Eve sahip çıkmak kendi güvenlik yurduna sahip çıkmak anlamına gelir. Sembolleri yıkılan, sembolleri kaybolan insanın bir anlamda yolunun işaret taşları kaybolmuş demektir. Onun için sembollerle örülen evi çok iyi tahkim etmek gerekiyor. Sembol yitimi, yahut sembollerin anlam çözülmesine uğraması, sembollerin içinin boşalması, evin içinin boşalması, yani zayıflaması demektir. Düşüncelerin, fikirlerin, inançların ve değerlerin de evi vardır. Yani düşüncelerini, fikirlerini, inançlarını ve değerlerini kaybedenler de evsizleşir. Evlerini kaybetmiş olurlar.
Bizim geleneğimizde beyt kelimesi yerine kullanılan dar kelimesi vardır. Eskiden insanlar, Müslümanların yaşadığı diyara daru’lİslam diyorlardı. Dâr, hem ev demektir, hem mahalle demektir, hem de ülke, yurt demektir. Darı ve diyarı kaybettiğiniz zaman sorunlar yaşarız, maalesef İslâm dünyasının son bir kaç asırdır bir dar yıkımı, bir dar yitimi vardır.
Bir insanın evinin başına yıkılması dünyada başına gelebilecek en kötü şeydir. Onun için büyük bir felaketle karşılaşıldığında “evim başıma yıkıldı” denilir. İnsanlar depremlerde evleri yıkıldığı zaman büyük panik yaşıyorlar. Evin yıkılması gerçekten insanın başına gelebilecek en büyük felakettir. Bu bakımdan evi kaybetmek, evsiz kalmak, açıkta kalmak, bir anlamda sembolleri kaybetmek, düşüncede, fikirde, inançta, ahlakta sahip olduğumuz, tutunduğumuz kendimizi güvende hissettiğimiz, bizi dârımızda, diyarımızda, yurdumuzda gibi hissetme duygusunu bize veren bu sembolleri yitirdiğimizde büyük bir düşünce ve kültür krizi ile karşı karşıyayız, demektir.
Onun için “sembollerin değeri sembolik değildir.” Hem bizim inanç sistemimizi ortaya koyar, hem de bize bir güvenlik hissi verir. O bakımdan Müslümanların kullandığı dil, Müslümanların zaman içerisinde kendi kimliklerini ifade eden giyiniş tarzları, geliştirdikleri stilleri, modaları, Müslümanların sokağını, kentini, evini, mahallesini inşa ediş biçimi, şehri kurma biçimi, mabedini yapış biçimi, mabedindeki tezyinatı, süslemesi, estetik sanatlarda kullandığı işaretleri, simgeleri, sembolleri, çizgileri bütün bunların hepsi, Müslümanlara özgü bir varlık tasavvuru, bir anlayış, bir insan telakkisi, bir mekân, zaman telakkisi ortaya koyar. Onun için Müslüman sanatı diye bir sanattan bahsederiz. İslam sanatını, mimarisini, kentini oluşturan aslında Müslümanların ürettikleri, sahip oldukları semboller ve simgelerdir. Bunların hepsinin dini, kültürel bir değeri, geleneksel bir değeri vardır. Aynı zamanda bir medeniyet değeri vardır.
Aslında bütün semboller derece bakımından eşit değildir. Müslümanların ürettiği bütün semboller, Müslümanların geleceğe güvenle yürümesine aracılık eden unsurlardır. Onun için Yahya Kemal’in Üsküp’te ezan seslerini hatırlaması sadece bir nostalji değildir. O güvenli, masum, huzurlu, kendisini geleceğe emin bir şekilde taşıyan o sesi hatırlamaktadır. İnsanlar sembollerini korurlar, bu konuda korumacıdırlar.
