Oğlu İbrahim doğduğunda sevincini ümmetiyle paylaşmakta sakınca görmemiş, gece gelen müjdeli haberi sabah “Bu gece bir oğlum oldu. Ona atam İbrahim’in ismini verdim.” diyerek duyurmuştur. Doğduğunda sevincini ümmeti ile paylaştığı gibi biricik oğlunu daha iki yaşını tamamlamadan kaybettiğinde de yüreğinde duyduğu derin acının işaretleri olan gözyaşlarını ümmetinden saklama ihtiyacı hissetmemiştir. Evladını kaybeden bir babanın nasıl sabır ve teslimiyet içinde olması gerektiğini gösterirken hissettiği acıyı kelimelere şöyle dökmüştür:
“Göz yaşarır, kalp üzülür fakat biz Rabbimizin razı olacağı sözlerden başkasını söylemeyiz. Ey İbrahim! Senin ölümünden dolayı gerçekten üzgünüz.”
Torunu kucağında can çekişirken Resûlullah’ın (s.a.s.) gözyaşı döktüğünü görüp şaşıranlara da “Bu gözyaşı, Allah’ın, dilediği kullarının kalplerine yerleştirdiği bir rahmettir. Allah, kullarından sadece merhametli olanlara merhamet eder.” diyerek5 evladını, torununu kaybeden kişinin gözlerinin yaşarmasının doğal bir durum olduğunu ifade buyurmuştur.
“Hiçbir annebaba çocuğuna güzel terbiyeden daha kıymetli bir bağışta bulunmamıştır” diyerek ebeveynlerin en önemli sorumluluğuna işaret eden Kutlu Nebi yalnızca kendi çocuklarının ve torunlarının değil, ulaşabildiği hemen her çocuğun hayatına bir şekilde dokunmuş, onların eğitimine katkıda bulunmuş ve daha sonra özlemle hatırlayacakları anılarını şekillendirmiştir. İslam ümmetini bir bütün olarak düşünüp çevresindeki tüm çocuklara bir şekilde emek veren Resûlullah’ın (s.a.s.) bu konudaki örnekliğinin temel esaslarını şöyle sıralayabiliriz.
Çocuğun Tabiatı Eğitilmeye Elverişlidir
Resûlullah (s.a.s.) her doğan çocuğun fıtrat üzere doğacağını ancak daha sonra annebabasının onu farklı bir dine yönlendirebileceğini bildirerek7 Müslüman aileler için bir müjde vermektedir. Çünkü yaratılış, karakter, tabiat, mizaç gibi anlamlara gelen fıtrat kelimesi Allah’ın tüm mahlukatı kendisini bilecek ve idrak edebilecek bir kabiliyet ile donatması, bu şekilde yaratması olarak tanımlanabilir. Bu hâliyle çocuk hak din olan İslam’ı anlamak ve benimsemekte zorlanmayacak aksine zaten ona uygun yaratıldığı için kolaylıkla kabullenebilecektir. Bu bilgi bir taraftan anne babalar için bir müjde içermekte iken diğer yandan çocukların başka dinleri seçmesinin anne babalarının kusurlarının sonucu olabileceğine işaret ederek sorumluluğun farkında olmaya çağırmaktadır. Hz. Peygamber bu bilgiyle tüm ebeveynleri daha yolun başında ümitvar olmaya teşvik etmiş, kendisi de hiçbir çocuk ya da yetişkinin eğitimi ile ilgili olarak ümidini yitirmemiştir. Yahudi bir genci hastalığında ziyaret edip fıtratına uygun bir biçimde can vermesi için gayret göstermiştir.
Çocuk Eğitimi Ahiret Azığıdır
Tabiatı her ne kadar Allah’ı tanımaya yatkın olsa da eğitim anne ve babadan ciddi bir emek, uzun süren bir çaba ve sabır istemektedir. İşte dünyaya gelen bir yavru için ortaya konan tüm çaba bir taraftan bu yavruyu hayata hazırlarken diğer yandan ailesi için ahiret azığı olacak, belki de kişinin kurtuluşu\ evladına verdiği emeğin sonunda gelip kendisini bulacaktır.
