Müslümanlar arası kardeşliği, dayanışmayı, birlik-teliği pekiştiren, kulluk bilincinin oluşmasına önemli katkı sağlayan, ilmin, medeniyetin doğduğu ve geliştiği, İslam’ın nurunu bir nişane olarak tüm dünyaya ya-yan, herkese kucak açan, bir benzerinin olmadığı tek yerdir camiler. Mimarisi ile İslam’ın somut kültürünün, cemaati ile İslam’ın soyut kültürünün mimari ve şaheseri, öznesi ve nesnesi konumundadır. Bu denli önemli, İslam dininin ilim, ibadet, barış, sevgi, kardeşlik, eğitim, kültür ve medeniyet merkezi olan bu mekânlar, Allah katında üstünlüğü takva-sında olan her yaş, statü ve cinsiyetten “Allah’ın kullarının” evidir.
Camiler, ibadet için kullara temiz kılınmış yeryüzünün cen-net bahçeleridir. Cennet ise annelerimizin ayaklarının altındadır. Camiler ve kadınlar arasında böyle bir bağ varken kadınları camisiz, camileri de kadınlarsız düşünemeyiz. Camilerimiz, cemaat ile hayat bulur, nefes alır, daim olur. Çocukları ile ka-dınlarımız, camilerimize cennet bahçesindeki kuşlar gibi cıvıltı katar, süs katar, güzellik katar, saflık, temizlik katar.
Camiler Müslüman’ın dünyasıdır, hayatıdır, yuvasıdır. Müs-lümanlar, caminin içinde yaşlısıyla, genciyle, annesiyle, babasıyla, çocuklarıyla, eşiyle, dostuyla, kardeşiyle yaşar; İslam’ı, İslam medeniyet ve kültürünü yaşatır. Tıpkı Allah Resûlünün sünneti gibi… O değil miydi sıkıntılardan kurtarıp kendisine kucak açan Medine-i Münevvere’ye vardığında, Allah’ın “evim” dediği, içinde eşiyle, çocuğuyla, dostuyla, akrabasıyla, genciyle, yaşlısıyla bir arada yaşayacağı Müslümanların evini inşa eden… Onu, Müslümanların mutlu ve hüzünlü anlarının mekânı, İs-lam devletinin yönetim ve istişare merkezi, ilim ve medeniye-tin beşiği yapan... İçini; ailesiyle, akrabalarıyla, kimsesizlerle, gençlerle, çocuklarla, âlimlerle, fakirlerle, zenginlerle bezeyen...
İşte bu peygamber sünneti, camilerin Müslümanlar için hayatın kendisi olması gereğinin en büyük delilidir. Nasıl ki kadınlar da erkekler kadar hayatın tam ortasındaysalar, camilerimizin için-de de erkekler kadar hayat bulmalıdırlar. Bir vücudun azalarını bir araya getiren camilerde, o vücudun azalarının bir kısmı dışarıda kalamaz.
Asr-ı Saadet Döneminde Cami-Kadın İlişkisi
Hz. Peygamber (s.a.s.) döneminde cami, dinî ve içtimaî hayatın merkeziydi. Günümüzdeki gibi camiler sadece uhre-viyat ve maneviyat için insanların uğradığı mekânlar değildi. Müslümanların, hayatın geneliyle ilgili bilgi ve görgü alışveri-şinde bulunduğu, haber aldığı yerlerdi. Müslümanların mümin kardeşleriyle tanıştığı, aralarındaki dostluk ve sevgi bağları-nın kuvvetlendiği, Müslümanları bir vücudun azaları yapan mekânlardı. Müslümanın içtimaî hayat ile bağlantısını kuran atardamardı.
