanlı idarecileri, bey ve ulemâ fıkhın Gayrimüslimlere tanıdığı zimmet hukukunu izliyor, öte yandan itaat eden Rum halkı Osmanlı egemenliğini kabul etmeyi tek kurtuluş çaresi olarak görüyordu. İhtidalar İstanbul patriğini telâşa düşürmekteydi.
Bunun ardından Süleyman Paşa askerini kışı geçirmek üzere Tzympe (Cinbi / Çimbi) Kalesi’ne yerleştirdi. Bu esnada Süleyman Kapıdağı-Aydıncık-Lapseki sahil ovasını fethetti. Daha sonra Süleyman Paşa, Bolayır fethi için Kemer’den bir ordu ile hareket etmiştir. Düstûrnâme’de Gelibolu Tekfuru Esen’in oğlunun tutulduğu ve Müslüman olarak Melik Bey adını aldığı, bu şahsın Süleyman’ı sürekli Rumeli fethi için desteklediği, Lapseki’de yapılan gemilerle geceleyin asker taşındığı bilgisi yer alır. 1354de Geliboluyu alan Orhan Bey çekilmeye dönük Bizans tarafından gelen teklifleri kabul etmeyerek Gelibolu’ya yerleşti. Bu sırada iyice yaşlanmış olan Orhan görevinin yerine büyük oğlu Süleyman Paşa’nın harekâtı idare ettiği görülmektedir. Gelibolu’da Osmanlı ilerleyişine bağlı olarak birçok kesimden insan bölgeye nakledildi. Buraları yeşerten kitle önderlerinden biride Ahi Musa olup Gelibolu’ya kendi adına zaviye inşa ettirmiştir. Orhan ve I. Murad zamanında yaşayan Ahi Musa ismine ilk defa Receb 767 (Mart1366) tarihli bir temliknâmede rastlanmaktadır. Sultan I. Murad tarafından tanzim ettirilen bu kayıtta, ismi geçen hükümdarın Ahi Musa’ya Malkara’da vakıf tahsis ettiği, ayrıca ona daha önce Ahilerden kuşandığı şeddi/kuşağı kendi eliyle kuşatıp sözü edilen yere Ahi tayin ettiği ve Ahilik icazetnâmesi verdiği kaydedilmektedir. Temliknâmede ayrıca Ahi Musa ailesinin bazı vergilerden muaf tutuldukları da ifade edilmektedir.
758’de (1357) Orhan, küçük oğlu Halil’in İzmit körfezinde “korsanlar” tarafından tutsak edilip Eski Foça’ya götürüldüğünü öğrendi. Aslında, 1329’da III. Andronikos, Cenevizliler’i Sakız’dan çıkardığı zaman Leo Kalothetos’u Sakız’a vali yapmıştı. Olayların gelişi, Halil’in tutsaklığının aslında Bizans sarayının Orhan’ı barışa zorlamak için bir tertib olduğunu gösterir. Nitekim Orhan, Theodora’dan olan çok sevdiği oğlu Halil’in kurtarılması için imparatora başvurdu. Bizans diplomasisi durumdan fazlasıyla yararlandı ve Orhan’a bir antlaşma imzalattı. Bu antlaşma ile Osmanlılar, Rumeli’de Osmanlı topraklarını genişletmek için şimdiye kadar Kantakuzenos ailesiyle yaptıkları iş birliği politikasından vazgeçiyor, önemli bir bekleme ve gerileme dönemine girmiş görünüyordu.
Gerçekten 760 (1359) yılından Halil kurtarılıncaya kadar Rumeli’de Osmanlılar’ın yayılma faaliyetleri durdu. V. Ioannes, bir taraftan Orhan’la antlaşma düzenlerken öbür yandan papanın Rumeli’ye acele bir Haçlı kuvveti göndermesine umut bağlıyordu. Bizans, Haçlı yardımıyla denizden Boğazlar’ı kesmek, Rumeli’deki Türkler’i yok etmek stratejisini izlemekteydi. Osmanlılar için cidden kritik bir durum ortaya çıkmıştı. Zorunluluk altında yapılan bu antlaşma Rumeli yakasında bir avuç Osmanlı’yı umutsuz bir durum içine atmak demekti. Kendi başına bırakılan Mattheos Kantakuzenos da bu sırada Sırplar tarafından esir alınarak imparatora teslim edildi (1358). Böylece İstanbul, Trakya’da durumu kendi lehine çevirmiş bulunuyordu. Gaziler yeni durum karşısında ümitsizlik içindeydiler. Karesili gaziler, Rumeli’ni boşaltmaya kesinlikle karşı olmalıdır. Çimbi ve Gelibolu fethinden sonra Karesi’den halk Rumeli’ye geçip yerleşmeye, köyler kurmaya başlamıştı. Orhan bu tarihte yeni bir felâketle sarsıldı. Süleyman bir kazada yahut bir suikast sonucu hayatını kaybetti (758 / 1357).
