Benû Kureyza kabilesi koşulsuz teslim alınıp savaş esiri muamelesine tabi tutulunca, cezalandırılacakları kesindi ancak haklarında nasıl hüküm verileceği konusu belli değildi.
Eski müttefikleri olan Evs mensupları, onların cezalandırılması konusunda taraftar değildi. Hatta affedilmeleri için hayli çaba sarf etmişlerdir. Benû Kureyza kabilesi Hendek Savaşı’na kadar anlaşmaya da sadık kaldığı için herhangi bir problem yaşanmamış ve aralarında ittifak devam ediyordu. Aynı şekilde Evs kabilesiyle olan yakın ilişkilerinde herhangi bir olumsuz durum yoktu.
Hendek Savaşı’ndaki tutumları nedeniyle şartlar değişmiş ve ihanetlerinin sonucu olarak Benû Kureyza mensupları savaş suçlusu konumuna düşmüşlerdi. Onların cezalandırılmasını istemeyen Evsliler Benû Kaynuka’ kabilesini örnek göstermiş ve müttefikleri Abdullah b. Ubey b. Selûl’ün aracılığı ile affedilip Medine’den sürüldükleri gibi kendi müttefiklerinin de aynı muameleye tâbi tutulması gerektiğini savunmuştu.
Üstelik Kureyzalıların da bunu kabul ettiklerini ileri sürüyorlardı. Ayrıca Benû Nadîr kabilesinin de benzer bir uygulama ile Medine’yi terk ettiklerine atıfla Benû Kureyza’nın da can güvenliklerinin sağlanarak şehri terk etmelerine izin verilmesi gerektiğini düşünüyorlardı.4 Vâkıdî’nin deyimiyle “Neredeyse bütün Evsliler onların affedilmesi için seferber olmuştu.”
Bütün ısrarlara rağmen Resulullah onların affedilmelerine yanaşmamıştır. Zira Benû Kureyza’nın ihaneti Benû Kaynuka’ ve Benû Nadîr’in konumu gibi değildi. Sıcak savaşın devam ettiği sırada Medine içinden müşriklere destek vererek büyük bir tehlike oluşturmuşlar ve oldukça kritik bir süreçte ihanet etmişlerdi. Resulullah onları kontrol altında tutmak için ordunun bir kısmını bu kabile üzerine göndermek zorunda kalmıştı.
Evs mensupları Benû Kaynuka’ ve Benû Nadîr örneklerini vererek müttefiklerinin de Medine’den gönderilmesinde ısrarcı olunca, Resulullah ara formül bularak kendi içlerinden birisinin onlar hakkında hüküm verebileceğini söylemiş ve uygun görürlerse kabilenin en saygın üyesi konumundaki Sa’d b. Muâz’ın hakem olmasını önermiştir. Hem Evsliler hem de Yahudi müttefikleri bu öneriyi kabul etmişlerdi.
O sırada Sa’d, Hendek Savaşı’nda yara aldığı için Mescidi Nebî’nin yanında kurulan çadırda tedavi görüyordu. Vâkıdî ve İbn Hişâm savaştan sonra mescidin yanında bir çadır kurulduğunu ve yaralıların burada tedavi edildiğini ifade eder. Evs mensupları öneriyi uygun bulunca Sa’d b. Muâz teslim alınan Benû Kureyzalı esriler ve savaş suçluları hakkında hüküm vermekle görevlendirilmiştir.
Yaralı olan Sa’d b. Muâz’ı Ku’aybe bnt. Sa’d b. Utbe adlı bir kadının tedavi ettiği ve kendi ismiyle anılan çadırda doktorluk yaptığı söylenir. Sa’d kolundaki atardamarından yara aldığı için kanaması durdurulamamış ve bu nedenle dağlanmıştı. Ancak yarası iyileşmek bir yana gittikçe daha da kötüye gitmiş ve sonunda bu yaradan dolayı vefat etmiştir. Bu yüzden ismi Hendek şehitleri arasında anılmıştır. İbn Sa’d’ın iddiasına göre yaralı haldeyken Kureyza muhasarasına da katılmış ancak yarasındaki kanama durmayınca tekrar yaralıların bulunduğu çadıra taşınmıştır. Bir iddiaya göre tedavisi devam ederken yatağında dinlendiği sırada bir keçi yarasına basmış ve tekrar kanaması azmıştır.
İbn Hişâm, Kuaybe’nin adını Rüfeyde olarak zikretmiştir. hadis kaynaklarında da aynı isim geçmekte ve Rüfeyde’nin doktorluk yaptığına dair haberler bulunmaktadır. İsim farklı ifade edilse de hepsi Sa’d b. Muâz’ın bir kadın tarafından tedavi edildiğini kaydetmektedir. Rivayetteki detaya bakılırsa Rüfeyde mescit kenarında bir çadır kurmuş ve yaralılara doktorluk yapmıştır.
Taberî de, kadının adını Rüfeyde olarak kaydetmiş ve diğer savaşlarda da yaralıları tedavi ettiğini söylemiştir. Kimi rivayetlerde bu kadının Ğifâr kabilesinden olduğu, Medine’ye gelip İslâm’ı kabul ettiği ve doktorluk yaptığı bilgilerine yer verilmiştir. Ancak Eslem kabilesi olduğuna yönelik rivayetler daha ikna edicidir.17 Bu detay Resulullah zamanında kadınların aktif olarak toplum içinde olduklarını ortaya koymaktadır. Diğer bir deyişle kadın, geleneksel algıda iddia edildiği gibi eve hapsedilen bir muameleye tabi tutulmamıştır.
Yeri gelmişken hatırlatalım ki, her ne kadar geleneksel algıda Ahzâb suresinin 33. ayeti referans gösterilerek kadının evde oturması gibi söylem dillendirilse de, bunun Resulullah ve sahabe zamanıyla doğrulamak mümkün değildir. Dikkat edilirse Hz. Aişe evinde oturmamış, mescitte ders vermiş ve Cemel Savaşı’nda ordu idare etmiştir. Haddizatında Nisâ suresinde “… Erkeklerin kazandıklarından kendilerine, kadınların kazandıklarından da kendilerine payları var.”18 mealindeki ayet de, kadının sosyal hayatın içinde olduğunun göstergesidir. Keza Cuma suresinde de namaz için yapılan çağrı ve namaz sonrasında “rızkınızı arayın” mealindeki açıklama ve ilgili ayetlerdeki diğer hitaplar da sadece erkekleri değil kadınları da kapsamaktadır.
Kabile mensupları da onun yanına akın etmiş ve bindirecekleri merkebin üzerine deriden bir minder hazırlamışlardı. Yakınları onu merkebe bindirirken bir taraftan da Benû Kureyza ile aralarındaki müttefiklik ilişkisini hatırlatarak dostluğa vurgu yapmışlar ve kendilerine birçok iyiliklerde bulunduklarını dile getirerek onlar hakkında hüküm vereceği zaman bunları da göz önünde bulundurmasını istemişlerdir. Hatta bu konuda bir yanlış yapmaması için ısrarlı telkinlerde bulunmuşlardır. Yakınlarının aşırı ısrarından rahatsız olan Sa’d, hiçbir kınayıcının kınamasından çekinmeyeceğini söyleyerek tavrını ortaya koymuş ve hakkaniyetle hareket edeceğini dile getirmiştir. Bu tavrıyla bir anlamda onların telkinleri dikkate almayacağını da açıkça belli etmiştir.
Sa’d’ın tavrını sezen Dahhâk b. Halife Benû Kureyza’nın Buâs Savaşı’nda kendilerine yaptıkları yardımı hatırlatmış ve halihazırda da kendi müttefikleri olduklarına tekrar dikkat çekmiştir. Ayrıca Resulullah’ın da iyilik yapmaktan yana olduğunu söyleyip affedilmeleri yönünde karar vermesini istemiştir. Yol boyunca devam eden bu telkinlerle beraber, Sa’d b. Muâz esirlerin tutulduğu mekâna getirilmiş, hatta burada da aynı ısrarlar sürdürülmüştür.
Evs mensuplarının Sa’d b. Muâz’a yaptıkları baskı ve ısrar dikkate alınırsa, onların Yahudi dostlarıyla ittifakları ve sıkı ilişkilerinin devam ettiği anlaşılmaktadır. Belki de onlar Yahudi müttefiklerinin kendilerine değil, Hz. Muhammed’e ihanet ettiklerini düşündükleri için cezalandırılmamalarını istemişlerdi. Ancak Sa’d b. Muâz daha realist yaklaşmıştır. Zira Kureyş ordusunu çekip gitmesinden sonra, mevcut şartlarda Hz. Muhammed’in gücünün giderek artacağını görerek kabilesinin tavrının net olduğunu göstermek istemiş olabilir. Öte yandan Sa’d b. Muâz son derece samimi bir Müslümandı ve İslâm’ı kabul ettiği ilk günden beri bu samimiyetinden hiçbir ödün vermemişti. Görünen o ki, kabilenin geneli henüz onun düzeyinde dini içselleştirmiş değildi. Sa’d karar aşamasına geldiği zaman ısrarları da dikkate alarak vereceği hükmün hem kabile mensupları hem de Kureyzalı esirler tarafından kabul edilip edilmeyeceğini sorup onların onayını almıştır.
Bazı Yahudiler hala umutlarını kaybetmedikleri için, tıpkı Abdullah b. Ubey’in Benû Kaynuka’ kabilesi için aracı olduğu gibi, kendi müttefikleri olan Sa’d’ın da benzer şekilde davranıp kendilerine yardımcı olacağı beklentisindeydi. Ancak Sa’d hiç taviz vermediği gibi her iki taraftan teyit aldıktan sonra kararı açıklamıştır. Buna göre Benû Kureyza kabilesinin ileri gelenlerini savaş suçlusu kategorisinde değerlendirmiş ve haklarında ölüm fermanı çıkarmıştır. Nitekim sadece savaş suçlusu olanların öldürülmesine hükmettiğine dair rivayetler nakledilmiştir. Ayrıca mallarına el konmasını, kadın ve çocuklarına ise esir muamelesi yapılmasını istemiştir.
İddiaya göre bunların dışında kalan eli silah tutacak konumdaki erkeklerin öldürülmesine hükmetmiştir. Anlatılana göre Sa’d b. Muâz kararı ilan edeceği zaman Resulullah’a da danışarak şu açıklamada bulunmuştur: “Ben, savaşçılarının öldürülmesine, mallarının paylaşılmasına, çocuklarının esir alınmasına hükmediyorum.”
Deyim yerindeyse verdiği karar hem eski müttefiklerini hem de kendi kabile mensuplarından birçoğunu hayal kırıklığına uğratmıştı. Buna mukabil Resulullah onun verdiği kararı onaylamıştır. Esasen bu karar Arap geleneğinde var olan muameleyi hatırlatır. Daha önce de işaret edildiği üzere cahiliye örfüne göre savaşlarda esir edilenler ya fidye karşılığı serbest bırakılır ya da öldürülürdü. Buna mukabil erkek çocuklar köleleştirilirken, kadınlar ve kız çocukları ise cariye statüsünde değerlendirilir veya bu statüye göre satılırlardı.