Peygamberimizin ümmetine bıraktığı sünnete göre kadın-lar; ibadet etmek, Kur’an, vaaz ve hutbe dinlemek gibi dünyevi ve uhrevi pek çok faaliyet için mescide erkekler kadar gitmeli-dir. Zira Peygamber döneminde kadınlar, mescitte yapılan her türlü faaliyette yer alıyordu. Bütün Müslümanlar gibi kadınlarda Allah’ın kulları üzerine farz kıldığı ibadetleri yerine getirmek için camilerde bir araya geliyordu. İlmin yuvası olan camilerde kadınlar, başta Hz. Peygamber (s.a.s.)’in hutbe ve vaaz eğitimi olmak üzere dinî ve dünyevi pek çok konuda diğer öğreticile-rin de eğitim etkinliklerinden yararlanıyordu. İslam devletinin yönetim ve istişare merkezi olan camilerde, kadınların da söz hakları vardı. Gerek boş vakitlerini değerlendirmek, din kar-deşleri ile sohbet etmek, gerekse iş ilişkilerini geliştirmek için camilerde bulunuyorlardı. İslamiyet ile şereflendiğinde, cahili-yeden çıkmış bir dünyanın kadınları için bu durum, camileri âdeta içtimaî hayatın kapısı, penceresi yapıyordu.
Bu yüzdendir ki Peygamber Efendimiz (s.a.s.), “Allah’ın ha-nım kullarını mescitlerden men etmeyiniz” buyurarak kadınların camilere gidişini teşvik etmiş ve desteklemiştir. Hz. Ömer (r.a.), gönlü razı olmasa bile, eşinin sabah ve yatsı namazlarına dahi mescide gitmesine Peygamberimizin bu sözü üzerine müsaade ediyordu. Hz. Peygamber (s.a.s.); namaz kılamasa bile bayram vakti gibi nadide zamanlarda kadınların da camide olmasını istiyorsa, bir sahabi hanımın camiye gelmesine, kıyafetinin olmamasını bile bahane olarak kabul etmeyip, arkadaşından ödünç almasını istiyorsa, günümüzde de kadınların camiye gelmemeleri için sebep olmamalıdır.
Hz. Peygamber (s.a.s.), kadınların camiye gelmemelerine sebep olacak her türlü ihtimali kaldırmak için bir mekân dü-zeni getirmiştir. Kadınlar için caminin hariminin arka kısmında özel bir bölüm ayrılmış, kadınlar erkeklerin hemen arkasında safa durmuşlardır. Ancak erkeklerle kadınlar arasında günü-müzdeki gibi bir örtü, perde yoktur.
Hz. Peygamber (s.a.s.), camiye giriş çıkışlarda kadınlar ra-hat etsin diye namaz ve sohbet bittikten sonra bir süre bek-lemiş, kadınlar camiden çıktıktan sonra, önde kendisi olmak üzere erkek cemaat çıkmıştır. Camiye devam eden kadınların sayısı artınca Hz. Peygamber (s.a.s.); “Keşke şu kapıyı kadınlara ayırsaydık”4 buyurmuş, ayrı kapıdan girip çıkmalarının daha uygun olacağını belirtmiştir. Onun bu isteğini Hz. Ömer (r.a.) yerine getirmiş ve kapılardan birini kadınlara tahsis etmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.), kadınların camideyken sıkıntıya düşme-melerine de özen göstermiştir. Bir çocuk ağlaması duyduğun-da anneyi düşünerek namazı kısaltmış, “Uzun uzun kıldırma isteğiyle namaza başlıyorum ki o esnada bir çocuk ağlaması işitiyorum. Annesinin onun ağlamasından dolayı sıkıntıya dü-şeceğini bildiğimden namazı kısa tutuyorum.” demiştir.5 Ayrıca Allah Resûlü, kadınların camiye devamında dikkat etmeleri gereken hususlarda da nasihatlerde bulunmuş; giyim kuşamda ölçülü olmayı, camiye gelirken güzel koku sürmemeyi nasihat etmiştir.
Peygamber döneminde kadınlar, günün erken ve geç saat-leri de dahil olmak üzere sabah namazı, akşam namazı, yatsı namazı gibi vakit namazlarına iştirak etmişler, bunun yanında cuma namazlarına, bayram namazlarına, cenaze namazlarına da katılmışlardır. Ayrıca kadınlar, gece gündüz fark etmeden ibadetlerini yapmak için de camilerde yerlerini almıştır. Çünkü camiler her türlü kötülükten emin mekânlardır. Nitekim bu konuda Hz. Peygamber (s.a.s.), “Geceleyin mescide gidip ibadet etmek için kadınlarınız izin istediklerinde onlara izin verin” buyurmuştur.
