Çağdaş medeniyeti ve yaşam şeklini incelediğimizde, herhâlde hiç kimse, geldiğimiz bu noktanın temel nedeninin bilgi eksikliğinden ya da eğitimden kaynaklandığını söyleyemez. Zira toplumun farklı alanlarında söz sahibi olan insanlara baktığımızda, bu tür kişilerin en üst seviyede eğitim aldığını görmekteyiz. Eğer mesele eğitim meselesi olsaydı, başta endüstrileşmiş ülkelerin, bilimsel ve teknolojik gelişmelerinin yanı sıra insanî sorunları da çözmeleri gerekirdi. Oysa durum tam bir tezat teşkil etmektedir.
İşte “modern eğitim” diye adlandırılan ve bir şekilde tüm dünya ülkelerini, doğrudan ya da dolaylı olarak etkileyen çağdaş batı eğitim sistemi, küreselleşmeyle birlikte, tüm insanlık adına barış, huzur, mutluluk ve geleceğe yönelik bir ümit sağlayacağına, başta savaş ve çatışmalar olmak üzere, şiddetin her çeşidinin zirveye ulaşmasına, ülkeler içinde ve ülkeler arasında müthiş bir sosyoekonomik adaletsizliğin hâkim olmasına ve insanlığın büyük bir kısmının umudunu kaybetmesine neden olmuştur. Geçmiş dönemlerde bölgesel olarak görülen ahlaki yozlaşma ise, küreselleşmeyle birlikte tüm dünyaya egemen olmuştur.
Acaba tüm bu olumsuz gelişmelerin nedeni neydi? İnsanlık nasıl oldu da bu noktaya geldi? İşte biz bu bölümde, son zamanlarda pek çok ülkede farklı adlarla anılan “değerler eğitiminden” ve İslami bağlamda değerler eğitimiyle çok yakından ilgili olan “insan onuru ve sorumluluğundan” bahsedeceğiz. Bölüm temel olarak şu alt kısımlardan oluşacaktır: a) Değerler eğitiminin ortaya çıkış nedenleri, b) Değerler eğitiminin özellikleri, c) Değerler eğitimi bağlamında Müslümanların sorumlulukları, d) Sonuç ve değerlendirme.
Değerler Eğitiminin Ortaya Çıkış Nedenleri
Günümüz sosyal bilimcilerine göre, tüm dünya ülkelerini tehdit eden sorunların temelinde, son birkaç asırdır hâkim olan eğitim anlayışı yatmaktadır. Dolayısıyla günümüz sorunlarını çözebilmemiz için, hâlen tedavülde olan bu eğitim anlayışını tahlil etmemiz ve ona göre yeni bir eğitim anlayışı geliştirmemiz gerekmektedir. Bundan üç asır önce Newton, Bacon ve Descartes tarafından şekillendirilen ve günümüzde “modern eğitim” diye adlandırılan eğitimin ilkelerini şunlar oluşturuyordu:
1) Evren, birtakım bloklardan oluşan mekanik bir sistemdir,
3)İnsan bedeni bir makine gibi işler ve insanı bir bütün olarak anlamaksızın işlem yapılabilir, 3) Toplum, varlığını devam ettirebilmek için, sürekli bir rekabet hâlindedir,
4) Farklı insan kültürleri tabii düşmandırlar, bu diğer canlılar açısından çok daha barizdir,
5) Maddi ilerlemenin sonu yoktur ve bu maddi ilerleme de ancak teknolojik gelişme ve ekonomik büyümeyle sağlanabilir,
6) İnsanoğlu, tabiatı kontrol etme hakkına sahiptir. İşte on yedinci yüzyılda modern eğitime hâkim olan zihniyet bunlardı.