Kararı beğenmeyen Evsliler, Sa’d’ı müttefiklerini satmakla suçlamıştır. Yahudi esirler de onun kendilerine ihanet ettiğini söylemiştir. Tepkiler ve eleştiriler giderek artınca Resulullah Sa’d’ın verdiği karara sahip çıkmış ve şu açıklamayı yapmıştır: “Sa’d onlar hakkında yedi kat göklerden gelen Allah’ın hükmüyle hükmetti.” Vâkıdî de, Resulullah’ın karara sahip çıktığını ve Sa’d’ın “Allah’ın hükmüyle hükmettiğini” söylediğini iddia etmiştir. Diğer kaynaklarda da benzer açıklamalar aktrıl mıştır. İddiaya göre Evs mensuplarının çoğu eski müttefikleri olan Benû Kureyza’ya verilen cezadan rahatsız olmuştu, ancak Sa’d baştan itibaren bağlayıcı söz aldığı için kararı tanımazlık yapmamışlardır. Onların suçlamaları üzerine Sa’d b. Muâz ve Üseyd b. Hudayr karar lehinde konuşma yaparak itiraz edenleri susturmuşlardır.29
Kabile mensuplarının çoğu Sa’d’ın kararına itiraz etse de, Resulullah onu destekleyerek kararın uygulanacağını beyan etmiştir. Görünen o ki, Evs mensupları eski müttefikleri olduğu için Benû Kuryeza’ya karşı duygusal yaklaşmış ve klasik bedevi geleneğindeki müttefiklik (hilf, ahlaf ) hukuku açısından bakmışlardır. Ancak Sa’d onlar gibi duygusal davranmamıştır.
Zira eski müttefikleri en kritik kerte de müminleri arkadan hançerlemiş, ihanetleri belgelenince bizzat Sa’d kendilerini ikna etmeye çalışmış, ancak Benû Kureyza ileri gelenleri ikna olmak bir yana, Resulullah’a ağır hakaretler yağdırmıştı. Sa’d onlara müdahale edince bu sefer ona da benzer hakaretler savurmuştu. Nitekim aralarında küfürlü ifadelere varan ağır sözler sarf edildiğine daha önce değinilmişti.30 Belli ki, Sa’d eski müttefiklerinin bu ihanetini ve düşmanlığını görünce kendi kabile mensupları gibi duygusal davranmayıp yansız bir tutum sergilemiştir. Sonuçta verdiği karar Resulullah tarafından da onaylanmış ve bu kabile mensuplarından savaş suçlusu olanlar affedilmeyip cezalandırılmıştır.
Kureyza mensuplarının Sa’d’ın hakemliğini kabul etmelerine ve onun vereceği karara razı olmalarına bakılırsa, muhtemelen kendilerini affedeceği beklentisindeydiler. Ancak birkaç gün önce Sa’d kendilerini ikna etmeye çalıştığı zaman aralarında hakaretler ve sözlü sataşmalar yaşanmıştı. İbn Hişâm’ın naklettiği bir rivayete bakılırsa, Sa’d’ın vereceği hükme boyun eğmelerinin ipuçları sezilebilir. Örneğin bir rivayette Hz. Ali’nin hakem olarak düşünüldüğünden bahsedilmiştir.
Ayrıca Hz. Ali’nin onlara karşı öfkeli olduğunu ve Uhud’da şehit düşen amcası Hamza’nın öldürülmesine atıf yaparak “Vallahi Hamza’nın tattığı şeyi elbette ki, onlara da tattıracağım” dediği söylenir.32 Şayet rivayet doğru kabul edilirse, Hz. Ali’nin isminin de hakem olarak geçtiğini, ancak belki de katı tutumu nedeniyle daha objektif karar verebileceği düşünülen Sa’d’ın uygun bulunduğunu söyleyebiliriz. Bunun yanında mezkûr iddia Ali’ye paye çıkarmak için de kurgulanmış olabilir.
Sa’d’ın kararının Resulullah tarafından onaylanmasına bakılırsa, kendisinin de benzer bir görüşte olduğundan söz edilebilir. Nitekim Ebû Lübâbe muhasara sırasında teslim şartlarını görüşmek için gönderildiği zaman, Kureyza mensupları Resulullah’ın kendilerine nasıl muamele yapacağını merak etmiş, o da eliyle boğazını işaret ederek “teslim olursanız sonunuz ölüm olur” mealinde bir mesaj vermiş, daha sonra bu ihaneti ortaya çıkınca günlerce mescit kenarında af dilemiştir.33 Hâlbuki Ebû Lübâbe onlara gönderilirken Resulullah’ın kararının hangi yönde olduğuna dair bir bilgisi yoktu, ancak muhtemelen onlara karşı olan tutumundan bunu sezinlediği anlaşılmaktadır.
Ebû Lübâbe’nin Yahudileri direnişe teşvik etmesi ifşa olunca Resulullah ona tavır almıştır. Yaptığından hayli pişmanlık duyan Ebû Lübâbe kendisin mescidin direğine bağlayıp Resulullah’ın çözmesine kadar kimsenin çözmesini kabul etmeyeceğin ilan etmiştir. Keza bir daha da Kureyza kabilesine gitmeyeceğine ve onlarla diyalog kurmayacağına dair de yeminler etmiştir. Resulullah onun pişmanlığını görünce samimi olduğuna kanaat getirmiş, ancak kendisinin değil Allah’ın affedebileceğini söylemiştir. Bir süre sonra da eşi Ümmü Seleme’ye onun affedildiğini söylemiş ve böylece Ümmü Seleme Ebû Lübâbe’ye müjdeyi vermiştir.
Ebû Lübâbe gibi diğer Evs mensupları da müttefikleri olan Kureyza kabilesinin cezalandırılmasını istemiyordu. Zaten bu yüzden Sa’d b. Muâz’ın hakemliğine razı olmuşlardı. Bir taraftan da olumsuz bir karar vermemesi için üzerinde baskı kurmaya çalışmışlardır. Ancak bütün gayretlerine rağmen Sa’d onların baskılarına aldırmamış ve istedikleri yönde karar vermemiştir.
İtirazlar bir süre daha devam etmişse de, karar değişmemiştir. Savaş suçlusu konumunda olanlar hakkında ölüm fermanı kesinleşmişti, ancak infazın nasıl ve kim tarafından uygulanacağı konusu belli değildi. Rivayete göre bu süreç içinde savaş suçlusu muamelesine tabi tutulan Benû Kureyzalı esirler elleri arkadan bağlanarak Üsâme b. Zeyd’in sorumluluğuna verilerek gözetim altında tutulmuştur. Zamanı gelince bu esirlerin birer ikişer gruplar halinde getirilerek boyunlarının vurulduğu iddia edilmiştir.
Kimi rivayetlere göre esirler Hâris’in kızının (Remle bnt. Hâris) evinin avlusunda hapsedilmiş ve gözetim altında tutulmuştur.36 Taberî esirler için pazar yerinde çukurlar kazıldığını ve ölüm cezasına çarptırılan 600 veya 700 kadar kişinin Hz. Ali ve Zübeyr b. Avvâm tarafından boyunlarının vurularak bu çukurlara defnedildiğini,37 hatta bu sayının 900 civarına çıktığını söylemiştir. Ayrıca her birisinin infazına kadar Resulullah’ın yanlarından ayrılmadığını iddia etmiştir.
Benû Kureyza kabilesine uygulanan ceza birçok tartışmaya konu olmuştur. En çok sorgulanan hususlardan birisi ise öldürülenlerin sayısıyla ilgili sayısal değerlerdir. Klasik kaynaklarda 400’den 900’a kadar değişik rakamlar verilmiştir ve eli silah tutan bu sayıdaki Kureyzalı erkeklerin katledildiği iddia edilmiştir. Ayrıca bu infazı Hz. Ali ile Zübeyr b. Avvâm’ın gerçekleştirdiği iddiaları dillendirilmiştir.
Konuya geniş yer ayıran Vâkıdî (ö. 207/823), başlangıçta cezalandırılanlarla ilgili bir sayı vermemiş,39 ancak daha sonra 500, 700, 750 gibi rakamlardan bahsetmiş ve bu sayıdaki esirin öldürüldüğünü iddia etmiştir.40 Yahudi kökenli İbn İshâk (ö. 151/768) ise 600, 700, 850 ve 900 rakamlarını vermiştir.
Babası Hristiyan kökenli olan Ebû Ubeyd (ö. 224/838), Câbir b. Abdullah isnatlı bir rivayette 400 rakamından bahsetmiş, akabinde İbn Şihâb ezZührî (ö. 124/742) isnatlı bir başka rivayette ise sayı verilmeksizin “O gün onlardan şu kadar kişi öldürüldü” ifadelerini nakletmiştir.42 İbn Hibbân (ö. 354/965) sayıyı 900’e kadar çıkarmıştır.43 Belâzurî (ö. 279/893) de erkeklerin öldürüldüğünden bahsetmiş, ancak herhangi bir sayı vermemiştir.44 Bir iddiaya göre infaz edilenler Ebû Cehm elAdevî’nin yakını ile Medine pazarı arasındaki alanda defnedilmişlerdir.
Vâkıdî rakam vermeyerek naklettiği haberde, bağlı olarak tutulan Kureyzalı esirlerin grup grup çıkarılıp boyunlarının vurulduğunu, infaz sırasını bekleyenlerin birbirlerini suçladıklarını, kimisinin ise maruz kaldıkları bu cezalandırmanın ilahi yazgı olduğunu söylediklerini nakletmiştir. Her ne kadar grup grup getirilen savaş suçlularından bahsetse de, sadece 13 isim saymış ve bunların öldürüldüğünü söylemiştir. Bunlar arasında bir kadın ismini de zikretmiştir.
Diğer yandan esirlerin gruplar halinde öldürüldüğünden söz ederken bir taraftan da onlara güzel muamele edilmesi konusunda Resulullah’ın talimatının olduğuna dikkat çekmiştir. Vâkıdî, ayrıca Benû Kureyza ileri gelenlerinden 8 ismin öldürüldüğüne dair bir kayıt daha nakletmiş, ancak bunlar da az önce zikredilen sayının içindeki isimlerdir.
Mukâtil b. Süleyman (ö. 150/767) da Bakara suresinin 5. ayeti ile ilgili açıklamalar yaparken, ihanetleri nedeniyle Benû Kureyza’dan kimisinin horlanıp aşağılandığını, kimisinin öldürüldüğünü, kimisinin ise esir alındığını söylemiştir.48 Bir başka rivayette de yine benzer iddiaları dillendirmiş, ardından da toplamda 750 erkeğin esir alındığını, bunlardan 400 kadarının savaş suçlusu olarak öldürüldüğünü iddia etmiştir. Ayrıca Ahzâb suresinde geçen “Bir kısmını esir alıyordunuz, bir kısmını ise öldürüyordunuz”49 mealinde ayete atıf yaparak, mezkûr ayetin bu konuyla alakalı olduğunu söylemiştir.50 Sonuç itibarıyla toplu öldürmeden bahsetmemiştir.
