Hukukta en önemli olgulardan biri hak sahibi olmak ise bunu ortaya çıkarabilmek yani ispat etmek de bir o kadar önemlidir. Gerçekte hak sahibi olan birçok kişinin ispat kurallarına dikkat etmediği için hakkını ispat edemediği ve mağdur olduğu çok fazla örnek yaşanmaktadır. Dolasıyla hak kazanılırken ve kullanılırken ileride bu durumun nasıl ispat edileceği de düşünülmelidir. Bir hukuki uyuşmazlıkta taraflar her türlü delille hakkını ispat edebilir. Medeni Kanun, bu ispat araçlarından resmî belgelere özel bir önem yüklemiştir.
TMK’nin 6. maddesinde “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.” ifadesi ile iddia edenin ispat etmekle yükümlü olduğu belirtilmiştir. Bir kişi birisinden bir alacağı olduğunu iddia ediyorsa bu durumu kişinin ispat etmesi gerekmektedir. Borçlunun borçlu olmadığını ispat etmesi gerekmez.
“Müddei, iddiasını ispatla mükelleftir.”
Hukuken haklı olduğunu savunan ve tartışma başlatan taraf, hakkının dayandığı olayları, olguları da ispat etmek zorundadır. Buna karşın diğer taraf da karşı ispat hakkını kullanmakta serbesttir. Burada önemli olan tartışmayı başlatanın yani haklı olduğunu iddia edenin ispatla yükümlü olmasıdır. Örneğin, evlilik birliğinin temelinden sarsılması iddiasıyla dava açan yani hukuken tartışmayı başlatan davacı eş, bu evliliğin ne şekilde sarsıldığını ispat etmek zorundadır. Diğer eşin, evliliğin sarsılmadığını ispat etme yükümlülüğü bulunmamaktadır. Ama her iki taraf da kendi iddialarını ispat etme hakkına sahiptir.
“İspat yükü” ve “ispat hakkı” farklı kavramlardır
İstisnalar
Toplum yaşamının daha rahat ve güvenli hâle gelmesi hukuk kurallarıyla oldukça ilgilidir. Bunun için kanunlar bazı kurallara istisnalar, ayrıksı durumlar getirerek insanların hukuki ilişkilerini kolaylaştırmak ister.
İspat yüküyle ilgili kural “iddia edenin ispat etmesi” olduğu hâlde, bazı durumlarda kanun, olağan, genel doğruları öncül olarak, hukuken "doğru" olarak varsayar. Hukuken doğruluğu kabul edilen bu türden varsayımlara karine denir.
Örneğin, Medeni Kanun’a göre; “Yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ya da bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes, bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” Buna göre Medeni Kanun, kanunda sayılan durumların dışında kalan herkesin ayırt etme gücüne sahip olduğu karinesini benimsemiştir. Bu nedenle, birinin ayırt etme gücünün olmadığını düşünen kişi bunu ispat etmelidir.
Benzer şekilde, iyiniyet karinesinde, asıl olan iyiniyetin varlığıdır. Eğer bir kimse karşı tarafın iyiniyetli davranmadığını düşünüyorsa iyiniyetin olmadığını ispat etmelidir. Yine “Resmî sicil ve senetler, belgeledikleri olguların doğruluğuna kanıt oluşturur.” Bunların gerçekliğinden şüphe eden kimse belgenin yanlışlığını ispat etmek zorundadır
TMK’nin 6. maddesinde “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.” ifadesi ile iddia edenin ispat etmekle yükümlü olduğu belirtilmiştir. Bir kişi birisinden bir alacağı olduğunu iddia ediyorsa bu durumu kişinin ispat etmesi gerekmektedir. Borçlunun borçlu olmadığını ispat etmesi gerekmez.
“Müddei, iddiasını ispatla mükelleftir.”
Hukuken haklı olduğunu savunan ve tartışma başlatan taraf, hakkının dayandığı olayları, olguları da ispat etmek zorundadır. Buna karşın diğer taraf da karşı ispat hakkını kullanmakta serbesttir. Burada önemli olan tartışmayı başlatanın yani haklı olduğunu iddia edenin ispatla yükümlü olmasıdır. Örneğin, evlilik birliğinin temelinden sarsılması iddiasıyla dava açan yani hukuken tartışmayı başlatan davacı eş, bu evliliğin ne şekilde sarsıldığını ispat etmek zorundadır. Diğer eşin, evliliğin sarsılmadığını ispat etme yükümlülüğü bulunmamaktadır. Ama her iki taraf da kendi iddialarını ispat etme hakkına sahiptir.
“İspat yükü” ve “ispat hakkı” farklı kavramlardır
İstisnalar
Toplum yaşamının daha rahat ve güvenli hâle gelmesi hukuk kurallarıyla oldukça ilgilidir. Bunun için kanunlar bazı kurallara istisnalar, ayrıksı durumlar getirerek insanların hukuki ilişkilerini kolaylaştırmak ister.
İspat yüküyle ilgili kural “iddia edenin ispat etmesi” olduğu hâlde, bazı durumlarda kanun, olağan, genel doğruları öncül olarak, hukuken "doğru" olarak varsayar. Hukuken doğruluğu kabul edilen bu türden varsayımlara karine denir.
Örneğin, Medeni Kanun’a göre; “Yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ya da bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes, bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” Buna göre Medeni Kanun, kanunda sayılan durumların dışında kalan herkesin ayırt etme gücüne sahip olduğu karinesini benimsemiştir. Bu nedenle, birinin ayırt etme gücünün olmadığını düşünen kişi bunu ispat etmelidir.
Benzer şekilde, iyiniyet karinesinde, asıl olan iyiniyetin varlığıdır. Eğer bir kimse karşı tarafın iyiniyetli davranmadığını düşünüyorsa iyiniyetin olmadığını ispat etmelidir. Yine “Resmî sicil ve senetler, belgeledikleri olguların doğruluğuna kanıt oluşturur.” Bunların gerçekliğinden şüphe eden kimse belgenin yanlışlığını ispat etmek zorundadır