Yukarıda kısaca modern eğitim ve düşünce sisteminin olumsuz sonuçlarından bahsettik. Bu doğrultuda bilinçli bilim insanları da, mevcut eğitim sistemlerinin insanlığın sorunlarını çözemeyeceğini, dolayısıyla eğitim sistemlerinin ciddi bir şekilde revize edilmesi gerektiğini savunmaktadırlar. Örneğin, Eva Norland bu konuyla ilgili olarak şunları yazmaktadır: “Artık biz şunu düşünmeye başladık ki, çocuklarımızın, torunlarımızın ve gezegenimizin geleceğini korumanın tek yolu, eğitim sistemimizi yeniden yapılandırmaktır. Biz daha iyi bir eğitim aramaya başlıyoruz.” Bu görüşü paylaşan bazı düşünürler, modern eğitim ve düşünce sistemi yerine, “birlik” ve “birbirine bağımlılık” ile karakterize edilen, değişik eğitim şekillerinden bahsetmeye başlamışlardır. Bu eğitim şekillerinden birisi de pek çok ülkede üzerinde çalışılan değerler eğitimidir.
Değerler eğitiminin temelini, yerküremiz üzerinde mevcut tüm canlı ve cansız varlıklar için insani sorumluluk bilinci oluşturmaktadır. Bu yeni anlayışta, “değer verme ve sevme yeteneği” eğitimin temeli olmalıdır. Dolayısıyla bu yeni düşüncede, önceki modern eğitim anlayışının aksine, Gregory Bateson’un ifadesiyle, parça ve kısımlar yerine birlik ve bütünlük oluşturmak, etki ve neden açısından düz bir çizginin halkaları olmak yerine, yuvarlak bir zincirin halkaları olmak vardır.
Modern eğitimin iki önemli amacı vardı: Bunlardan birincisi, mevcut sistemi ve ülkeyi diğer sistem ve ülkelerden ileri tutmak, ikincisi ise, bu sistemin idarecilerini popüler destekle idarede tutmaktı. Betty Reardon’a göre bu iki amacın hiçbiri de başarıya ulaşamamıştır. Her ne kadar Batı demokrasisinin düşmanı olarak görülen komünist sistem çökmüşse de, aslında her iki sistem de sınırsız silahlanmaya ayırdıkları parayla, kendi kapasitelerini tüketmişler ve dünyanın geri kalanının da geleceğini ve kaderini manipüle etmişler, sonuçta kendi halklarının maddi ihtiyaçlarını bile karşılayamama noktasına gelmişlerdir. Ayrıca, sadece maddi ihtiyaçları karşılama konusunda değil, belki bundan da önemli olan, manevi fakirliği de tecrübe ederek, sonuçta tüm gelir grupları eşi görülmemiş bir yalnızlık, geniş çapta bir boşluk ve anlamsızlık içine düşmüşlerdir. Tüm bu gelişmelerin sonucunda eğitim sistemleri, dünya çapında derin bir kriz içine girmiştir.
Bireyleri mutsuz olan ülke ve milletlerin sosyal yapıları da bozulmaya başlamıştır. Başta aile yapısı olmak üzere, toplumun tüm kurumları bu olumsuzluklardan etkilenmiştir. Aile bireyleri arasındaki sadakatsizlik ve geçimsizlik boşanmalara, boşanmalar ise, sorunlu bireylerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Evlilik dışı yaşam ve kürtaj olaylarının artması, ciddi sağlık sorunları ortaya çıkarmanın yanında, dünya nüfus dengesini de bozmuş, erkek çocuk sayısında ciddi bir artış olmuştur.
Günümüzdeki bu ahlaki sorunlar sadece bireysel ya da toplumsal boyutta kalmamış, tüm dünyayı kapsar hâle gelmiştir. Nasıl ki bireysel nitelikli sorunlar toplumsal nitelikli sorunlara yol açmışsa, toplumsal nitelikli sorunlar da küresel nitelikli sorunlara neden olmuştur. İşte, büyük oranda kapitalizmin bir diasporası olarak düşünülen küreselleşme sürecinde de, dünyada çok sınırlı sayıdaki insan bolluk ve refah içinde yaşarken, başta geri kalmış ülkeler olmak üzere, dünya nüfusunun önemli bir kesimi en temel insani ihtiyaçlarını bile karşılayamaz olmuş, savaş, çatışma ve şiddet olayları bölgesel olmaktan çıkıp, tüm dünya ülkelerini etkiler hâle gelmiştir. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi, ekolojik denge de alt üst olmuş, gezegenimizin hassas dengeleri bozulmuş ve sonuçta dünyanın iklimi, bitki örtüsü, canlıların yaşam tarzları ve türleri ciddi anlamda olumsuz etkilenmiştir.