“Kocasından dul kalıp da asil ve güzel olduğu halde evlenmeyerek yetimleri ev bark sahibi oluncaya ya da ölünceye kadar kendisini onlar için feda eden, bu uğurda (güneşte çalışmaktan) yanakları kararan/çöken kadın ile ben cennette şu iki parmağım gibi birbirimize yakın olacağız.” ve “Kim üç kız çocuğunun geçimini üstlenir, onları terbiye edip evlendirir ve onlara güzel davranırsa ona cennet vardır.” gibi hadisler bazen ayrım yapmadan tüm çocukların bazen de özellikle kız çocuklarının eğitimi için cesaret veren güzel haberlerdir. Bunlar; uzun soluklu ebeveynlik yolculuğunda annebabaları yüreklendiren ve düştükleri zaman yeniden ayağa kalkıp dört elle bu işe sarılmalarını sağlayan göz ardı edilemeyecek müjdelerdir.
İşte Resûlullah (s.a.s.) bu tür müjdelerle kendisinin emek verdiği gibi ümmetinin de çocuk eğitimini bir yanıyla dünyaya bakan, bir yanıyla da ahirette kurtuluş vesilesi olacak olan bir kulluk eylemi olarak görmelerini istemiştir.
Doğan Çocuk Her Hâliyle Kabullenilmelidir
Allah’ın dilediğine erkek, dilediğine kız çocuk dilediğine ikisini birden verip dilediğini çocuksuz bırakmaya gücünün yeteceği Kur’anKerim’de bildirilmiştir. Ancak buna rağmen kız çocuklarına yönelik yanlış bakış maalesef coğrafya ve zaman tanımadan sürdürülmüş, Arap coğrafyası da bundan nasibini almıştır. İşte böyle bir ortamda gerek yemeğe ortak olacağı korkusuyla gerekse kız olduğu için yeni doğan çocuğu öldürmenin büyük günahlardan olduğu bildirilmiş; kız ya da erkek doğan çocuğun mutlaka kabullenilmesi tavsiye edilmiştir. Hatta bu konuda toplumdaki kemikleşmiş yanlışın düzeltilmesi için kız çocukları daha fazla ön plana çıkarılmış ve bu konuda Allah’a karşı gelmeyenler için müjdeler verilmiştir.
“Kimin kız çocuğu olur da onu toprağa gömmez, hor görmez ve oğlan çocuğunu ona tercih etmezse Allah onu cennete koyar.” ve “Her kim kız çocukları sebebiyle sıkıntı çekerse, o kızlar onun için cehennem ateşine siper olacaktır.” sözleriyle tüm Müslümanlar bu konuda adil bir bakış açısına, insaflı bir tutuma davet edilmiştir. Hatta Resûlullah (s.a.s.) yanına gelen bir adamın, oğlunu öperek dizinin üzerine oturttuğunu daha sonra gelen kızını ise öpmeden önüne oturttuğunu görünce “Onlar arasında eşit davranmadın. Adil davranmalıydın.” buyurarak en küçük konularda bile evlatların arasını ayırmamayı tembihlemiştir.
Kızı için “Fatıma benden bir parçadır.” diyen16 kutlu elçi, yalnızca küçük bir çocukken değil evlendikten sonra bile kız çocuklarını koruyup gözetmeye devam etmiştir.
Aileye katılan yeni birey şükrü gerektiren dünya nimetleri içinde en kıymetlilerinden biridir. İşte Resûlullah’ın (s.a.s.) sünnetinde bu şükrün ifadesi; kurban kesme ve çocuğun kesilen saçları ağırlığınca sadaka verme şeklinde yer bulmakta, cahiliye devrindeki kesilen kurbanın kanını çocuğun başına sürmek yerine traş edip güzel koku sürmek yer almaktadır Ümmetine akika kurbanını tavsiye eden Resûlullah (s.a.s.) bizzat kendisi de torunları Hasan ve Hüseyin için kurban keserek şükrünü ifade etmiştir.
Yeni Doğan Bebeğe Güzel Bir İsim Verilmelidir
Yeni doğanın sevilip kabullenildiğinin önemli bir göstergesi de ona isim vermedir. Çünkü aldığı isimle beraber artık çocuğun kimlik inşası yolunda ilk adım atılmış olur. İsim, hayatı boyunca çocukla birlikte var olacak, onu temsil edecek hatta bazen kendisinden önce ismi bilinecektir. Bu sebeple Resûlullah (s.a.s.) çocuklara güzel isim koymayı tavsiye etmiş, bunun sebeplerinden birini de Kıyamet günü herkesin kendisinin ve babasının ismiyle çağırılması olarak göstermiştir.
Resûlullah (s.a.s.) güzel isimler koymayı teşvik etmesinin yanı sıra kendisi de etrafındaki çocuklara güzel isimler vermiştir. Hz. Ali’nin evlatlarına savaş anlamına gelen Harb ismini vermek istemesine karşın Resûlullah (s.a.s.) güzellik anlamına gelen Hasan ve Hüseyin isimlerini vermiş, Mescidi Nebevi’nin aydınlatılmasını sağlayan bir sahabiyi ışık saçan anlamına gelen Serrâc ismiyle isimlendirmiştir.