Ancak, modern zamanlarda geleneksel sembollerin içinin boşaltılması, yahut yeni içerikler kazanması yönünde birtakım gelişmeler olduğunu da unutmamak lazım. Mesela “Allahü Ekber” diyoruz. Allahü Ekber, Müslümanlar için bir şiardır. Allah’ın büyüklüğünü ifade eder. Ama modern zamanlarda öyle tedhiş hadiseleriyle bir araya getirilmiş, öyle İslam’ın mukaddesatıyla, asaletiyle uyuşmayan ortamlarda klişe olarak kullanılmıştır ki, bugün dünyanın farklı yerlerinde bu ifadeyi duyduğunda aklına çok yanlış çağrışımlar gelen insanlar vardır. Dolayısıyla günümüzde, özellikle modern zamanlarda küresel ölçekte semboller ve simgeler üzerinden bir derin çatışmanın var olduğunu gözden kaçırmamak gerekir. Yine maalesef 20. ve
21. yüzyılda özellikle küresel ölçekte İslam’ın simge ve sembolleri böyle bir deformasyona maruz bırakılmıştır. İslamofobia, İslam korkusu diyelim bu tür unsurlardan yararlanmıştır. İslam’ın masum, saf sembollerini deforme etmek için maalesef farklı girişimler de ortaya çıkmıştır. Kâbe’nin, Kur’anı Kerim’in, tespihin, minarenin, Müslümanlığa ait olduğu düşünülen pek çok objenin uygunsuz unsurlarla yan yana getirildiği, kirletildiği kirli gösterilmeye çalışıldığı karikatürlerden tutun da, çeşitli resim kombinasyonlarına, hatta objelerin üretimine kadar faaliyetler olduğunu biliyoruz.
Mesela kılıç diyelim. Kılıç ile İslam’ı bütünleştirmişlerdir. Böylece İslam’ı kötü göstermek için ondan bir sembol olarak faydalanmışlardır. Yani semboller üzerinden savaş diyebileceğimiz farklı kültür alanlarında bir çatışmanın var olduğunu da görmek gerekiyor. En önemlisi de sembol yıkımı ve sembol yitimi meselesidir.
Milletlerin de geliştirdikleri, sembolleri vardır. Bunlar da milletlerin bekası için son derece önemlidir.
Bayrak, böyle bir semboldür. Bayrak netice itibariyle kendisini oluşturan mürekkepten, renkten veya bezden ibaret bir şey değildir. Onun arkasında yüzyıllara sari bir yaşanmışlık, bir fedakârlık, bir çile, bir mücadele, bir bağımsızlık, bir özgürlük, bir kahramanlık hikâyesi vardır. Böyle olduğu için de bütün milletin hissiyatına tercüman olur. Milletlerin karakterlerini de belirleyen sembollerdir.
Cenabı Hak, bizi şeâirin gösterdiği hedeflere ve gayelere erenlerden, onu kaybetmeyenlerden eylesin.
Bizim geleneğimizde beyt kelimesi yerine kullanılan dar kelimesi vardır. Eskiden insanlar, Müslümanların yaşadığı diyara daru’lİslam diyorlardı. Dâr, hem ev demektir, hem mahalle demektir, hem de ülke, yurt demektir. Darı ve diyarı kaybettiğiniz zaman sorunlar yaşarız, maalesef İslâm dünyasının son bir kaç asırdır bir dar yıkımı, bir dar yitimi vardır.
Bir insanın evinin başına yıkılması dünyada başına gelebilecek en kötü şeydir. Onun için büyük bir felaketle karşılaşıldığında “evim başıma yıkıldı” denilir. İnsanlar depremlerde evleri yıkıldığı zaman büyük panik yaşıyorlar. Evin yıkılması gerçekten insanın başına gelebilecek en büyük felakettir. Bu bakımdan evi kaybetmek, evsiz kalmak, açıkta kalmak, bir anlamda sembolleri kaybetmek, düşüncede, fikirde, inançta, ahlakta sahip olduğumuz, tutunduğumuz kendimizi güvende hissettiğimiz, bizi dârımızda, diyarımızda, yurdumuzda gibi hissetme duygusunu bize veren bu sembolleri yitirdiğimizde büyük bir düşünce ve kültür krizi ile karşı karşıyayız, demektir.