Acaba değerler eğitiminin özellikleri nelerdir? Burada hemen şu hususu belirtmek gerekir ki, değerler eğitimi derken, basit anlamda birkaç dinî, ahlaki ya da estetik değerin öğretiminden ziyade, daha geniş ve kapsamlı bir içerikten ve amaçtan bahsetmekteyiz. Şimdi değerler eğitiminin özelliklerinden ve temel ilkelerinden söz edebiliriz.
Değerler Eğitiminin Özellikleri
Değerler eğitimi sadece muayyen bir dinî, felsefi ve siyasi görüşün mahsulü olmayıp, evrensel nitelikli bir eğitimdir. Onun temel amacı, evrensel insani değerlere dayalı bir eğitim sistemi oluşturarak, yeryüzünde daha yaşanır, daha âdil ve daha barışçıl bir dünya inşa etmektir. Hedef kitlesi tüm insanlık olan değerler eğitimi, şu özelliklere sahiptir:
Değerler Eğitiminin İçeriğini Küresel Nitelikli Sorunlar Oluşturur: Böyle bir eğitimin içeriğini her şeyden önce toplumsal ve küresel nitelikli sorunlar ve temel insani ihtiyaçlar oluşturur. Değerler eğitimi, hem bir bütün olarak insanoğlunun iyiliğini, refahını ve mutluluğunu; hem de çevreyi dikkate alır. Değerler eğitimi, içerik açısından mümkün olduğunca zenginliğe önem verir, ancak bunu gerçekleştirirken de hiçbir zaman sadece bir dinin, bir kültürün ya da herhangi bir ideolojinin görüşlerini yansıtmaz. Eğer biz, küresel bir sorumluluktan bahsediyorsak, meseleye sadece bölgesel olarak ve belli bir dinin öğretilerinden hareketle bakmak yeterli olmayabilir. Bu yüzden evrensel değerleri anlamamız gerekir. Dolayısıyla değerler eğitimi, tüm bireyler için adalet ve eşitliği sağlayan insanî değerleri öğrenmeyi amaçlar ve orta ölçekli bir evrensel ahlak içeriği oluşturmaya çalışır.
Çoğulculuk Anlayışına Sahiptir: Değerler eğitimi, çoğulculuğa ve sorumluluk bilincine dayanmaktadır. Nasıl ki sistemlerin, yaşamlarını sürdürebilmeleri için fonksiyonel işbirliğine ve farklı yaşam şekillerine ihtiyaçları varsa, adil, barışçıl ve yaşanabilir bir sosyal sistem için de, çoğulculuk ve sorumluluk esastır. Aslında bu durum, tüm demokratik toplumlar için de geçerli ve önemlidir. Zira demokratik toplum demek, bir bakıma güvenli ve emniyetli toplum demektir. Güvenlik de büyük ölçüde toplumun refahına bağlı olan bir husustur. Toplumun refahı da adil, onurlu ve şiddetten uzak bir yaşam tarzına bağlıdır. Güvenli bir toplum, fiziki ve psikolojik açıdan sağlıklı bir toplumdur. Değerler eğitiminin bu çoğulculuk özelliğiyle ilgili bir diğer önemli husus da, dinî ve kültürel farklılıkların engel olarak değil, birer zenginlik olarak kabul edilmesi gerektiğidir. Okullar da bu farklılıkları bir sorun olarak değil, diğer insanların din ve kültürlerinin öğrenileceği birer fırsat olarak görmelidir.