Dikkat çekici bir bilgi de Benû Kureyza esirleri arasında bulunan ve sonradan Resulullah’ın eşi olan Reyhâne bnt. Zeyd’e isnat edilmiştir. Kendi evliliğini anlatırken, esir edildiğini ve Resulullah’ın kendisini alıp Ümmü’lMünzîr b. Kays’ın evine yerleştirdiğini ve “bir kısım esirlerin öldürülmesi ve diğerlerinin taksim edilmesinin” ardından Resulullah’ın kendisine evlenme teklif ettiğini ve böylece evliliğin gerçekleştiğini söylediği rivayet edilmiştir. Dikkat edilirse bu rivayette de esirlerin tamamı değil bir kısmının öldürüldüğünden bahsedilmiştir.
Bir iddiaya göre Resulullah Reyhâne’yi kendi payına alıp Müslüman olmasını teklif etmiş, ancak kabul etmeyince onu serbest bırakmıştır. Daha sonra araya giren İbn Sa’niyye onu ikna etmeye çalışmış, fakat dininden dönmemiştir. Rivayete göre Resulullah onu bir hayız dönemi geçirene kadar Selmâ bnt. Kays’ın yanına göndermiş, ardından azat olup Resulullah’la evlenmek yerine dininde kalıp cariyeliği kabul etmiş ve bu şekilde hayatını sürdürmüştür. Bu yüzden Vâkıdî, Reyhâne’yi Resulullah’ın cariyesi olarak tanımlamıştır. Ancak onun câriye olarak değerlendirildiği iddialarının hiçbir tutarlılığının olmadığını hatırlatalım. Nitekim bu konu Resulullah’ın evlilikleri ile ilgili bölümde ele alınmıştır.
İbn Hişâm’ın (ö. 213/829) verdiği bilgilere göre Resulullah onunla evlenmeyi düşündüğü için eşi olarak örtünmesini ve Müslüman olmasını istemiş, ancak Reyhâne kabul etmemiştir. Rivayetin devamında Reyhâne’nin uzun süre direndiği ve sonunda Müslüman olduğu bilgilerine yer verilmiştir. İbn Sa’d (ö. 230/845) da bu konuya değinmiş ve Resulullah’ın esirler arasında bulunan Reyhâne’yi kendisine eş olarak aldığını söylemiştir.
Öldürülenler arasında Benû Nadîr’in şefi Huyey b. Ahtab’ın da ismi de geçmektedir. Yukarıda da zikredildiği üzere Benû Kureyzayı ikna etmek için onları ziyaret ettiği zaman bu kabile mensupları kuşatılınca kalede kıstırılmıştır.55 Belâzurî, infaz edileceği zaman vaktiyle kavmi adına düşmanla iş birliği yapamayacağına dair söz verdiğini ve bu sözü için Allah’ı tanık gösterdiğini söylemiştir. İddiaya göre boynu vurulacağı zaman Resulullah da “Allah sözünde durdu” karşılığını vermiştir.
Onunla beraber oğlunun da savaş suçlusu olarak öldürüldüğü söylenir. Bir iddiaya göre esir tutulduğu zaman üzerinde alımlı bir kaftan vardı. Öldürüleceğini anlayınca Müslümanlara yar olmasın diye kesip parçalamıştır.57 İbn Hişâm’ın verdiği bilgiye göre Benû Kureyza esirlerinden kimisi onu eleştirip kendilerini felakete sürüklemekle suçlayınca, Huyey başlarına gelenin Allah’ın takdiri olduğunu söyleyip kendisini savunmuştur.
İbn Hişâm’ın naklettiği bir rivayette ilginç bir haberden daha bahsedilmiştir. İddiaya göre Benû Kureyza kabilesinden 400 erkeğin savaş suçlusu olarak öldürülmeleri kararlaştırılınca, Resulullah infazı gerçekleştirmek için Hazreclileri görevlendirmiş, ancak Evs kabilesi mensupları, eski müttefiklerinin Hazrec kabilesi tarafından infaz edilecek olmasından rahatsızlık duymuştur. Allah Resulü de onların yüzündeki hüznü görünce, infaz görevinin kendilerine verilmemesinden kaynaklandığını anlamış ve yaklaşık 15 kişilik gurubu Evs mensuplarına vermiş ve onların infaz etmesini istemiştir. Hatta ismi zikredilemeyen bir Yahudi’nin Muhayyisa b. Mes’ûd ile Ebû Bürde’ye verildiğini ve Muhayisa’nın onu öldürdüğünü söylemiştir. Ancak Muhayyisa’nın kardeşi Huveyyisa, öldürdüğü şahsın kendilerine çok fazla iyiliklerinin dokunduğunu hatırlatarak kardeşini sulamıştır.
Hatta “Karnın onun verdiği iç yağı ile doluyken nasıl olur da böyle birisini öldürürsün, sen alçağın tekisin” gibi sözlerle kardeşini azarlamıştır. İbn Hişâm bu rivayeti Yahudi tüccarlardan İbn Süneyne’nin suikastla öldürülmesi ile ilgili haberler arasında da anlatmıştır. Buradaki iddiaya göre Muhayyisa Resulullah’ın isteği üzerine İbn Süneyne’yi suikastla öldürünce, ağabeyi Huveyyisa onu azarlamış ve az önce zikredilen sözleri sarf etmiştir.59 Bu hadisenin ayrı bir cinayet olayı olduğunu daha önce belirtmiştik. Muhtemelen öldürülen Yahudi Evs’in müttefiki olduğu için bu konuyla ilgili haberler Benû Kureyza esirleri ile ilgili anlatılar arasına karıştırılmış olmalıdır.
Esirlerle ilgili haberlerden bahsedilirken gözaltında tutuldukları sürede onlara iyi davranıldığına dair kayıtlar bulunmaktadır. Buna mukabil infaz alanına getirilerek birer birer boğazlandıklarından da bahsedilmiştir. Bir iddiaya göre infazı bekledikleri süre içinde bir kısmı Tevrat’tan nüshalar okumuştur. Böylece yaklaşık 400 ile 900 kişi civarında Yahudi’nin öldürüldüğü iddiaları dillendirilmiştir. Esir alınan kadın ve çocukların toplam sayısının 1000 civarında olduğu, bunların bir kısmının serbest bırakıldığı, bir kısmının savaşa katılanlara dağıtıldığı, kalan gurubun ise satılarak kamu gelirin bütçesine aktarıldığına dair haberler bulunmaktadır. Resulullah da esirler arasında bulunan Reyhâne bnt. Zeyd’i kendi hissesine almıştır.
Bunun yanı sıra büluğ çağına ermemiş çocukların annelerinden ayrılmasına izin vermemiştir. Ayrıca yetim çocukların da sadece Müslüman ailelere satılmasını istemiştir. Bütün bunlar rivayetlerde yer alan iddialardır ve Benû Kureyzalı esirlerin tamamının öldürüldüğü gibi bir genelleme yapılarak anlatılmıştır. Keza esir kadın ve çocukların tamamının da satıldığından bahsedilmiştir. Oysa aşağıda değinileceği üzere bu tür haberlerin bir kısmının sonradan geriye dönük olarak kurgulanan iddialardan ibaret olduğu anlaşılmaktadır.
Görüldüğü kadarıyla Sa’d b. Muâz, kabile önderlerinin bir kısmını savaş suçlusu olarak değerlendirmiş ve bu nedenle cezalandırılmalarına hükmetmiştir. Nitekim bir rivayette de eli silah tutan ve ok atanların öldürüldüğünden bahsedilmiştir.60 Kaynaklarda yer alan bu karar o günden bugüne birçok yönüyle tartışılmıştır. Diğer yandan bu kararın hem Yahudi şeriatıyla hem de Kur’an’la uyumlu olduğunu hatırlatalım. Nitekim Mâide suresinde Allah ve Elçisi’ne savaş açıp yeryüzünde bozgunculuk yapanların öldürülebileceğinden bahsedilmektedir.61 Kitabı Mukaddes’in ilgili pasajında ise şu açıklamalar yer almaktadır:
Bir kente saldırmadan önce onlara barış önerin. Önerinizi benimser, kapılarını size açarlarsa kentte yaşayanların tümü sizin için bedelsiz çalışacak, size hizmet edecekler. Ama barış önerinizi geri çevirir, sizinle savaşmak isterlerse kenti kuşatın. Tanrı Rab kenti elinize teslim edince, orada yaşayan bütün erkekleri kılıçtan geçirin. Kadınları, çocukları ve hayvanları, kentteki her şeyi yağmalayabilirsiniz. Tanrı Rabb’ın size verdiği düşman malını kullanabilirsiniz. Yakınınızdaki uluslara ait olmayan sizden çok uzak kentlerin tümüne böyle davranacaksınız. Ancak Tanrı Rabb’ın miras olarak size vereceği bu halkların kentlerinde soluk alan hiçbir canlıyı yaşatmayacaksınız.
Görüldüğü üzere Benû Kureyza esirlerine verilen ceza kendi hukuklarıyla ve bedevi örfüyle örtüşmektedir. Daha önce işaret ettiğimiz üzere cahiliye döneminde savaşla ele geçirilen düşman esirlerinden kadınlar ve çocuklar cariye veya köle olarak değerlendirilip satılır, yetişkin savaş esirleri ise ya diyet karşılığında serbest bırakılır ya da öldürülürdü. Sonuç itibarıyla karar Yahudi şeriatı, Arap örfü veya vahye de uygun olsa bu konuyla ilgili tartışma bitmemiştir. Nitekim günümüzde de yer yer gündeme gelen konulardan birisidir.
Bir iddiaya göre Zübeyr b. Avvâm, Yahudi ileri gelenlerin öldürülmesi üzerine diğerlerinin de öldürülmesine karar vermiştir. Vâkıdî’de yer alan bir rivayette de Benû Kureyza’nın savaşçılarının kılıçla öldürüldüğünden bahsedilmiştir.64 Bir rivayette ise sakalı yeni çıkmış olan Atıyye elKurazî ile Rifâ’e henüz ergen oldukları için öldürülmemiştir. Aynı bilgiler diğer kaynaklarca da tekrarlanır. Keza öldürülenler için hendekler kazılıp gömüldüğü kaydı da yine bu rivayetler arasında yer almaktadır.
Bir rivayete göre Kureyzalı esirlerden sadece bir kadın öldürülmüştür. Yukarıda da işaret edildiği üzere bu kadın Hallâd b. Süveyd’in üzerine değirmen taşını yuvarlamış ve ölümüne neden olmuştu. Onun katili olarak kendisine de kısas uygulanmıştır.67 Esir olan diğer kadınlardan bazıları Yahudi zenginler tarafından diyetleri ödenip serbest bırakılmıştır. Örneğin Ebû Şahm isimli bir Yahudi tüccarın üçer çocuğu olan iki kadının diyetini ödediği söylenir.
