Kur’ânı Kerim’in anlattığına göre; döndükten sonra putlarının yerlere serildiğini, ayaklar altına alındığını, darmadağın edildiğini görüp şaşkına dönen müşrikler, putperestler “Bunu tanrılarımıza kim yaptı?” arayışı içerisine girerler.
Sonra, Kur’ânı Kerim kendisinden “fetâ” diye bahseder. Müşrikler; “Adı İbrahim’di. Putlarımız hakkında ileri geri konuştuğunu duyardık.” derler. İbrahim’in yanına giderler veya İbrahim’i yanlarına çağırırlar. O da; “Şu büyük puta sorun. Bu işi belki o yapmıştır, baksanıza baltayı da ilahları kırdıktan sonra boynuna asmış.” der. Bunu söylerken, bir yalana başvurmak ya da yanlış cevap vermek değildir İbrahim’in muradı… Asıl böyle yapmakla, putların güçsüz olduklarını, cansız, ruhsuz olduklarını, kendi başlarına hiçbir şey yapamayacaklarını, ne bir başkasına fayda sağlayabileceklerini, ne de kendilerine gelebilecek bir zararı defetmeye güçlerinin bulunmadığını ifade etmek istemişti İbrâhim aleyhisselâm.
Sonra; hak ve hakîkatlere gözleri ve kalpleri kapalı olan müşrikler gürûhu tarafından görenlere ibret olsun diye büyük bir ateş yakılır. O alevli ateşin içerisine İbrahim (a.s.) mancınıkla tam fırlatılırken; kimi rivayetlerde meleğin İbrahim (a.s.)’ın yanına geldiği, “Dilersen sana yardım edeyim, Rabbin seni kurtarmamı buyurdu.” dediği, onun da; “Hasbunallâhu ve ni’mel vekîl!” (Rabbim bana yeter, O ne güzel vekîldir!)” diyerek bütün benliğiyle kendisini Rabbine teslim ettiği anlatılır.
Esasen İbrahim (a.s.)’ın hayatının tamamı, teslimiyet örnekleriyle doludur. İbrahim (a.s.) daha sonra alevli ateşin içerisine atılır. İşte tam o esnâda Rabbimizden bir nidâ;
“Ey ateş! İbrahim’e karşı serin ve esenlik ol” dedik. (Enbiyâ, 69) diye emredilir. Bunun fizyolojik anlamda dünya şartlarında nasıl gerçekleştirildiği üzerinde elbette ayrıca konuşulabilir. Ama yakması için korkunç alevlerle tutuşturulan ateş, İbrâhim (a.s.) için o gün bir gül bahçesine dönüşüverir.
Efendimiz (a.s.); “Bütün insanlar bir araya gelseler, sana zarar vermek isteseler, Allah dilemedikçe hiçbir zarar veremezler. Yine bütün insanlar sana bir fayda vermek için toplanıp bir araya gelseler, Allah dilemedikçe yine bir fayda veremezler.” (Tirmîzî, İbni Abbas (r.a)’den..) buyuruyor. İşte bu tam tevekkül ve teslimiyettir. Saf ve hâlis niyet, arıduru bir bakıştır. Allâh’a tam yaslanma, O’na tam güvenme, O’nun ipine tutunma, Allah’tan emîn olma, O’ndan geldiyse eğer ona rıza gösterme halidir. Her hâlükârda Rabbimize tam bir güvenle, tam bir tevekkülle;
Hoştur bana senden gelen,
Ya hil’atu yahut kefen,
Ya gonca gül yahut diken,
Kahrın da hoş, lütfun da hoş!
Diyebilmeyi ümit ediyoruz. Rabbimiz cümlemize nasip eylesin.