Pozitif Alternatifler Sunar: Değerler eğitiminin diğer önemli bir yanı da, sadece olumsuzluklara değinerek insanların bu olumsuzluklara dikkatlerini çekmek değil, aksine pozitif alternatifler sunmaya çalışmaktır. Dolayısıyla amaç, sadece savaşa, sosyoekonomik adaletsizliğe ve temel insan haklarının ihlaline karşı çıkmak değil; barış, adil bir düzen, insan haklarının anlaşılması ve korunması için nelerin yapılabileceği hakkında kafa yormaktır. Böyle bir eğitimin amacı, her şeyden önce hiçbir ayrıma tabi tutmadan insan onurunu koruyan, insan haklarına saygı gösteren, barışçıl ve adil bir toplum yaratmayı hedefleyen bireyler yetiştirmektir. Yine bu eğitimin amacı, sadece savaşın, adaletsizliğin ve çevresel yıkımın zararlarını ortaya koymak değil, barışın, adaletin ve ekolojik dengenin sağlanmasının ve korunmasının yollarını öğretmektir.
Değerler Eğitiminin Hedef Kitlesi Herkestir: Her ne kadar bazı bilim adamları değerler eğitiminin hedef kitlesinin sadece yetişkin nüfus olacağını belirtse de, bu eğitimin hedef kitlesi, ister örgün, isterse yaygın nitelikli, tüm eğitim kademelerini ve her kademedeki insanları içerir. Eğer küresel sorunlar, yaş ve cinsiyet ayrımı yapmaksızın tüm insanları ilgilendiriyorsa, o takdirde eğitim de hedef kitle olarak herkesi kabul etmelidir. Ancak içerik ve metot olarak bazı farklılıklar olabilir. Buna karar verecek olan da bu eğitimi sunacak olan kişilerdir.
İnsani Bir Anlayışa Sahiptir: Değerler eğitiminin temel felsefesi; dünyadaki tüm insanların “insan olduğu bilincine” vararak, bu bilincin oluşmasını engelleyen iç ve dış faktörlerin ortadan kaldırılması için çaba sarf etmektir. Öğrenciler açısından baktığımızda değerler eğitiminin amacı, öğrencilere temel insan hakları, şeref, haysiyet, onur gibi bireysel niteliklerin, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki sosyal adalet gibi konuların anlaşılmasında yardımcı olmaya çalışmaktır. Öğretmenler açısından baktığımızda, yine küresel nitelikli sorunların, örneğin geri kalmışlığın nedenlerini, bu geri kalmışlıktan kurtulmak için yapılması gerekenleri, yeni bir uluslararası ekonomi ve dünya düzeni oluşturmada yapılabilecek şeyleri öğrencilere kazandırmaktır. Değerler eğitiminin kapsamına gelince, gelişen dünyanın şartları dikkate alınarak, öğrencilerin yirmi birinci yüzyılda içinde yaşadıkları mevcut durumun gerçeklerini farklı bakış açılarından ele alıp incelemektir.
Değerler Eğitiminde Dinî Öğretilerin Önemli Bir Yeri Vardır: Değerler eğitiminin amacını gerçekleştirmede dinî ve ahlaki öğretiler önemli bir yer tutar. Birbirine rakip, hatta düşman olarak görülen dinlere ve mensuplarına bakıldığında, aslında bunların pek çok ortak noktaya sahip oldukları görülecektir.10 Eğer Hristiyanlar, adalet, sevgi ve barış dolu bir Tanrı krallığı özleminden; Budistler, varlıkların birbirlerine olan bağımlılıkları üzerine gerçekleşen gerçek bir barıştan; Müslümanlar, sosyal adalet ve kardeşlikten; Hindular da kozmik bir gerçeklikteki tüm varlıkların birbirlerine olan bağımlılıklarından bahsediyorlarsa, o zaman farklı dinlere mensup kişilerin birlikte hareket etmeleri konusunda herhangi bir engel de yoktur. O hâlde, iyi yönde daha büyük adımlar atabilmek için, aktif olarak birlikte çalışmak ve çözüm yolları bulmak gerekir. Zira küresel ahlak sorunlarının çözümüne katkı sağlayacak olan değerler eğitimiyle ilgili olarak her dinin söyleyeceği ve önereceği bir şeyler vardır. Burada önemli olan, sadece tek bir dinin öğretilerini dikkate almaktan öte, daha kapsayıcı bir şekilde diğer dinî ve ahlaki öğretilerden de istifade etme yoluna gitmektir. Amaç, rekabet hissinden ziyade, işbirliği olmalıdır.