Rivayetlere göre Resulullah da bu Yahudi tüccarla alışveriş yapmış, hatta zırhını rehine vermiştir. Bu şahıs tüccarlığının yanı sıra şairliğiyle de tanınıyordu.70 Bir iddiaya göre bu zırh Hz. Dâvud’dan tevarüs etmiş ve onunla Câlût’a karşı savaşmıştır.71 Kendisi herhangi bir düşmanca tutum içine girmediği için Medine’de yaşantısını sürdürmüştür. Vâkıdî’de yer alan rivayetlere bakılırsa, onun hububat ticareti yaptığı anlaşılmaktadır. Zaten Resulullah da zırhı sekiz sa’ arpa karşılığında rehin vermiştir.
Rivayete göre Abdullah b. Ebû Hadred isimli bir sahabî ona borçluydu. Hayber seferine çıkacağı zaman Ebû Şahm borcunu istemiş, Abdullah da ondan mühlet istemiştir. Hatta çıktığı seferden elde edeceği ganimetle borucunu ödeyeceğine dair taahhütte bulunmuştur. Ebû Şahm’ın bu hamlesi, ordunun Hayber’e gideceğini fark ederek adeta katılımı engellemeye yönelik bir hamle gibi yorumlanmış, ancak koca bir orduda bu bağlamdaki birkaç isim için böyle bir iddiada bulunmak çok inandırıcı değildir.
Kaldı ki Resulullah hedefi baştan açıklamamıştır. Sonuç itibarıyla bu şahsın Medine’de hayatını devam ettirdiğini görüyoruz ki, onun gibi herhangi bir düşmanlık göstermeyen çok sayıda Yahudi’nin şehirde kaldığını hatırlatalım. İddiaya göre ikisi arsandaki alacak verecek davası Resulullah’a intikal etmiş, Allah Resulü de Abdullah’tan borcunu ödemesini istemiştir.
Benû Kureyza esirlerinden erkeklerin infaz edilmesiyle ilgili değişik yorumlar yapılmıştır. Geleneksel yorumlarda bunca esirin infazı haklı bulunurken, bir kısım yorumlarda ise bu karar eleştirilmiştir. Özellikle Batılı oryantalistlerin yorumlarında bazı aşırılıklara rastlamak mümkündür. Diğer yandan esirlerin öldürüldüğüne dair haberler arasında fazla bir tutarlılık bulunmamaktadır. Örneğin 400 ile 900 kişi arasındaki esirin Hz. Ali ile Zübeyr b. Avvâm tarafından boyunlarının vurulduğundan bahsedilmiş, ancak bunca esirin nasıl kontrol altında tutulduğu veya infazın gerçekleştirildiği konusuna hiç değinilmemiştir. Ayrıca daha sonraki dönemlerde böyle bir rol üstlendiklerine dair kendilerinden de bir açıklama gelmemiştir.
Kureyza esirleri ile ilgili anlatılanlara bakılınca, birçok abartı veya asılsız iddia kolayca fark edilir. Örneğin esirlerin Benû Neccâr’dan Remle bnt. elHâris’in evinde hapsedildikleri iddia edilmiştir. Oysa bunca esirin bir eve sığması mümkün değildir.76 Bu rivayetlerin bir kısmı daha sonraki dönemde Yahudi düşmanlığı ile abartılmış iddialar olabileceği gibi, yine Yahudi kaynaklarınca da kasıtlı bir şekilde çarpıtılmış olması muhtemeldir. Nitekim bu haberler Orta Çağ’da yaşamış olan Yahudi otoritelerinden Musa b. Meymûn (ö. 601/1204) tarafından daha da abartılmış ve infaz edilenlerin sayısı 24000 civarında gösterilmiştir. Hatta bir başka iddiaya göre 52000’e kadar çıkarılmıştır. Esirlerin infazını savunan oryantalistlerin yorumlarının arkasında böyle bir arka planın olduğunu unutmamak gerekir.
Takriben 700 civarındaki esirin infaz edildiğine dair haberler ise, babası Yahudi olan İbn İshâk’a (ö. 151/768) dayandırılmıştır. Vefat tarihi dikkate alınırsa en erken kaynak olan bu müellifin Resulullah’ın vefatından yaklaşık 136 yıl sonra öldüğünü unutmamak gerekir. Nitekim bu hususa dikkat çeken W. N. Arafat söz konusu iddiayı doğru bulmamıştır. Onun ileri sürdüğü tezlere göre böylesine büyük bir infazın, Benû Kureyza hadisesine işaret eden Ahzâb suresinde yer alması gerekirdi. Nitekim surenin 2627. ayetleri Benû Kureyza olayıyla ilgilidir. Ancak bu sayıda bir Yahudi’nin cezalandırıldığına dair hiçbir imadan bahsedilmemiştir.
Ayrıca Arafat, haberin kaynağı olan İbn İshâk’ın güvenilmez bir şahsiyet olduğunu, İmâm Malik tarafından bu yönüyle eleştirildiğini hatırlatmıştır. Ona göre bunca esirin infazı, Kur’an’ın adalet prensibiyle de örtüşmez. Zira İslâm’a göre sorumlular cezalandırılır, oysa iddiaya göre sayısız masum da katledilmiştir. Ayrıca şayet Resulullah’ın böyle bir uygulaması olmuş olsaydı, sonraki dönemlerde de bunun referans kaynağı olarak kullanılabileceğini, oysa buna yönelik herhangi bir uygulama ya da hukukî norm bulunmadığına dikkat çekmiştir.
Bütün bunların yanında anılan hadisenin m.s. 73 yılında Masada’da intihar eden yaklaşık 960 kişilik Yahudilerin hikayesinden esinlenilerek üretilen bir iddia olduğunu söylemiştir. Gerçekten de Benû Kureyza kabilesiyle ilgili anlatılanlar, Masada kuşatması sırasında Yahudilerin başından geçen olayla dikkat çekici benzerlikler içermektedir.78 Özellikle öldürülen Masada, Ölü Deniz’in güney batısında yer alan ve yüksek bir tepede bulunan doğal bir kaledir. Milattan önceki Haşmoni kralı tarafından inşa edilen Masada kalesi, daha sonra Kral Büyük Herod tarafından gösterişli bir kraliyet sarayına dönüştürülmüştür.
M.s. 6673 yıllarında Kudüs’te roma egemenliğine karşı isyan başlatan Yahudiler’den bir grup kaçıp bu kaleye sığınmıştır. Yahudi tarihinde özel bir yere sahip olan Masada hadisesi hakkında müstakil bir araştırma yapan Olgun, Yahudiler’in Roma egemenliğine karşı üç önemli direniş başlattıklarını ve bunların ilkinin m.s. 6673 yıllarındaki “Masada isyanı” veya “büyük isyan” olduğunu söyler. İkincisi Kitos Savaşı (115117), üçüncüsü ise BarKokhba isyanı (132 135)’dır. İsyan eden Yahudiler Masada kalesine sığınınca, Romalı komutan Flavius Silva 72 yılında burayı kuşatmıştır. Birkaç ay devam eden direniş sonunda kurtulamayacaklarını anlayan Yahudiler topluca intihar kararı almıştır. Yahudi tarihçisi Josephus’un anlatımına göre direnişin önderi Eleazar ben Ya’ir, yenilginin kaçınılmaz olduğunu görünce zaten düşman eline geçmeleri durumunda erkeklerinin öldürüleceğini, kadın ve çocukların ise esir edileceğini göz önüne alarak teslim olmak yerine topluca intihar etmelerini ve kendi kendilerini öldürmelerini önermiştir.
Onun önerisine göre önce 10 kişi seçilerek kuşatma altındaki kadın ve çocuklar dahil tüm Yahudileri öldürecek, sonra da bu 10 kişi arasından seçilecek bir kişi diğer 9 kişiyi öldürecektir. Kalan son kişi ise aynı anda kılıç çekip birbirlerini öldüreceklerdi. Sayıları 960 kişiyi bulan Yahudi topluluğu böylece topluca intihar etmiştir. M.s. Yahudilerin sayısıyla Benû Kureyza kabilesinden öldürüldüğü iddia edilenlerin sayısının aynı olması şaşırtıcıdır ve bu durum Arafat’ın ileri sürdüğü tezleri güçlendiren en önemli referanslardan birisidir.
Bize göre böylesine abartılı rakam yerine savaş suçlularının öldürülmüş olması kuvvetle muhtemeldir. Unutmamak gerekir ki, Kur’an’a göre suçlar bireyseldir. Herhangi bir bireyin suçunu bir başkasının üstlenemeyeceği ilahi ilkesinin yanı sıra, bir başkasının eyleminden de suçsuz insanların cezalandırılmasının izahı yapılamaz. En azından bu ilahi ilkeyi anlatan Resulullah’ın tebliğ ettiği vahyin mesajına aykırı davranması mümkün gözükmemektedir.
Öldürüldüğü iddia edilenlerin sayılarıyla ilgili haberlerde de bir tutarlılık yoktur. Yaklaşık olarak 400’den 900’a kadar çeşitli oranlar verilmiştir. Diğer yandan bu insanları kontrol atlında tutmanın ciddi bir problem olacağını unutmamak gerekir. Kaldı ki, Benû Kureyza’nın ihanet kararını 400 veya 900 kişi değil, kabilenin önde gelenleri almıştır. Bu durumda olsa olsa sorumluluğu bulunan savaş suçluları cezalandırılmış olabilir. Nitekim Vâkıdî’nin verdiği isimlere bakılırsa, infaz edilenlerin sayısı 20 kişiyi bile bulmamıştır. Ayrıca öldürülenlerin gömüldüğünden söz edildiğine göre, anılan orandaki ölülerin defnedildiği mezarlık hakkında da detaylı veya ikna edici bir kayıt olmalıdır. Oysa böyle bir kayıttan hiç bahsedilmemiştir.
Öte yandan şayet esirler suçlu bulundukları için cezalandırılmışlarsa, bunu reddetmenin de bir anlamı yoktur. Ancak bu oranda bir suçlunun olmadığı husus gayet açıktır. Bununla beraber Benû Kureyza ileri gelenlerinin en kritik kertede ihanet edip Müslümanları arkadan hançerlediklerini unutmamak gerekir. Üstelik daha önce iki kabilenin benzer ihanetlerinin cezasız bırakılmadığını da bizzat görmüşlerdir. Resulullah’ın başarılı olması durumunda, ihanetlerinin cezasız kalmayacağını göze almış olmalıdırlar. Dolayısıyla onların cezalandırılmasının arkasında böyle bir arka planın olduğunu ayrıca bu orandaki suçluların infazını ise insanlığın eriştiği düzey ve oluşturduğu günümüz değer yargıları çerçevesinde değil, şayet gerçekten böyle bir hadise yaşanmışsa ait olduğu dönemin koşulları içinde değerlendirmek gerektiği göz önüne alınmalıdır.
Bu anlatıları göz önüne aldığımızda;Benû Kureyza esirleri ile ilgili iddianın Masada Yahudilerinin hikayesinden esinlenen bir kurgu olduğu yönündeki Arafat’ın tezinin diğer iddialara oranla daha inandırıcı olduğu kanaatindeyiz. Dolayısıyla Benû Kureyza kabilesine mensup olan bu orandaki bir topluluğun topluca infaz edildiği iddialarının hayli abartılı olduğunu ve olsa olsa savaş suçlularının cezalandırıldığına dair haberlerin genelleştirilmiş iddialar olabileceğini söylemek mümkündür.