Hz. Peygamber (s.a.s.), genel hutbe ve vaazlarında kadınları ayırmamış/ayrı tutmamış, onlara özel sohbette de bulunmuştur. Hatta kadınların camideki eğitim faaliyetleri için özel bir gün tahsis etmiş, ilim talep eden kadınlar rahatlıkla gelip Peygam-berimize soru sormuştur. Nitekim Hz. Aişe (r.a.); “Ensar kadın-ları ne iyi kadınlardır; çünkü hayâları, dinlerini öğrenmelerine engel olmadı’’8 buyurmuştur.
Kadınların eğitimiyle başta Hz. Peygamber (s.a.s.) olmak üzere, hanımları ve özel olarak görevlendirdiği kadın öğret-menler ilgilenmiştir. Camilerde verilen bu derslerde ve sohbet halkalarında sadece dinî konularla ilgili eğitim verilmemiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.), kadınların okuma-yazma öğrenmelerini daima teşvik etmiştir. Hanımlarından Hafsa’ya okuma yazma öğretmek üzere Şifa Hatun adındaki sahabiyi görevlendirmiştir. Ayrıca camiler pek çok konuda bilgi ve tecrübe alışverişinde bulunulmasına imkân tanımıştır. Başta Hz. Aişe (r.a.) olmak üzere pek çok hanım sahabinin şiir, tıp, hayvancılık gibi çeşitli konularda bilgi ve tecrübe sahibi olduğu bilinmektedir. Öyle ki kadınların dinî konulardaki geniş bilgi ve kültürleri, kendile-rine Hz. Ömer (r.a.) gibi bir halifeye itiraz edebilme cesaretini vermiştir.
Sahabi kadınlar Peygamber zamanında mescit ile hemhâl olmuştur. Mescidin her türlü bakım ve temizliği ile de kadınlar ilgilenmiştir. Hanım sahabiler yeri geldiğinde orada uyuyup dinlenebilmiştir. Fitneden emin olunduğu zaman gerek kadın, gerekse erkek Müslümanlardan yatacak yeri olmayanlar mescitte gecelemiştir. Bugün de gidecek yeri olmayanların sığındığı en güvenli yer camilerimiz değil midir?
Hz. Peygamber (s.a.s.), kadınların da camilerde yerlerini almalarının önemine binaen yapmış olduğu teşvikler ve gerekli düzenlemelerin yanında, ailesine karşı sorumluluklarını yerine getirmede sıkıntı çekmemeleri için kadınların camiye devamını zorunlu kılmamış, bu konuda kendilerini serbest bırakmıştır. Bu imtiyaza rağmen sahabi hanımlar, camiye her vakit devam etmiştir. Hatta Hz. Peygamber (s.a.s.) döneminde Müslüman kadının mescide gelmesi, sadece Peygamber mescidi ile sınırlı kalmamış, mahalle mescidine de devam etmişlerdir. Ayrıca iç-timaî hayatın merkezi olan camilerde düzenlenen toplantılara, mahkemelere, törenlere, kültürel etkinliklere kadınlar da icabet etmişlerdir.
Asr-ı Saadet Dönemi Sonrası Cami-Kadın İlişkisi
Hz. Peygamber (s.a.s.)’in belirlediği İslam geleneğinde, cami ve kadın ilişkisi böyle iken, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in ve-fatından sonra zaman içerisinde kadınların cami ile ilişkileri ne yazık ki sekteye uğramıştır. İslam toplumlarında kadının pek çok alandaki konumunu bir taraftan dinî kurallar, diğer taraftan sosyal ve siyasi çevre, etnik yapı ve İslam öncesinden gelen kültür mirası belirlemiştir.
İslam, kadınla ilgili yanlış anlayışlarla mücadele etmiş, ka-dını hak ettiği yere konumlandırmıştır. Üstünlüğün cinsiyette değil takvada olduğunu bildirmiştir. Ancak İslam coğrafyası genişledikçe İslam Peygamberinin yoğun uğraşları ile bertaraf ettiği bu anlayış, yavaş yavaş gün yüzüne çıkmaya başlamış ve kadın, yavaş yavaş camilerden evine çekilmek zorunda kalmış-tır. Toplumu din konusunda aydınlatma camilerin görevi iken, kadınlar bundan mahrum kalmıştır.