Değerler eğitiminde dinin olduğu kadar, din eğitimcilerinin de büyük rolü vardır. Zira din eğitimcileri, öğretimini yaptıkları dinden aldıkları ilhamla, toplumdaki kötülüklere karşı savaşma konusunda başı çekmelidirler. Hatta bu konuda, sadece inanan kişilerden değil, inanmayan veya manevi yönü zayıf olan kişilerden de yararlanma yoluna gidilmelidir.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki, bir bütün olarak dünya sorunlarının çözümü, yine bir bütün olarak bilinçli dünya vatandaşları yetiştirmekle mümkün olacaktır. Bunun da yolu, inanan, inanmayan; idare eden, edilen; zengin, fakir; büyük, küçük; kadın ve erkek demeden, tüm dünya insanlarının ortak bir değerler sistemine sahip olmasından ve bu yönde bir eğitim almasından geçmektedir.
Değerler Eğitimi Bağlamında Müslümanların Sorumlulukları
Değerler eğitiminde, diğer dinî ve felsefi görüş sahiplerinden çok, Müslümanların önemli bir yeri ve sorumluluğu vardır. Gerek Kur’anı Kerim’i, gerekse Hz. Peygamber’in hadislerini ve hayat tarzını incelediğimizde, İslam’ın tam anlamıyla bir sorumluluk dini olduğunu söyleyebiliriz. Bu sorumlulukları kısaca şu şekilde ele alabiliriz.
Kur’an her şeyden önce, hiçbir insanın başıboş yaratılmadığını, tüm insanların dünyadayken yaptığı iyi ya da kötü her şeyden sorumlu olacağını açık bir şekilde ifade etmektedir. Eğer insanoğlu “eşrefi mahlûkat” olarak yaratıldıysa ve yeri geldiğinde meleklerden bile üstün bir konuma sahipse, o takdirde onun başıboş bırakılacağı da düşünülemez.
Kur’an’ın önemle üzerinde durduğu diğer önemli bir husus da, bireysel sorumluluktur. Dolayısıyla herkes, iyi ya da kötü yapmış olduğu her davranıştan bizzat kendisi sorumlu tutulacaktır. Böyle bir anlayışın sonucu olarak da, hiç kimse kendi üzerinde olan sorumluluğu bir başkası üzerine atamaz. Ancak Kur’an, bu bireysel sorumluluğa vurgu yaparken, hiçbir zaman insanlara gücünün ötesinde bir sorumluluk yüklememiş, aksine herkesi, sahip olduğu imkânlar ve fırsatlar çerçevesinde mükellef kılmıştır.
Kur’an, bir taraftan, inanç ayrımı yapmadan herkesi bireysel anlamda sorumlu tutarken, diğer taraftan Müslümanlara ayrı bir görev daha vermiştir. O da, Müslümanların diğer inanç topluluklarına karşı olan sorumluluklarıdır. Zira Kur’an, Müslüman toplumunu, tüm insanlık içinde ortaya çıkarılmış en iyi ümmet olarak vasıflandırmaktadır. Burada dikkat çeken husus, onların üstünlüğünün sadece Müslüman olmalarından kaynaklanmayıp, üstlendikleri misyondan ileri gelmesidir. Bu da toplumda iyiliği emretmek, kötülükten men etmektir. Bu yüzden Kur’an, müminlerin özelliklerini, “birbirlerini korumak, iyiliği emretmek ve kötülükten men etmek” olarak tasvir ederken, münafık ya da inançsız toplumların özelliklerini de yukarıda saydığımız vasıfların zıddıyla tasvir etmektedir. Ayrıca Kur’an, sadece fertleri ve toplumları değil, onları idare eden kişileri de iyiliği emretmek ve kötülükten men etmek göreviyle sorumlu tutmaktadır.