Eski müttefikleri olan Evs mensupları, onların cezalandırılması konusunda taraftar değildi. Hatta affedilmeleri için hayli çaba sarf etmişlerdir. Benû Kureyza kabilesi Hendek Savaşı’na kadar anlaşmaya da sadık kaldığı için herhangi bir problem yaşanmamış ve aralarında ittifak devam ediyordu. Aynı şekilde Evs kabilesiyle olan yakın ilişkilerinde herhangi bir olumsuz durum yoktu.
Hendek Savaşı’ndaki tutumları nedeniyle şartlar değişmiş ve ihanetlerinin sonucu olarak Benû Kureyza mensupları savaş suçlusu konumuna düşmüşlerdi. Onların cezalandırılmasını istemeyen Evsliler Benû Kaynuka’ kabilesini örnek göstermiş ve müttefikleri Abdullah b. Ubey b. Selûl’ün aracılığı ile affedilip Medine’den sürüldükleri gibi kendi müttefiklerinin de aynı muameleye tâbi tutulması gerektiğini savunmuştu.
Üstelik Kureyzalıların da bunu kabul ettiklerini ileri sürüyorlardı. Ayrıca Benû Nadîr kabilesinin de benzer bir uygulama ile Medine’yi terk ettiklerine atıfla Benû Kureyza’nın da can güvenliklerinin sağlanarak şehri terk etmelerine izin verilmesi gerektiğini düşünüyorlardı.4 Vâkıdî’nin deyimiyle “Neredeyse bütün Evsliler onların affedilmesi için seferber olmuştu.”
Bütün ısrarlara rağmen Resulullah onların affedilmelerine yanaşmamıştır. Zira Benû Kureyza’nın ihaneti Benû Kaynuka’ ve Benû Nadîr’in konumu gibi değildi. Sıcak savaşın devam ettiği sırada Medine içinden müşriklere destek vererek büyük bir tehlike oluşturmuşlar ve oldukça kritik bir süreçte ihanet etmişlerdi. Resulullah onları kontrol altında tutmak için ordunun bir kısmını bu kabile üzerine göndermek zorunda kalmıştı.
Evs mensupları Benû Kaynuka’ ve Benû Nadîr örneklerini vererek müttefiklerinin de Medine’den gönderilmesinde ısrarcı olunca, Resulullah ara formül bularak kendi içlerinden birisinin onlar hakkında hüküm verebileceğini söylemiş ve uygun görürlerse kabilenin en saygın üyesi konumundaki Sa’d b. Muâz’ın hakem olmasını önermiştir. Hem Evsliler hem de Yahudi müttefikleri bu öneriyi kabul etmişlerdi.
O sırada Sa’d, Hendek Savaşı’nda yara aldığı için Mescidi Nebî’nin yanında kurulan çadırda tedavi görüyordu. Vâkıdî ve İbn Hişâm savaştan sonra mescidin yanında bir çadır kurulduğunu ve yaralıların burada tedavi edildiğini ifade eder. Evs mensupları öneriyi uygun bulunca Sa’d b. Muâz teslim alınan Benû Kureyzalı esriler ve savaş suçluları hakkında hüküm vermekle görevlendirilmiştir.
Yaralı olan Sa’d b. Muâz’ı Ku’aybe bnt. Sa’d b. Utbe adlı bir kadının tedavi ettiği ve kendi ismiyle anılan çadırda doktorluk yaptığı söylenir. Sa’d kolundaki atardamarından yara aldığı için kanaması durdurulamamış ve bu nedenle dağlanmıştı. Ancak yarası iyileşmek bir yana gittikçe daha da kötüye gitmiş ve sonunda bu yaradan dolayı vefat etmiştir. Bu yüzden ismi Hendek şehitleri arasında anılmıştır. İbn Sa’d’ın iddiasına göre yaralı haldeyken Kureyza muhasarasına da katılmış ancak yarasındaki kanama durmayınca tekrar yaralıların bulunduğu çadıra taşınmıştır. Bir iddiaya göre tedavisi devam ederken yatağında dinlendiği sırada bir keçi yarasına basmış ve tekrar kanaması azmıştır.
İbn Hişâm, Kuaybe’nin adını Rüfeyde olarak zikretmiştir. hadis kaynaklarında da aynı isim geçmekte ve Rüfeyde’nin doktorluk yaptığına dair haberler bulunmaktadır. İsim farklı ifade edilse de hepsi Sa’d b. Muâz’ın bir kadın tarafından tedavi edildiğini kaydetmektedir. Rivayetteki detaya bakılırsa Rüfeyde mescit kenarında bir çadır kurmuş ve yaralılara doktorluk yapmıştır.
Taberî de, kadının adını Rüfeyde olarak kaydetmiş ve diğer savaşlarda da yaralıları tedavi ettiğini söylemiştir. Kimi rivayetlerde bu kadının Ğifâr kabilesinden olduğu, Medine’ye gelip İslâm’ı kabul ettiği ve doktorluk yaptığı bilgilerine yer verilmiştir. Ancak Eslem kabilesi olduğuna yönelik rivayetler daha ikna edicidir.17 Bu detay Resulullah zamanında kadınların aktif olarak toplum içinde olduklarını ortaya koymaktadır. Diğer bir deyişle kadın, geleneksel algıda iddia edildiği gibi eve hapsedilen bir muameleye tabi tutulmamıştır.
Yeri gelmişken hatırlatalım ki, her ne kadar geleneksel algıda Ahzâb suresinin 33. ayeti referans gösterilerek kadının evde oturması gibi söylem dillendirilse de, bunun Resulullah ve sahabe zamanıyla doğrulamak mümkün değildir. Dikkat edilirse Hz. Aişe evinde oturmamış, mescitte ders vermiş ve Cemel Savaşı’nda ordu idare etmiştir. Haddizatında Nisâ suresinde “… Erkeklerin kazandıklarından kendilerine, kadınların kazandıklarından da kendilerine payları var.”18 mealindeki ayet de, kadının sosyal hayatın içinde olduğunun göstergesidir. Keza Cuma suresinde de namaz için yapılan çağrı ve namaz sonrasında “rızkınızı arayın” mealindeki açıklama ve ilgili ayetlerdeki diğer hitaplar da sadece erkekleri değil kadınları da kapsamaktadır.
Kabile mensupları da onun yanına akın etmiş ve bindirecekleri merkebin üzerine deriden bir minder hazırlamışlardı. Yakınları onu merkebe bindirirken bir taraftan da Benû Kureyza ile aralarındaki müttefiklik ilişkisini hatırlatarak dostluğa vurgu yapmışlar ve kendilerine birçok iyiliklerde bulunduklarını dile getirerek onlar hakkında hüküm vereceği zaman bunları da göz önünde bulundurmasını istemişlerdir. Hatta bu konuda bir yanlış yapmaması için ısrarlı telkinlerde bulunmuşlardır. Yakınlarının aşırı ısrarından rahatsız olan Sa’d, hiçbir kınayıcının kınamasından çekinmeyeceğini söyleyerek tavrını ortaya koymuş ve hakkaniyetle hareket edeceğini dile getirmiştir. Bu tavrıyla bir anlamda onların telkinleri dikkate almayacağını da açıkça belli etmiştir.
Sa’d’ın tavrını sezen Dahhâk b. Halife Benû Kureyza’nın Buâs Savaşı’nda kendilerine yaptıkları yardımı hatırlatmış ve halihazırda da kendi müttefikleri olduklarına tekrar dikkat çekmiştir. Ayrıca Resulullah’ın da iyilik yapmaktan yana olduğunu söyleyip affedilmeleri yönünde karar vermesini istemiştir. Yol boyunca devam eden bu telkinlerle beraber, Sa’d b. Muâz esirlerin tutulduğu mekâna getirilmiş, hatta burada da aynı ısrarlar sürdürülmüştür.
Evs mensuplarının Sa’d b. Muâz’a yaptıkları baskı ve ısrar dikkate alınırsa, onların Yahudi dostlarıyla ittifakları ve sıkı ilişkilerinin devam ettiği anlaşılmaktadır. Belki de onlar Yahudi müttefiklerinin kendilerine değil, Hz. Muhammed’e ihanet ettiklerini düşündükleri için cezalandırılmamalarını istemişlerdi. Ancak Sa’d b. Muâz daha realist yaklaşmıştır. Zira Kureyş ordusunu çekip gitmesinden sonra, mevcut şartlarda Hz. Muhammed’in gücünün giderek artacağını görerek kabilesinin tavrının net olduğunu göstermek istemiş olabilir. Öte yandan Sa’d b. Muâz son derece samimi bir Müslümandı ve İslâm’ı kabul ettiği ilk günden beri bu samimiyetinden hiçbir ödün vermemişti. Görünen o ki, kabilenin geneli henüz onun düzeyinde dini içselleştirmiş değildi. Sa’d karar aşamasına geldiği zaman ısrarları da dikkate alarak vereceği hükmün hem kabile mensupları hem de Kureyzalı esirler tarafından kabul edilip edilmeyeceğini sorup onların onayını almıştır.
Bazı Yahudiler hala umutlarını kaybetmedikleri için, tıpkı Abdullah b. Ubey’in Benû Kaynuka’ kabilesi için aracı olduğu gibi, kendi müttefikleri olan Sa’d’ın da benzer şekilde davranıp kendilerine yardımcı olacağı beklentisindeydi. Ancak Sa’d hiç taviz vermediği gibi her iki taraftan teyit aldıktan sonra kararı açıklamıştır. Buna göre Benû Kureyza kabilesinin ileri gelenlerini savaş suçlusu kategorisinde değerlendirmiş ve haklarında ölüm fermanı çıkarmıştır. Nitekim sadece savaş suçlusu olanların öldürülmesine hükmettiğine dair rivayetler nakledilmiştir. Ayrıca mallarına el konmasını, kadın ve çocuklarına ise esir muamelesi yapılmasını istemiştir.
İddiaya göre bunların dışında kalan eli silah tutacak konumdaki erkeklerin öldürülmesine hükmetmiştir. Anlatılana göre Sa’d b. Muâz kararı ilan edeceği zaman Resulullah’a da danışarak şu açıklamada bulunmuştur: “Ben, savaşçılarının öldürülmesine, mallarının paylaşılmasına, çocuklarının esir alınmasına hükmediyorum.”
Deyim yerindeyse verdiği karar hem eski müttefiklerini hem de kendi kabile mensuplarından birçoğunu hayal kırıklığına uğratmıştı. Buna mukabil Resulullah onun verdiği kararı onaylamıştır. Esasen bu karar Arap geleneğinde var olan muameleyi hatırlatır. Daha önce de işaret edildiği üzere cahiliye örfüne göre savaşlarda esir edilenler ya fidye karşılığı serbest bırakılır ya da öldürülürdü. Buna mukabil erkek çocuklar köleleştirilirken, kadınlar ve kız çocukları ise cariye statüsünde değerlendirilir veya bu statüye göre satılırlardı.