Onun için “sembollerin değeri sembolik değildir.” Hem bizim inanç sistemimizi ortaya koyar, hem de bize bir güvenlik hissi verir. O bakımdan Müslümanların kullandığı dil, Müslümanların zaman içerisinde kendi kimliklerini ifade eden giyiniş tarzları, geliştirdikleri stilleri, modaları, Müslümanların sokağını, kentini, evini, mahallesini inşa ediş biçimi, şehri kurma biçimi, mabedini yapış biçimi, mabedindeki tezyinatı, süslemesi, estetik sanatlarda kullandığı işaretleri, simgeleri, sembolleri, çizgileri bütün bunların hepsi, Müslümanlara özgü bir varlık tasavvuru, bir anlayış, bir insan telakkisi, bir mekân, zaman telakkisi ortaya koyar. Onun için Müslüman sanatı diye bir sanattan bahsederiz. İslam sanatını, mimarisini, kentini oluşturan aslında Müslümanların ürettikleri, sahip oldukları semboller ve simgelerdir. Bunların hepsinin dini, kültürel bir değeri, geleneksel bir değeri vardır. Aynı zamanda bir medeniyet değeri vardır.
Aslında bütün semboller derece bakımından eşit değildir. Müslümanların ürettiği bütün semboller, Müslümanların geleceğe güvenle yürümesine aracılık eden unsurlardır. Onun için Yahya Kemal’in Üsküp’te ezan seslerini hatırlaması sadece bir nostalji değildir. O güvenli, masum, huzurlu, kendisini geleceğe emin bir şekilde taşıyan o sesi hatırlamaktadır. İnsanlar sembollerini korurlar, bu konuda korumacıdırlar.
Ancak, modern zamanlarda geleneksel sembollerin içinin boşaltılması, yahut yeni içerikler kazanması yönünde birtakım gelişmeler olduğunu da unutmamak lazım. Mesela “Allahü Ekber” diyoruz. Allahü Ekber, Müslümanlar için bir şiardır. Allah’ın büyüklüğünü ifade eder. Ama modern zamanlarda öyle tedhiş hadiseleriyle bir araya getirilmiş, öyle İslam’ın mukaddesatıyla, asaletiyle uyuşmayan ortamlarda klişe olarak kullanılmıştır ki, bugün dünyanın farklı yerlerinde bu ifadeyi duyduğunda aklına çok yanlış çağrışımlar gelen insanlar vardır. Dolayısıyla günümüzde, özellikle modern zamanlarda küresel ölçekte semboller ve simgeler üzerinden bir derin çatışmanın var olduğunu gözden kaçırmamak gerekir. Yine maalesef 20. ve
21. yüzyılda özellikle küresel ölçekte İslam’ın simge ve sembolleri böyle bir deformasyona maruz bırakılmıştır. İslamofobia, İslam korkusu diyelim bu tür unsurlardan yararlanmıştır. İslam’ın masum, saf sembollerini deforme etmek için maalesef farklı girişimler de ortaya çıkmıştır. Kâbe’nin, Kur’anı Kerim’in, tespihin, minarenin, Müslümanlığa ait olduğu düşünülen pek çok objenin uygunsuz unsurlarla yan yana getirildiği, kirletildiği kirli gösterilmeye çalışıldığı karikatürlerden tutun da, çeşitli resim kombinasyonlarına, hatta objelerin üretimine kadar faaliyetler olduğunu biliyoruz.
Mesela kılıç diyelim. Kılıç ile İslam’ı bütünleştirmişlerdir. Böylece İslam’ı kötü göstermek için ondan bir sembol olarak faydalanmışlardır. Yani semboller üzerinden savaş diyebileceğimiz farklı kültür alanlarında bir çatışmanın var olduğunu da görmek gerekiyor. En önemlisi de sembol yıkımı ve sembol yitimi meselesidir.
Milletlerin de geliştirdikleri, sembolleri vardır. Bunlar da milletlerin bekası için son derece önemlidir.
Bayrak, böyle bir semboldür. Bayrak netice itibariyle kendisini oluşturan mürekkepten, renkten veya bezden ibaret bir şey değildir. Onun arkasında yüzyıllara sari bir yaşanmışlık, bir fedakârlık, bir çile, bir mücadele, bir bağımsızlık, bir özgürlük, bir kahramanlık hikâyesi vardır. Böyle olduğu için de bütün milletin hissiyatına tercüman olur. Milletlerin karakterlerini de belirleyen sembollerdir.
Cenabı Hak, bizi şeâirin gösterdiği hedeflere ve gayelere erenlerden, onu kaybetmeyenlerden eylesin.