Abdulhacer, Abdulkâbe, Kayyûm, Meliku’lemlâk gibi isimleri tevhit inancıyla bağdaşmadığı için, Berre ismini kişiyi temize çıkarmak anlamına geleceği ve kibre götürebileceği için, Harb, Esram, Şihâb ve Gurâb gibi isimleri de anlamlarının hoş olmamasından dolayı değiştirmiştir.
İsminin değiştirilmesine itiraz eden bir kişinin yaşadıkları çok manidardır. Yanına gelen bir kişinin isminin engebeli, sert ve kaba anlamlarına gelen Hazn olduğunu öğrenen Resûlullah (s.a.s.); düz, engebesiz, kolay anlamına gelen Sehl ile onun ismini değiştirmek istemiş, ancak babasının koyduğu ismi değiştirmek istemediği gerekçesiyle Hazn buna yanaşmamıştır. Daha sonra Hazn’in işleri yolunda gitmemiş, muhtemelen bu ismin de etkisiyle ailelerinde sıkıntının hiçbir zaman eksik olmadığı torunu Said b. elMüseyyeb tarafından dile getirilmiştir.
Çocuğun kişiliğinin oluşumu ve gelişimi için ona bir an önce güzel bir isim vermenin önemi açıktır. Ancak Allah’ın Resûlü bunun yanında küçüklükten itibaren onları muhatap alıp selam vererek hatırlarını sorarak kendilerine güvenen birer birey olarak yetişmeleri için özen göstermiş, çocuklarla ilişkisini tıpkı yetişkinlerle olduğu gibi samimi ve sağlam temellere oturtmuştur.
Beden ile Beraber Ruhi Gelişim de İhmal Edilmemelidir
Resûlullah’ın (s.a.s.) kendisine getirilen bebeklerin damağına ağzında çiğnediği bir miktar hurmayı sürdüğü ve kulağına ezan okuduğu bilinmektedir. Tahnik denilen damağa hurma sürme; bir yandan çocuğun bedeni ihtiyacını giderip dünya nimetleri ile onu tanıştırma amacı taşırken diğer yandan ilk lokmanın, bereketinden istifade edilmek istenen birisi tarafından verilmiş olması çocuğun ruhi gelişimi için anlam taşımaktadır.
Çocuğun duyduğu ilk kelimelerin içinde kelimei tevhidi barındıran ezan ya da dua sözcükleri olması anlamlıdır. Bugünkü tıbbi veriler sonucu bebeklerin anne karnında iken bile dışarıdaki sesleri ve bu seslere bağlı duyguları hissedebildikleri bilinince, Resûlullah’ın (s.a.s.) doğan çocuğun kulağına ezan okuması ya da çocuk için dua etmesinin arkasındaki mana daha iyi anlaşılmalıdır. Çünkü yeni doğanın bedeni kadar ruhu da gıdaya muhtaçtır.
Çocuk Sevgiyi Hissedebilmelidir
Çocuk, en azından yetişkin oluncaya kadar içinde büyüdüğü ailenin kucaklayıcı sevgisini ve mensup olduğu toplumun kendisini kabullenişini hissedebilmelidir. Aksi takdirde sağlıklı bir birey, sağlam bir kişilik oluşumu imkansız hale gelebilecektir.
Rahmet peygamberinin çocuklara karşı duyduğu sevgi ve bu sevginin gösteriliş şekli bazen ümmetinin hayallerinin çok ötesindedir. Mesela o, bir gün mescitte ashabının huzurunda hutbesini yarım bırakıp inmiş, torunları Hasan ve Hüseyin’i kucakladıktan sonra onlarla beraber minbere çıkıp “Allah ‘Mallarınız ve çocuklarınız sizin için birer imtihan vesilesidir.’ derken ne kadar da doğru söylemiş! Şu iki yavrunun düşe kalka yürüyüşünü görünce dayanamadım da sözümü kesip onları kucağıma aldım.” diyerek içinde kaynayan sevgiyi ümmetiyle paylaşmakta sakınca görmemiştir. Mescitte, değil bir peygamberin bir imamın bile hutbeyi yarıda kesip çocukları kucaklaması ne dönemin Arap toplumunun ne de içinde yaşadığımız çağın ve toplumun aşina olduğu bir durumdur. Hatta bazı toplumlarda çocuklara sevgiyi göstermenin çocukların eğitimi için zararlı olacağı düşüncesi benimsenmiştir. Oysa ki Resûlullah (s.a.s.) çocuklara sevgisini her daim göstermeyi istemiştir. Bunun için onlara kendilerini sevdiğini söylemiş,30 kucaklayıp öpmüş, dizlerine oturtmuş, omuzunda taşımış, bineğine bindirmiş, okşamış, şakalaşmış, oyunlar oynamış, dualar etmiş, kendisine ikram edilen ilk meyveyi ürünler için bereket duası yaptıktan sonra orada bulunan en küçük çocuğa ikram etmiştir. Tüm bunlar aslında çocuğun ruhunu beslemektedir ve gün gelecek onun sevgiye doymuşluğu başkalarına sevgi sunarken cömertlik olarak kendini gösterecektir.