Halil’in kurtarılması için Bizans imparatoru 759 (1358) baharında üç kadırgasıyla Foça üzerine hareket etti. Orhan’ın dostu Saruhan beyi İlyas da aynı zamanda karadan yürüdü ve şehri kuşattı; fakat bir sonuç alamadılar. İmparator Orhan’a danışmadan İstanbul’a döndü. Eski Foça’nın hâkimi Kalothetos, Halil için büyük bir meblağ koparmaya çalışıyordu. Orhan anlaşmayı bozacağını söyleyip tehdit etti. İmparator hemen Orhan ile buluşup sultanı yatıştırarak tekrar Foça’ya gitti, ancak bu sefer de sonuç vermedi. 760 (1359) baharında Üsküdar’a gelen Orhan ile Arkla’ya (Kızkulesi) gelen imparator arasında elçiler aracılığıyla görüşme başladı. Bizans, Orhan’ın güç durumundan sonuna kadar yararlanmak istiyordu. Orhan’a yeni şartlar kabul ettirildi. Orhan fidye olarak 30.000 Venedik altını ödedi ve Halil kurtarıldı. Diğer yandan V. Ioannes Palaiologos’un Türkler’e karşı Papa V. Innocent’e bir Haçlı seferi için başvurusu (1355 tarihinde) 1359 tarihinde karşılık bulmuş ve Venedik’in sağladığı gemilerde Rodos, Venedik, Ceneviz ve İngiliz askerleri Türkler’e karşı Haçlı ordusunu oluşturmaktaydı. Bizans askerinin de katıldığı bu Haçlı ordusu, Türkler’in Avrupa’ya geçiş iskelesi olan Lapseki’ye çıkarak yaktılar. Bunlar gemilerine dönerken pusudaki Türkler’in saldırısına uğradılar, karmaşa içinde kaçarken çoğu kılıçtan geçirildi. Bu hadisenin ardından Trakya’da Osmanlılar’ın en önemli hamlesi olan Edirne’nin fethi gerçekleşti. Osmanlı kroniklerinde Edirne fethi için 1363, 1364, 1369, 1371 gibi tarihler verilir. Ancak İnalcık’a göre, Edirne 762 (1361) yılında Şehzade Murad ve lalası Şâhin tarafından ele geçirilmiştir
Edirne’nin fethinden az sonra yaşı oldukça ilerlemiş olan Orhan Cemâziyelevvel 763 (Mart 1362) Bursa’da vebadan öldü. Türbesi Bursa’da babası Osman Gazi’nin yanındadır. Orhan Bey vefat ettiğinde Süleyman Paşa, Murad, İbrâhim, Halil ve Kasım adlı beş oğlundan Murad, İbrâhim ve Halil hayattaydı. Orhan Bey’in Bursa’nın fethi üzerine 727 (1327) tarihinde İlhanlı sikkeleri tipinde gümüş sikke bastırdığı bilinmektedir. Ona ait beş tip sikke tespit edilmiştir. Orhan döneminde bürokrasi oluşmuştur. Hüseyin Hüsâmeddin’e göre ilk vezir, Asporça Hatun vakfiyesinde adı geçen ulemâdan Kemâleddin oğlu Alâeddin Paşa’dır. Devletin bu kuruluş sürecinde Âşıkpaşazâde’nin ifade ettiği dört sınıftan başka fakih ve ulemadan kişiler kurmuş ve yürütmüştür. Bu ulema ve bürokratlardan Alâeddin, Sinâneddin ve Çandarlı (Çendereli) Kara Halil İslâm hukukunu ve kurumlarını iyi bilen yetenekli kişilerdi. Ayrıca Sultan Orhan, kadı yetiştirmek üzere İznik’te mutasavvıf Dâvûd-i Kayserî idaresinde ilk medreseyi kurmuştu (731/1331). Orhan Gazi devrinde askerî teşkilâtın yeniden düzenlemesi yapılmıştır.
Orhan Gazi Dönemi Eserleri
Bursa Orhan Camii: Cami’nin inşası taç kapısı üzerinde yer alan onarım kitâbesine göre, Sultan Orhan Bey (1326-1360) tarafından 740 (1339-40)’ta emredilmiştir. Caminin mimarı hakkında herhangi bir bilgi mevcut değildir.Zâviyeli cami; 8.75 x 9.64 m ölçülerinde mihraplı hacim ve önündeki sofaya (kapalı avlu) açılan yan mekânlar ile beş bölümlü bir son cemaat revağından meydana gelmektedir. Yan mekânların kuzey kısımlarına, doğu-batı doğrultusunda uzunlamasına dikdörtgen plânlı küçük odalar yerleştirilerek, sofanın önünde bir giriş mekânı düzenlenmiştir. Mihraplı hacim, üçgen prizmalı tromplarla geçilen oval kubbe, sofa ve yan mekânlar ise pandatifli kubbelerle örtülüdür. Ortada sofaya açılan birer eyvan niteliğindeki bu mekânların zemin kotları, mihraplı bölümde biraz daha yüksektir. Caminin kuzeydoğu köşesinde, yapı bünyesine dahil edilmiş tek şerefeli minare yer almaktadır.