Kararı beğenmeyen Evsliler, Sa’d’ı müttefiklerini satmakla suçlamıştır. Yahudi esirler de onun kendilerine ihanet ettiğini söylemiştir. Tepkiler ve eleştiriler giderek artınca Resulullah Sa’d’ın verdiği karara sahip çıkmış ve şu açıklamayı yapmıştır: “Sa’d onlar hakkında yedi kat göklerden gelen Allah’ın hükmüyle hükmetti.” Vâkıdî de, Resulullah’ın karara sahip çıktığını ve Sa’d’ın “Allah’ın hükmüyle hükmettiğini” söylediğini iddia etmiştir. Diğer kaynaklarda da benzer açıklamalar aktrıl mıştır. İddiaya göre Evs mensuplarının çoğu eski müttefikleri olan Benû Kureyza’ya verilen cezadan rahatsız olmuştu, ancak Sa’d baştan itibaren bağlayıcı söz aldığı için kararı tanımazlık yapmamışlardır. Onların suçlamaları üzerine Sa’d b. Muâz ve Üseyd b. Hudayr karar lehinde konuşma yaparak itiraz edenleri susturmuşlardır.29
Kabile mensuplarının çoğu Sa’d’ın kararına itiraz etse de, Resulullah onu destekleyerek kararın uygulanacağını beyan etmiştir. Görünen o ki, Evs mensupları eski müttefikleri olduğu için Benû Kuryeza’ya karşı duygusal yaklaşmış ve klasik bedevi geleneğindeki müttefiklik (hilf, ahlaf ) hukuku açısından bakmışlardır. Ancak Sa’d onlar gibi duygusal davranmamıştır.
Zira eski müttefikleri en kritik kerte de müminleri arkadan hançerlemiş, ihanetleri belgelenince bizzat Sa’d kendilerini ikna etmeye çalışmış, ancak Benû Kureyza ileri gelenleri ikna olmak bir yana, Resulullah’a ağır hakaretler yağdırmıştı. Sa’d onlara müdahale edince bu sefer ona da benzer hakaretler savurmuştu. Nitekim aralarında küfürlü ifadelere varan ağır sözler sarf edildiğine daha önce değinilmişti.30 Belli ki, Sa’d eski müttefiklerinin bu ihanetini ve düşmanlığını görünce kendi kabile mensupları gibi duygusal davranmayıp yansız bir tutum sergilemiştir. Sonuçta verdiği karar Resulullah tarafından da onaylanmış ve bu kabile mensuplarından savaş suçlusu olanlar affedilmeyip cezalandırılmıştır.
Kureyza mensuplarının Sa’d’ın hakemliğini kabul etmelerine ve onun vereceği karara razı olmalarına bakılırsa, muhtemelen kendilerini affedeceği beklentisindeydiler. Ancak birkaç gün önce Sa’d kendilerini ikna etmeye çalıştığı zaman aralarında hakaretler ve sözlü sataşmalar yaşanmıştı. İbn Hişâm’ın naklettiği bir rivayete bakılırsa, Sa’d’ın vereceği hükme boyun eğmelerinin ipuçları sezilebilir. Örneğin bir rivayette Hz. Ali’nin hakem olarak düşünüldüğünden bahsedilmiştir.
Ayrıca Hz. Ali’nin onlara karşı öfkeli olduğunu ve Uhud’da şehit düşen amcası Hamza’nın öldürülmesine atıf yaparak “Vallahi Hamza’nın tattığı şeyi elbette ki, onlara da tattıracağım” dediği söylenir.32 Şayet rivayet doğru kabul edilirse, Hz. Ali’nin isminin de hakem olarak geçtiğini, ancak belki de katı tutumu nedeniyle daha objektif karar verebileceği düşünülen Sa’d’ın uygun bulunduğunu söyleyebiliriz. Bunun yanında mezkûr iddia Ali’ye paye çıkarmak için de kurgulanmış olabilir.
Sa’d’ın kararının Resulullah tarafından onaylanmasına bakılırsa, kendisinin de benzer bir görüşte olduğundan söz edilebilir. Nitekim Ebû Lübâbe muhasara sırasında teslim şartlarını görüşmek için gönderildiği zaman, Kureyza mensupları Resulullah’ın kendilerine nasıl muamele yapacağını merak etmiş, o da eliyle boğazını işaret ederek “teslim olursanız sonunuz ölüm olur” mealinde bir mesaj vermiş, daha sonra bu ihaneti ortaya çıkınca günlerce mescit kenarında af dilemiştir.33 Hâlbuki Ebû Lübâbe onlara gönderilirken Resulullah’ın kararının hangi yönde olduğuna dair bir bilgisi yoktu, ancak muhtemelen onlara karşı olan tutumundan bunu sezinlediği anlaşılmaktadır.
Ebû Lübâbe’nin Yahudileri direnişe teşvik etmesi ifşa olunca Resulullah ona tavır almıştır. Yaptığından hayli pişmanlık duyan Ebû Lübâbe kendisin mescidin direğine bağlayıp Resulullah’ın çözmesine kadar kimsenin çözmesini kabul etmeyeceğin ilan etmiştir. Keza bir daha da Kureyza kabilesine gitmeyeceğine ve onlarla diyalog kurmayacağına dair de yeminler etmiştir. Resulullah onun pişmanlığını görünce samimi olduğuna kanaat getirmiş, ancak kendisinin değil Allah’ın affedebileceğini söylemiştir. Bir süre sonra da eşi Ümmü Seleme’ye onun affedildiğini söylemiş ve böylece Ümmü Seleme Ebû Lübâbe’ye müjdeyi vermiştir.
Ebû Lübâbe gibi diğer Evs mensupları da müttefikleri olan Kureyza kabilesinin cezalandırılmasını istemiyordu. Zaten bu yüzden Sa’d b. Muâz’ın hakemliğine razı olmuşlardı. Bir taraftan da olumsuz bir karar vermemesi için üzerinde baskı kurmaya çalışmışlardır. Ancak bütün gayretlerine rağmen Sa’d onların baskılarına aldırmamış ve istedikleri yönde karar vermemiştir.
İtirazlar bir süre daha devam etmişse de, karar değişmemiştir. Savaş suçlusu konumunda olanlar hakkında ölüm fermanı kesinleşmişti, ancak infazın nasıl ve kim tarafından uygulanacağı konusu belli değildi. Rivayete göre bu süreç içinde savaş suçlusu muamelesine tabi tutulan Benû Kureyzalı esirler elleri arkadan bağlanarak Üsâme b. Zeyd’in sorumluluğuna verilerek gözetim altında tutulmuştur. Zamanı gelince bu esirlerin birer ikişer gruplar halinde getirilerek boyunlarının vurulduğu iddia edilmiştir.
Kimi rivayetlere göre esirler Hâris’in kızının (Remle bnt. Hâris) evinin avlusunda hapsedilmiş ve gözetim altında tutulmuştur.36 Taberî esirler için pazar yerinde çukurlar kazıldığını ve ölüm cezasına çarptırılan 600 veya 700 kadar kişinin Hz. Ali ve Zübeyr b. Avvâm tarafından boyunlarının vurularak bu çukurlara defnedildiğini,37 hatta bu sayının 900 civarına çıktığını söylemiştir. Ayrıca her birisinin infazına kadar Resulullah’ın yanlarından ayrılmadığını iddia etmiştir.
Cezalandırılanların sayısı
Benû Kureyza kabilesine uygulanan ceza birçok tartışmaya konu olmuştur. En çok sorgulanan hususlardan birisi ise öldürülenlerin sayısıyla ilgili sayısal değerlerdir. Klasik kaynaklarda 400’den 900’a kadar değişik rakamlar verilmiştir ve eli silah tutan bu sayıdaki Kureyzalı erkeklerin katledildiği iddia edilmiştir. Ayrıca bu infazı Hz. Ali ile Zübeyr b. Avvâm’ın gerçekleştirdiği iddiaları dillendirilmiştir.
Konuya geniş yer ayıran Vâkıdî (ö. 207/823), başlangıçta cezalandırılanlarla ilgili bir sayı vermemiş,39 ancak daha sonra 500, 700, 750 gibi rakamlardan bahsetmiş ve bu sayıdaki esirin öldürüldüğünü iddia etmiştir.40 Yahudi kökenli İbn İshâk (ö. 151/768) ise 600, 700, 850 ve 900 rakamlarını vermiştir.
Babası Hristiyan kökenli olan Ebû Ubeyd (ö. 224/838), Câbir b. Abdullah isnatlı bir rivayette 400 rakamından bahsetmiş, akabinde İbn Şihâb ezZührî (ö. 124/742) isnatlı bir başka rivayette ise sayı verilmeksizin “O gün onlardan şu kadar kişi öldürüldü” ifadelerini nakletmiştir.42 İbn Hibbân (ö. 354/965) sayıyı 900’e kadar çıkarmıştır.43 Belâzurî (ö. 279/893) de erkeklerin öldürüldüğünden bahsetmiş, ancak herhangi bir sayı vermemiştir.44 Bir iddiaya göre infaz edilenler Ebû Cehm elAdevî’nin yakını ile Medine pazarı arasındaki alanda defnedilmişlerdir.
Vâkıdî rakam vermeyerek naklettiği haberde, bağlı olarak tutulan Kureyzalı esirlerin grup grup çıkarılıp boyunlarının vurulduğunu, infaz sırasını bekleyenlerin birbirlerini suçladıklarını, kimisinin ise maruz kaldıkları bu cezalandırmanın ilahi yazgı olduğunu söylediklerini nakletmiştir. Her ne kadar grup grup getirilen savaş suçlularından bahsetse de, sadece 13 isim saymış ve bunların öldürüldüğünü söylemiştir. Bunlar arasında bir kadın ismini de zikretmiştir.
Diğer yandan esirlerin gruplar halinde öldürüldüğünden söz ederken bir taraftan da onlara güzel muamele edilmesi konusunda Resulullah’ın talimatının olduğuna dikkat çekmiştir. Vâkıdî, ayrıca Benû Kureyza ileri gelenlerinden 8 ismin öldürüldüğüne dair bir kayıt daha nakletmiş, ancak bunlar da az önce zikredilen sayının içindeki isimlerdir.
Mukâtil b. Süleyman (ö. 150/767) da Bakara suresinin 5. ayeti ile ilgili açıklamalar yaparken, ihanetleri nedeniyle Benû Kureyza’dan kimisinin horlanıp aşağılandığını, kimisinin öldürüldüğünü, kimisinin ise esir alındığını söylemiştir.48 Bir başka rivayette de yine benzer iddiaları dillendirmiş, ardından da toplamda 750 erkeğin esir alındığını, bunlardan 400 kadarının savaş suçlusu olarak öldürüldüğünü iddia etmiştir. Ayrıca Ahzâb suresinde geçen “Bir kısmını esir alıyordunuz, bir kısmını ise öldürüyordunuz”49 mealinde ayete atıf yaparak, mezkûr ayetin bu konuyla alakalı olduğunu söylemiştir.50 Sonuç itibarıyla toplu öldürmeden bahsetmemiştir.