Hasan ve Hüseyin’e sevgisini “Allahım! Bu ikisine merhamet et. Ben de onlara merhamet ediyorum” diyerek ifade eden Resûlullah (s.a.s.) sevgisini yalnızca çocuklara göstermemiştir. Kızı Fatıma’ya çocukluktan çıktıktan sonra bile sevgisini göstermiş, bu sevgiyi ümmetinin de fark etmesinde bir sakınca görmemiştir. Fatıma yanına geldiğinde Resûlullah (s.a.s.) ayağa kalkmış, onun elini tutup kızını öpmüş ve onu kendisinin yerine oturtmuştur.
Hz. Aişe’nin sıtmaya yakalandığını duyduğunda yanına koşan Hz. Ebû Bekir de tıpkı en yakın dostundan öğrendiği gibi kızını öpüp onun hatırını sormuş, böylelikle evlenip evden ayrılmış bile olsa kızına duyduğu sevgiyi ve merhameti göstermekten çekinmemiştir.
Eğitimci Merhametli Nezaketli ve Sabırlı Olmalıdır
Eğitimin küçüğün ruhunu yaralamadan istenen sonuca ulaşabilmesi için örnek insan Hz. Muhammed’in ısrarla üzerinde durduğu vasıflardan biri merhamettir. “Küçüğümüze merhamet etmeyen, büyüğümüze hürmet etmeyen bizden değildir” buyuran kutlu elçi, torunlarını öpmesini garipseyen Akrâ b. Hâbis’e de “Merhamet etmeyene merhamet edilmez.” diyerek45 bu dünyada çocukların merhameti öncelikli olarak hak ettiklerine işaret etmiştir.
Oğlu İbrahim’i sonsuzluğa uğurlarken merhameti gözlerinden taşan Allah Resûlü (s.a.s.)46 çocuklara acımasız ya da kabadavranılmasını hoş görmemiş; üzerini ıslatan küçük torunu Hasan’a vuran Ümmü’lFadl’a karşı “Allah seni ıslah etsin! Oğlumun canını acıttın.” diyerek tepki göstermiştir.
Bir başka seferde merakla gelip sırtındaki benine dokunmak isteyen Ümmü Halid’e babası kızınca “Onu bırak!” demiş, küçük kızın Peygambere dokunmak isteğini hoş görüyle karşılamıştır.
Resûlullah’ın (s.a.s.) yanında hizmet eden hiç kimseye bir tokat dahi atmadığı49 bilinmekte ancak çocukluğunun neredeyse tamamını Peygamberin yanında geçiren Enes’in anlattıkları örnek bir eğitimcinin vasıflarını daha net olarak ortaya koymaktadır: “Resûlullah’a (s.a.s.) on sene hizmet ettim. Vallahi bana bir kere “Öf!” bile demedi. Herhangi bir şeyi dolayı “Niçin böyle yaptın?” demediği gibi “Şöyle yapsaydın ya!” da demedi.” Ona “Enesçik!” veya “Yavrucuğum!” diye letafet ile hitab eden Resûlullah (s.a.s.) kendi çocuğu olmamasına rağmen Enes’in gönlüne nezaketle dokunabilmiş, böyle bir eğitimin sonucu da İslam tarihine adını yazdıran Enes b. Malik gibi bir şahsiyet olmuştur.
Çocuk Hayatın Tam İçindedir
Peygamberin uygulamasında çocuk hayatın tam içindedir. Çocuk, sürekli kenarda tutulan, konuşturulmayan, fikri sorulmayan ve gururu incitilen değil, yaşamın merkezi camiyi cıvıltılarıyla şenlendiren bir varlıktır. Resûlullah (s.a.s.) hayatın kalbinin attığı Medine mescidine çocukların gelmelerine izin vermiş, açık alanda kılınan namazlarda saflar arasında dolaşmalarına müdahale etmemiş, bazen omuzlarında kız bazen erkek çocuklar olduğu halde cemaate namaz kıldırmış, bazen kucağında torunlarıyla hutbe vermiştir. Öğrenmenin dayatma yoluyla değil hayatın içinde biraz da kendiliğinden gerçekleştiğini bilen Resûlullah (s.a.s.) çocukları camiden hiç uzaklaştırmamıştır. Hatta annesinin camiye getirdiği minicik bir bebeğin ağlamasına duyduğu merhametten dolayı namazı kısa tutabilmiştir.