Kur’an’a göre, İslam ümmetinin varlığının temel amacı, iyiliğin ve güzelliğin yaygınlaştırılarak, kötülüğün ortadan kaldırılmasıdır.14 Bu yüzden iyi işler konusunda yardımlaşma, Müslümanlar açısından isteğe bağlı bir iş olmayıp, aksine bir emirdir. Kur’an ve hadislerde iyi ve kötü kavramları için maruf ve münker kelimelerinin kullanılması dikkate şayan bir husustur. Bu kelimelerin seçimi şuna delalet etmektedir ki, iyi ve kötü, genelde tabii olarak tüm insanlar tarafından tanınan gerçeklerdir. Bu durum, ahlaki değerler uğrunda mücadele etme konusunda diğer din mensuplarıyla geniş bir alanda iş birliği yapma imkânını göstermektedir. İşte bundan dolayı Kur’an, Ehli Kitab’ı eleştirirken, hepsini değil, sadece bir grubu eleştirmektedir. Bu da, insani değerler için birlikte çalışacak kişilerin olduğu anlamına gelmektedir. Bunun yanı sıra Kur’an, onlar arasında iyi işler yapanları da takdir etmektedir. Bu yöndeki işbirliğine, Hz. Peygamber’in peygamber olmasından önceki dönemde de rastlanmaktadır. Hz. Peygamber MekkeTaifMedine üçgeni içinde kalan bölgede sulhu sağlamak üzere kurulan Hılfü’l Fudûl müessesine iştirak ederek, bu sulhu bozan eylemcilere karşı bizzat savaşa katılmıştır. İslam tarihinde Hılfu’l Fudûl olarak yer alan teşkilatta şu kararlar alınmıştı:
Allah’a yemin ederiz ki, zulme uğrayanın yanında, zalim ona gasp ettiği hakkını iade edene kadar hepimiz bir tek el gibi olacağız; bu birlik, denizin bir kıl (yün) parçasını öğütüp yok edebileceği zamana kadar ve Hira ve Sebir dağları yeryüzünde dikili durduğu müddetçe devam edip gidecek ve zulme uğrayanın mali durumunun tam bir eşitliği ile birlikte devam edip gidecektir.
Hz. Peygamber’in diğer din mensuplarıyla yararlı ve faydalı işlerde işbirliği yaptığını gösteren tarihi olaylardan bir tanesi de Medine’deki Yahudi toplumuyla birlikte imzaladığı Medine Anayasası’dır. Bu dokümanın şartları, Hz. Peygamber’in, kendisine karşı aktif olarak düşmanlık tasarlamadıkları sürece, kendi dinini paylaşmayan kimselerle işbirliği ve yakın ilişkiler kurma konusundaki tavrına iyi bir örnek teşkil etmektedir.
Sonuç ve Değerlendirme
Son birkaç asırdır bilim ve teknoloji alanındaki gelişmeler neticesinde insanlık, kendi tarihi boyunca görmediği bir şekilde maddi refaha ulaşmıştır. Tüm bu maddi gelişmeleri sağlayan eğitim açısından da tüm ülkeler önemli başarılar elde etmiştir. Ancak bir bütün olarak insanlık, maddi anlamda önemli gelişmeler gösterirken, ahlaki değerler açısından tam anlamıyla bir çöküş içine sürüklenmiştir.
İşte bu ahlaki bunalım ve çöküşün neticesinde bazı sosyal bilimciler, modern eğitimi ciddi olarak eleştirerek, insanlığın içinde bulunduğu bu durumdan kurtulması için yeni arayışlar içine girmişlerdir. Bu yeni arayışlardan birisi de, insanlığın özüne dönmesine imkân sağlayacak olan “değerler eğitimi”dir. Değerler eğitimi konusunda elbette her din ve inancın katkısı olabilir. Ancak bu alanda en ciddi katkının İslam’dan geleceğine şüphe yoktur. Eğer Müslümanlar, insanlık için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmet ise ve İslam da evrensel bir dinse, o zaman bu konuda Müslümanlara büyük görev ve sorumluluklar düşmektedir. Haddi zâtında pek çok ayet ve hadis de Müslümanlara bu sorumluluğu yüklemektedir. O hâlde bizlere düşen görev, değerler eğitimi yoluyla insanlığın kendi özüne dönmesini sağlayarak, daha yaşanır ve müreffeh bir toplum oluşturmaktır.
Mustafa Köylü