Dikkat çekici bir bilgi de Benû Kureyza esirleri arasında bulunan ve sonradan Resulullah’ın eşi olan Reyhâne bnt. Zeyd’e isnat edilmiştir. Kendi evliliğini anlatırken, esir edildiğini ve Resulullah’ın kendisini alıp Ümmü’lMünzîr b. Kays’ın evine yerleştirdiğini ve “bir kısım esirlerin öldürülmesi ve diğerlerinin taksim edilmesinin” ardından Resulullah’ın kendisine evlenme teklif ettiğini ve böylece evliliğin gerçekleştiğini söylediği rivayet edilmiştir. Dikkat edilirse bu rivayette de esirlerin tamamı değil bir kısmının öldürüldüğünden bahsedilmiştir.
Bir iddiaya göre Resulullah Reyhâne’yi kendi payına alıp Müslüman olmasını teklif etmiş, ancak kabul etmeyince onu serbest bırakmıştır. Daha sonra araya giren İbn Sa’niyye onu ikna etmeye çalışmış, fakat dininden dönmemiştir. Rivayete göre Resulullah onu bir hayız dönemi geçirene kadar Selmâ bnt. Kays’ın yanına göndermiş, ardından azat olup Resulullah’la evlenmek yerine dininde kalıp cariyeliği kabul etmiş ve bu şekilde hayatını sürdürmüştür. Bu yüzden Vâkıdî, Reyhâne’yi Resulullah’ın cariyesi olarak tanımlamıştır. Ancak onun câriye olarak değerlendirildiği iddialarının hiçbir tutarlılığının olmadığını hatırlatalım. Nitekim bu konu Resulullah’ın evlilikleri ile ilgili bölümde ele alınmıştır.
İbn Hişâm’ın (ö. 213/829) verdiği bilgilere göre Resulullah onunla evlenmeyi düşündüğü için eşi olarak örtünmesini ve Müslüman olmasını istemiş, ancak Reyhâne kabul etmemiştir. Rivayetin devamında Reyhâne’nin uzun süre direndiği ve sonunda Müslüman olduğu bilgilerine yer verilmiştir. İbn Sa’d (ö. 230/845) da bu konuya değinmiş ve Resulullah’ın esirler arasında bulunan Reyhâne’yi kendisine eş olarak aldığını söylemiştir.
Öldürülenler arasında Benû Nadîr’in şefi Huyey b. Ahtab’ın da ismi de geçmektedir. Yukarıda da zikredildiği üzere Benû Kureyzayı ikna etmek için onları ziyaret ettiği zaman bu kabile mensupları kuşatılınca kalede kıstırılmıştır.55 Belâzurî, infaz edileceği zaman vaktiyle kavmi adına düşmanla iş birliği yapamayacağına dair söz verdiğini ve bu sözü için Allah’ı tanık gösterdiğini söylemiştir. İddiaya göre boynu vurulacağı zaman Resulullah da “Allah sözünde durdu” karşılığını vermiştir.
Onunla beraber oğlunun da savaş suçlusu olarak öldürüldüğü söylenir. Bir iddiaya göre esir tutulduğu zaman üzerinde alımlı bir kaftan vardı. Öldürüleceğini anlayınca Müslümanlara yar olmasın diye kesip parçalamıştır.57 İbn Hişâm’ın verdiği bilgiye göre Benû Kureyza esirlerinden kimisi onu eleştirip kendilerini felakete sürüklemekle suçlayınca, Huyey başlarına gelenin Allah’ın takdiri olduğunu söyleyip kendisini savunmuştur.
İbn Hişâm’ın naklettiği bir rivayette ilginç bir haberden daha bahsedilmiştir. İddiaya göre Benû Kureyza kabilesinden 400 erkeğin savaş suçlusu olarak öldürülmeleri kararlaştırılınca, Resulullah infazı gerçekleştirmek için Hazreclileri görevlendirmiş, ancak Evs kabilesi mensupları, eski müttefiklerinin Hazrec kabilesi tarafından infaz edilecek olmasından rahatsızlık duymuştur. Allah Resulü de onların yüzündeki hüznü görünce, infaz görevinin kendilerine verilmemesinden kaynaklandığını anlamış ve yaklaşık 15 kişilik gurubu Evs mensuplarına vermiş ve onların infaz etmesini istemiştir. Hatta ismi zikredilemeyen bir Yahudi’nin Muhayyisa b. Mes’ûd ile Ebû Bürde’ye verildiğini ve Muhayisa’nın onu öldürdüğünü söylemiştir. Ancak Muhayyisa’nın kardeşi Huveyyisa, öldürdüğü şahsın kendilerine çok fazla iyiliklerinin dokunduğunu hatırlatarak kardeşini sulamıştır.
Hatta “Karnın onun verdiği iç yağı ile doluyken nasıl olur da böyle birisini öldürürsün, sen alçağın tekisin” gibi sözlerle kardeşini azarlamıştır. İbn Hişâm bu rivayeti Yahudi tüccarlardan İbn Süneyne’nin suikastla öldürülmesi ile ilgili haberler arasında da anlatmıştır. Buradaki iddiaya göre Muhayyisa Resulullah’ın isteği üzerine İbn Süneyne’yi suikastla öldürünce, ağabeyi Huveyyisa onu azarlamış ve az önce zikredilen sözleri sarf etmiştir.59 Bu hadisenin ayrı bir cinayet olayı olduğunu daha önce belirtmiştik. Muhtemelen öldürülen Yahudi Evs’in müttefiki olduğu için bu konuyla ilgili haberler Benû Kureyza esirleri ile ilgili anlatılar arasına karıştırılmış olmalıdır.
Esirlerle ilgili haberlerden bahsedilirken gözaltında tutuldukları sürede onlara iyi davranıldığına dair kayıtlar bulunmaktadır. Buna mukabil infaz alanına getirilerek birer birer boğazlandıklarından da bahsedilmiştir. Bir iddiaya göre infazı bekledikleri süre içinde bir kısmı Tevrat’tan nüshalar okumuştur. Böylece yaklaşık 400 ile 900 kişi civarında Yahudi’nin öldürüldüğü iddiaları dillendirilmiştir. Esir alınan kadın ve çocukların toplam sayısının 1000 civarında olduğu, bunların bir kısmının serbest bırakıldığı, bir kısmının savaşa katılanlara dağıtıldığı, kalan gurubun ise satılarak kamu gelirin bütçesine aktarıldığına dair haberler bulunmaktadır. Resulullah da esirler arasında bulunan Reyhâne bnt. Zeyd’i kendi hissesine almıştır.
Bunun yanı sıra büluğ çağına ermemiş çocukların annelerinden ayrılmasına izin vermemiştir. Ayrıca yetim çocukların da sadece Müslüman ailelere satılmasını istemiştir. Bütün bunlar rivayetlerde yer alan iddialardır ve Benû Kureyzalı esirlerin tamamının öldürüldüğü gibi bir genelleme yapılarak anlatılmıştır. Keza esir kadın ve çocukların tamamının da satıldığından bahsedilmiştir. Oysa aşağıda değinileceği üzere bu tür haberlerin bir kısmının sonradan geriye dönük olarak kurgulanan iddialardan ibaret olduğu anlaşılmaktadır.
Görüldüğü kadarıyla Sa’d b. Muâz, kabile önderlerinin bir kısmını savaş suçlusu olarak değerlendirmiş ve bu nedenle cezalandırılmalarına hükmetmiştir. Nitekim bir rivayette de eli silah tutan ve ok atanların öldürüldüğünden bahsedilmiştir.60 Kaynaklarda yer alan bu karar o günden bugüne birçok yönüyle tartışılmıştır. Diğer yandan bu kararın hem Yahudi şeriatıyla hem de Kur’an’la uyumlu olduğunu hatırlatalım. Nitekim Mâide suresinde Allah ve Elçisi’ne savaş açıp yeryüzünde bozgunculuk yapanların öldürülebileceğinden bahsedilmektedir.61 Kitabı Mukaddes’in ilgili pasajında ise şu açıklamalar yer almaktadır:
Bir kente saldırmadan önce onlara barış önerin. Önerinizi benimser, kapılarını size açarlarsa kentte yaşayanların tümü sizin için bedelsiz çalışacak, size hizmet edecekler. Ama barış önerinizi geri çevirir, sizinle savaşmak isterlerse kenti kuşatın. Tanrı Rab kenti elinize teslim edince, orada yaşayan bütün erkekleri kılıçtan geçirin. Kadınları, çocukları ve hayvanları, kentteki her şeyi yağmalayabilirsiniz. Tanrı Rabb’ın size verdiği düşman malını kullanabilirsiniz. Yakınınızdaki uluslara ait olmayan sizden çok uzak kentlerin tümüne böyle davranacaksınız. Ancak Tanrı Rabb’ın miras olarak size vereceği bu halkların kentlerinde soluk alan hiçbir canlıyı yaşatmayacaksınız.
Görüldüğü üzere Benû Kureyza esirlerine verilen ceza kendi hukuklarıyla ve bedevi örfüyle örtüşmektedir. Daha önce işaret ettiğimiz üzere cahiliye döneminde savaşla ele geçirilen düşman esirlerinden kadınlar ve çocuklar cariye veya köle olarak değerlendirilip satılır, yetişkin savaş esirleri ise ya diyet karşılığında serbest bırakılır ya da öldürülürdü. Sonuç itibarıyla karar Yahudi şeriatı, Arap örfü veya vahye de uygun olsa bu konuyla ilgili tartışma bitmemiştir. Nitekim günümüzde de yer yer gündeme gelen konulardan birisidir.
Bir iddiaya göre Zübeyr b. Avvâm, Yahudi ileri gelenlerin öldürülmesi üzerine diğerlerinin de öldürülmesine karar vermiştir. Vâkıdî’de yer alan bir rivayette de Benû Kureyza’nın savaşçılarının kılıçla öldürüldüğünden bahsedilmiştir.64 Bir rivayette ise sakalı yeni çıkmış olan Atıyye elKurazî ile Rifâ’e henüz ergen oldukları için öldürülmemiştir. Aynı bilgiler diğer kaynaklarca da tekrarlanır. Keza öldürülenler için hendekler kazılıp gömüldüğü kaydı da yine bu rivayetler arasında yer almaktadır.
Bir rivayete göre Kureyzalı esirlerden sadece bir kadın öldürülmüştür. Yukarıda da işaret edildiği üzere bu kadın Hallâd b. Süveyd’in üzerine değirmen taşını yuvarlamış ve ölümüne neden olmuştu. Onun katili olarak kendisine de kısas uygulanmıştır.67 Esir olan diğer kadınlardan bazıları Yahudi zenginler tarafından diyetleri ödenip serbest bırakılmıştır. Örneğin Ebû Şahm isimli bir Yahudi tüccarın üçer çocuğu olan iki kadının diyetini ödediği söylenir.
Rivayetlere göre Resulullah da bu Yahudi tüccarla alışveriş yapmış, hatta zırhını rehine vermiştir. Bu şahıs tüccarlığının yanı sıra şairliğiyle de tanınıyordu.70 Bir iddiaya göre bu zırh Hz. Dâvud’dan tevarüs etmiş ve onunla Câlût’a karşı savaşmıştır.71 Kendisi herhangi bir düşmanca tutum içine girmediği için Medine’de yaşantısını sürdürmüştür. Vâkıdî’de yer alan rivayetlere bakılırsa, onun hububat ticareti yaptığı anlaşılmaktadır. Zaten Resulullah da zırhı sekiz sa’ arpa karşılığında rehin vermiştir.