Resûlullah (s.a.s.) cami ile yetinmeyip onları alışverişe göndererek, düğün eğlencelerine katılımlarını teşvik ederek, onlarla evini paylaşarak çocukların hayatı yaşayarak öğrenmelerine ve sosyalleşmelerine katkıda bulunmuştur.
Değerleri Aktarmada Aşamalılık ve Israr Esastır
Değerlerin çocuğa aktarımında eğitimcinin özellikle de ailenin rolü yadsınamaz. Peygamber de bu değerlerin aktarılması için çocuklara en ince ayrıntıları bile anlatan ve kendi örnekliği ile öğrenmeyi destekleyen bir tavır geliştirmiştir.
Dini değerlerin en önde gelenlerinden biri olan namaz eğitimi için örnekliğin yanı sıra aşamalılığı ve devamı da önemsemiştir. Sağını solundan ayırabilecek yaşa geldiği zaman çocuğa namazın emredilmesini isteyen Hz. Peygamber, ilerleyen zamanlarda bu emrin ısrarla devam ettirilmesini hatta ihtiyaç duyulması hâlinde yaptırım uygulanabileceğini de bildirmiştir.
Ümmetine ısrarla takip etmelerini tavsiye ettiği bu denli önemli bir değerin çocukta yerleşmesi için Resûlullah (s.a.s.) da tedbir alır, teşvik eder, yol gösterir ve hatırlatma yapardı. Camilerin yanı sıra evlerde de çocukların namaza katılmasını sağlar, yakın çevresinin namaz kılıp kılmadığını kontrol ederdi.
Namazı sadece teşvik ile kalmaz, eksikleri tatlı bir dil yumuşak bir üslupla giderirdi. Enes’e “Yavrucuğum namazda yüzünü sağa sola çevirip bakma!” derken sol tarafına duran Abdullah b. Abbas’ı tutup sağ tarafına geçirmiş ve başını okşamıştı. Gözümün nuru dediği namazın göz bebeği çocuklara ısrarla fakat aşama aşama ve mutlaka güzellikle öğretilmesi için çok yönlü bir örneklik ortaya koymuştu.
Başarılı Eğitimci Alternatif Sunabilendir
Hz. Peygamberin önemli örnekliklerinden biri de eğitimde çocuğu alternatifsiz bırakmama idi. O bir şeyi yasaklıyor, ondan uzaklaştırıyorsa bunun alternatifi olan bir yolu gösterebiliyor, böylece yasak olandan uzaklaşmak daha kolay hale gelebiliyordu. O bir gün hurma ağaçlarını taşladığı için huzuruna getirilen çocuğa “Evladım! Ağaçları neden taşlıyorsun?” diye sorduktan sonra karnının aç olduğunu yalnızca karnını doyurmak için bunu yaptığını duyunca “Ağaçları taşlama!” demiş ancak ona alternatif sunarak ağaçların dibine dökülenleri yemesini tavsiye etmiştir. Bu alternatifi sunmakla kalmayan rahmet elçisi; “Allahım! Bu yavrunun karnını doyur” diye dua ederek huzuruna hatası sebebiyle getirilen çocuğun, ceza alarak değil zarar vermeden karnını doyuracağı bir yol öğrenerek, Peygamber duası gibi büyük bir kazançla yanından ayrılmasını sağlamıştır.
Gerek kendi çocukları ve torunlarına, gerekse yakınında bulunan, uzaktan gelen, sık görüştüğü bir kez gördüğü ümmetin tüm çocuklarına sevgi ve merhametini esirgemeyen, onları duygusal yönden desteklediği gibi itidalli ve nezaketli bir biçimde eğitilmelerini de önemseyen Kutlu Elçi’nin çocuk eğitimindeki örnekliğinden bugünün ebeveyninin alabileceği ince hikmetler bulunmaktadır. Çocuğun bugüne değil yarına hazırlandığı bilinciyle sünnetin öncülüğünde yürütülecek bir ebeveynlik hem anne baba hem çocuk için eşsiz kazanımları beraberinde getirecektir.
Şule Yüksel Uysal