Kaynaklar
Nizâmeddîn-i Şâmî, Zafernâme, Ankara 1987, s. 301-324; Esterâbâdî, Bezm ü Rezm, Ankara 1990,s.56, 70-112; Enverî, Düstûrname, I, İstanbul 1976,87-91; Âşikpaşazâde, Tevarih-i Al-i Osman, (haz. Y. Saraç-K.Yavuz), İstanbul 2007, 64-80,100; Dukas, Bizans Tarihi, İstanbul 1956, s. 8-9, 26-43; Oruç b. Âdil, Oruçbey Tarihi, (haz. N. Ötürk), İstanbul 2007,s.15,20,; Neşrî, Kitab-ı Cihannümâ,(K. Köymen-R. Unat), Ankara 1987, I,s. 138200; İbn Kemâl, Tevârîh-i ÂI-i Osman, Ankara 2000, s. 5-191; İdrisi,Heşt Bihişt, (haz. M. Kartaş-S.Kaya, Y. Baş), Ankara 2008, I, s. 186-212; Hoca Sadeddin, Tacü’t-Tevarih,(haz. İ. Parmaksızoğlu), İstanbul 1996, s. 131,145,169-70; Solakzade, Tarih, (haz. V. Çubuk), İstanbul 1996,s.45; İbn Battuta, Seyahatnâme (trc. A. Sait Aykut), İstanbul 2004, I, 430; Ahmedî, Dâstân ve Tevârîh-i Mülûk-i Âl-i Osmân (haz. Çiftçioğlu N. Atsız, Osmanlı TarihleriI içinde), İstanbul 1949, s. 10-14; Şükrullah Çelebi, Behcetü’tTevârîh (trc. Nihal Atsız, a.e. içinde), İstanbul 1980, s. 53-54; M. Fuad Köprülü, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu, Ankara 1959, s. 120; aynı yazar, “Abdal Musa”, TK, XI/124 (1973), s. 6-15; K. M. Setton, The Papacy and the Levant (1204-1571), Philadelphia 1976-84, I-VI; E. Zachariadou, Trade and Crusade. Venetian Crete and the Emirates of Menteshe and Aydin (1300-1415), Venice 1983, s. 7-12; G. Soulis, The Serbs and Byzantium during the Reign of Tsar Stephen Duķan (1331-1355) and his Successors, Washington 1984,s. 120-180; J. V. A. Fine, The Late Medieval Balkans, Ann Arbor 1987,s. 23-89; Cemal Kafadar, Between Two Worlds: The Construction of the Ottoman State, Berkeley 1995, s. 13-90; H. W. Lowry, The Nature of the Early Ottoman State, Albany 2003, s. 10-90; Feridun M. Emecen, İlk Osmanlılar ve Batı Anadolu Beylikler Dünyası, İstanbul 2005, s. 23-79; M. Tayyib Gökbilgin, “Orhan”, İA, IX, s. 399-408; Halil İnalcık, “Orhan”, DİA, XXXIII, s. 386; P. Wittek, Menteşe Beyliği, Ankara 1944, s. 7; J. Von Hammer Purgstal, Büyük Osmanlı Tarihi, İstanbul 2010, I, s.101-149; İ. H. Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi I, Ankara 1972, s. 60-150; H. Mustafa Eravcı-Mustafa Korkmaz, Saruhanoğulları, Manisa 1999,s. 21-34. Hans Wilde, Brussa Eine Entwickelungsstätte Türkischer Architektur In Kleinasien Unter den Ersten Osmanen, Berlin 1909, s.11-12; Sedat Çetintaş, Türk Mimari Anıtları-Osmanlı Devri-Bursada İlk Eserler, İstanbul 1946, s.17-22; Albert Gabriel, Une Capitale Turque Brousse Bursa, I Texte, Paris 1958, s.46-49; Semavi Eyice, “İlk Osmanlı Devrinin Dini-İçtimai Bir Müessesi Zâviyeler ve Zâviyeli-Camiler”, İÜİFM, XXIII/1-2, Ekim 1962-Şubat 1963, s. 37-38; Aptullah Kuran, İlk Devir Osmanlı Mimarisinde Cami, Ankara 1964, s. 67-71; Ekrem Hakkı Ayverdi, “Orhan Gazi Devrinde Mimârî”, Yıllık Araştırmalar Dergisi, I, Ankara 1957, s.127-131; aynı yazar İstanbul Mi’mârî Çağının Menşe’i Osmanlı Mi’mârîsinin İlk Devri I 630-805 (1230-1402), İstanbul 1966, s. 61-89; Sedat Emir, Erken Osmanlı Mimarlığında Çok İşlevli Yapılar: Kentsel Kolonizasyon Yapıları Olarak Zaviyeler, II, İzmir 1994, s.37-50; Doğan Kuban, Osmanlı Mimarisi, İstanbul 2007, s. 83-85.