Rivayete göre Abdullah b. Ebû Hadred isimli bir sahabî ona borçluydu. Hayber seferine çıkacağı zaman Ebû Şahm borcunu istemiş, Abdullah da ondan mühlet istemiştir. Hatta çıktığı seferden elde edeceği ganimetle borucunu ödeyeceğine dair taahhütte bulunmuştur. Ebû Şahm’ın bu hamlesi, ordunun Hayber’e gideceğini fark ederek adeta katılımı engellemeye yönelik bir hamle gibi yorumlanmış, ancak koca bir orduda bu bağlamdaki birkaç isim için böyle bir iddiada bulunmak çok inandırıcı değildir.
Kaldı ki Resulullah hedefi baştan açıklamamıştır. Sonuç itibarıyla bu şahsın Medine’de hayatını devam ettirdiğini görüyoruz ki, onun gibi herhangi bir düşmanlık göstermeyen çok sayıda Yahudi’nin şehirde kaldığını hatırlatalım. İddiaya göre ikisi arsandaki alacak verecek davası Resulullah’a intikal etmiş, Allah Resulü de Abdullah’tan borcunu ödemesini istemiştir.
Benû Kureyza esirlerinden erkeklerin infaz edilmesiyle ilgili değişik yorumlar yapılmıştır. Geleneksel yorumlarda bunca esirin infazı haklı bulunurken, bir kısım yorumlarda ise bu karar eleştirilmiştir. Özellikle Batılı oryantalistlerin yorumlarında bazı aşırılıklara rastlamak mümkündür. Diğer yandan esirlerin öldürüldüğüne dair haberler arasında fazla bir tutarlılık bulunmamaktadır. Örneğin 400 ile 900 kişi arasındaki esirin Hz. Ali ile Zübeyr b. Avvâm tarafından boyunlarının vurulduğundan bahsedilmiş, ancak bunca esirin nasıl kontrol altında tutulduğu veya infazın gerçekleştirildiği konusuna hiç değinilmemiştir. Ayrıca daha sonraki dönemlerde böyle bir rol üstlendiklerine dair kendilerinden de bir açıklama gelmemiştir.
Kureyza esirleri ile ilgili anlatılanlara bakılınca, birçok abartı veya asılsız iddia kolayca fark edilir. Örneğin esirlerin Benû Neccâr’dan Remle bnt. elHâris’in evinde hapsedildikleri iddia edilmiştir. Oysa bunca esirin bir eve sığması mümkün değildir.76 Bu rivayetlerin bir kısmı daha sonraki dönemde Yahudi düşmanlığı ile abartılmış iddialar olabileceği gibi, yine Yahudi kaynaklarınca da kasıtlı bir şekilde çarpıtılmış olması muhtemeldir. Nitekim bu haberler Orta Çağ’da yaşamış olan Yahudi otoritelerinden Musa b. Meymûn (ö. 601/1204) tarafından daha da abartılmış ve infaz edilenlerin sayısı 24000 civarında gösterilmiştir. Hatta bir başka iddiaya göre 52000’e kadar çıkarılmıştır. Esirlerin infazını savunan oryantalistlerin yorumlarının arkasında böyle bir arka planın olduğunu unutmamak gerekir.
Takriben 700 civarındaki esirin infaz edildiğine dair haberler ise, babası Yahudi olan İbn İshâk’a (ö. 151/768) dayandırılmıştır. Vefat tarihi dikkate alınırsa en erken kaynak olan bu müellifin Resulullah’ın vefatından yaklaşık 136 yıl sonra öldüğünü unutmamak gerekir. Nitekim bu hususa dikkat çeken W. N. Arafat söz konusu iddiayı doğru bulmamıştır. Onun ileri sürdüğü tezlere göre böylesine büyük bir infazın, Benû Kureyza hadisesine işaret eden Ahzâb suresinde yer alması gerekirdi. Nitekim surenin 2627. ayetleri Benû Kureyza olayıyla ilgilidir. Ancak bu sayıda bir Yahudi’nin cezalandırıldığına dair hiçbir imadan bahsedilmemiştir.
Ayrıca Arafat, haberin kaynağı olan İbn İshâk’ın güvenilmez bir şahsiyet olduğunu, İmâm Malik tarafından bu yönüyle eleştirildiğini hatırlatmıştır. Ona göre bunca esirin infazı, Kur’an’ın adalet prensibiyle de örtüşmez. Zira İslâm’a göre sorumlular cezalandırılır, oysa iddiaya göre sayısız masum da katledilmiştir. Ayrıca şayet Resulullah’ın böyle bir uygulaması olmuş olsaydı, sonraki dönemlerde de bunun referans kaynağı olarak kullanılabileceğini, oysa buna yönelik herhangi bir uygulama ya da hukukî norm bulunmadığına dikkat çekmiştir.
Bütün bunların yanında anılan hadisenin m.s. 73 yılında Masada’da intihar eden yaklaşık 960 kişilik Yahudilerin hikayesinden esinlenilerek üretilen bir iddia olduğunu söylemiştir. Gerçekten de Benû Kureyza kabilesiyle ilgili anlatılanlar, Masada kuşatması sırasında Yahudilerin başından geçen olayla dikkat çekici benzerlikler içermektedir.78 Özellikle öldürülen Masada, Ölü Deniz’in güney batısında yer alan ve yüksek bir tepede bulunan doğal bir kaledir. Milattan önceki Haşmoni kralı tarafından inşa edilen Masada kalesi, daha sonra Kral Büyük Herod tarafından gösterişli bir kraliyet sarayına dönüştürülmüştür.
M.s. 6673 yıllarında Kudüs’te roma egemenliğine karşı isyan başlatan Yahudiler’den bir grup kaçıp bu kaleye sığınmıştır. Yahudi tarihinde özel bir yere sahip olan Masada hadisesi hakkında müstakil bir araştırma yapan Olgun, Yahudiler’in Roma egemenliğine karşı üç önemli direniş başlattıklarını ve bunların ilkinin m.s. 6673 yıllarındaki “Masada isyanı” veya “büyük isyan” olduğunu söyler. İkincisi Kitos Savaşı (115117), üçüncüsü ise BarKokhba isyanı (132 135)’dır. İsyan eden Yahudiler Masada kalesine sığınınca, Romalı komutan Flavius Silva 72 yılında burayı kuşatmıştır. Birkaç ay devam eden direniş sonunda kurtulamayacaklarını anlayan Yahudiler topluca intihar kararı almıştır. Yahudi tarihçisi Josephus’un anlatımına göre direnişin önderi Eleazar ben Ya’ir, yenilginin kaçınılmaz olduğunu görünce zaten düşman eline geçmeleri durumunda erkeklerinin öldürüleceğini, kadın ve çocukların ise esir edileceğini göz önüne alarak teslim olmak yerine topluca intihar etmelerini ve kendi kendilerini öldürmelerini önermiştir.
Onun önerisine göre önce 10 kişi seçilerek kuşatma altındaki kadın ve çocuklar dahil tüm Yahudileri öldürecek, sonra da bu 10 kişi arasından seçilecek bir kişi diğer 9 kişiyi öldürecektir. Kalan son kişi ise aynı anda kılıç çekip birbirlerini öldüreceklerdi. Sayıları 960 kişiyi bulan Yahudi topluluğu böylece topluca intihar etmiştir. M.s. Yahudilerin sayısıyla Benû Kureyza kabilesinden öldürüldüğü iddia edilenlerin sayısının aynı olması şaşırtıcıdır ve bu durum Arafat’ın ileri sürdüğü tezleri güçlendiren en önemli referanslardan birisidir.
Bize göre böylesine abartılı rakam yerine savaş suçlularının öldürülmüş olması kuvvetle muhtemeldir. Unutmamak gerekir ki, Kur’an’a göre suçlar bireyseldir. Herhangi bir bireyin suçunu bir başkasının üstlenemeyeceği ilahi ilkesinin yanı sıra, bir başkasının eyleminden de suçsuz insanların cezalandırılmasının izahı yapılamaz. En azından bu ilahi ilkeyi anlatan Resulullah’ın tebliğ ettiği vahyin mesajına aykırı davranması mümkün gözükmemektedir.
Öldürüldüğü iddia edilenlerin sayılarıyla ilgili haberlerde de bir tutarlılık yoktur. Yaklaşık olarak 400’den 900’a kadar çeşitli oranlar verilmiştir. Diğer yandan bu insanları kontrol atlında tutmanın ciddi bir problem olacağını unutmamak gerekir. Kaldı ki, Benû Kureyza’nın ihanet kararını 400 veya 900 kişi değil, kabilenin önde gelenleri almıştır. Bu durumda olsa olsa sorumluluğu bulunan savaş suçluları cezalandırılmış olabilir. Nitekim Vâkıdî’nin verdiği isimlere bakılırsa, infaz edilenlerin sayısı 20 kişiyi bile bulmamıştır. Ayrıca öldürülenlerin gömüldüğünden söz edildiğine göre, anılan orandaki ölülerin defnedildiği mezarlık hakkında da detaylı veya ikna edici bir kayıt olmalıdır. Oysa böyle bir kayıttan hiç bahsedilmemiştir.
Öte yandan şayet esirler suçlu bulundukları için cezalandırılmışlarsa, bunu reddetmenin de bir anlamı yoktur. Ancak bu oranda bir suçlunun olmadığı husus gayet açıktır. Bununla beraber Benû Kureyza ileri gelenlerinin en kritik kertede ihanet edip Müslümanları arkadan hançerlediklerini unutmamak gerekir. Üstelik daha önce iki kabilenin benzer ihanetlerinin cezasız bırakılmadığını da bizzat görmüşlerdir. Resulullah’ın başarılı olması durumunda, ihanetlerinin cezasız kalmayacağını göze almış olmalıdırlar. Dolayısıyla onların cezalandırılmasının arkasında böyle bir arka planın olduğunu ayrıca bu orandaki suçluların infazını ise insanlığın eriştiği düzey ve oluşturduğu günümüz değer yargıları çerçevesinde değil, şayet gerçekten böyle bir hadise yaşanmışsa ait olduğu dönemin koşulları içinde değerlendirmek gerektiği göz önüne alınmalıdır.
Bu anlatıları göz önüne aldığımızda;Benû Kureyza esirleri ile ilgili iddianın Masada Yahudilerinin hikayesinden esinlenen bir kurgu olduğu yönündeki Arafat’ın tezinin diğer iddialara oranla daha inandırıcı olduğu kanaatindeyiz. Dolayısıyla Benû Kureyza kabilesine mensup olan bu orandaki bir topluluğun topluca infaz edildiği iddialarının hayli abartılı olduğunu ve olsa olsa savaş suçlularının cezalandırıldığına dair haberlerin genelleştirilmiş iddialar olabileceğini söylemek mümkündür.