Emeviler döneminden itibaren netleşen bu durumda, ge-leneğin güçlü etkisinin yanında bazı rivayetlerin yorumlanma-sındaki farklılıklar da etkili olmuştur. İslam geleneği demek Kur’an ve Hz. Peygamber (s.a.s.)’in sünneti demektir. İslam geleneğindeki durum yukarıda anlattığımız gibiyken, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in vefatından sonra Hz. Aişe (r.a.)’nin söylediği ileri sürülen; “Eğer Resûlullah (s.a.s.) kadınların kendisinden sonra mescitlerde neler ihdas edeceklerini bilseydi, İsrailoğulları gibi, o da onların mescitlere girmelerini yasaklardı”9 ifadesi, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in hayatta iken camiye gelmeleri için düzenlemeler yaptığı ve teşviklerde bulunduğu kadınların ca-milerden çekilmelerine sebebiyet vermiştir. Oysa tamamlanmış olan bir din söz konusudur. Kadınların camiye devam etmeleri konusunda bir yasaklama gerekecek olsaydı, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in uygulamaları bu doğrultuda olurdu.
Bir kadın sahabi Hz. Peygamber (s.a.s.)’e gelerek; “Ey Al-lah’ın Resûlü, kocalarımız sizinle beraber namaz kılmamıza engel oluyorlar. Oysa biz sizinle namaz kılmayı çok istiyoruz”10 diye şikâyette bulunmuş ve bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.), ona namazlarını evinde kılmasını tavsiye etmiştir. Za-manla kadınların evdeki ibadetlerinin, camideki ibadetlerinden daha faziletli olduğu, camiye gitmelerinin fitneye sebep olacağı inancı yerleşmeye başlamıştır. Oysa kolaylık dininin Peygam-beri, aile içi problem olmaması için, tıpkı kadınların camilere gelmesini zorunlu tutmayıp, serbestlik tanıdığı gibi, kişiye özel bir öğütte bulunmuştur.
Harama bakıp günaha girme ihtimali de öne sürülerek kadınlar camilerden uzaklaştırılmıştır. Oysa Allah Teâlâ, Nûr Sûresi, 30-31. ayetlerde; “İman eden erkeklere söyle gözlerini harama bakmaktan sakındırsınlar, namuslarını korusunlar...
İnanan kadınlara da söyle, onlar da gözlerini harama bakmak-tan sakındırsınlar ve namuslarını korusunlar... “ buyurmuş ve hem kadını hem de erkeği sorumlu tutmuştur. İlim öğrenmenin farz-ı kifaye olduğu anlayışı da kadınların camiden mahrum kalmasına sebebiyet vermiştir.
Bu gibi etkenlerle ilim yuvası olan mescitlerden nasibini alamayan kadınlar, dinî bilgilerini farklı farklı yollarla temin etmeye başlayınca, dinin teorik ve amelî yönünün değil şeklî yönünün ön plana çıkmasına, din dışı uygulamaların zaman içerisinde dindenmiş gibi algılanmasına sebebiyet vermiştir.
Asr-ı saadet dönemindeki cami-kadın birlikteliğinin ardın-dan, İslam coğrafyasının genişlemesi ile camiden ve eğitim-öğ-retim faaliyetlerinden giderek uzaklaşır bir hâl alan cami-kadın ilişkisine, osmanlı devleti zamanında farklı bir boyut eklendi-ğini söyleyebiliriz. Osmanlıda kadınların; medrese, hastane, cami gibi hayatın merkezlerini bir arada barındıran külliyeler yaptırması ve bu tür faaliyetlerin sayılarının dikkat çeken çok-luğu, camilerden uzak kalan kadınların özleminin bir ifadesi olarak algılanabilir.
Asr-ı saadet sonrası zaman içerisinde geleceğimizin mimarı olan kadınlar, evde cehalete terk edilmiş, teravihten teravihe ait olduğu mekânların ancak izbe, rutubetli köşelerine, bin bir zor-lukla gidebilir olmuştur. Çocuğu ağlayan var diye namazı kısa tutan bir peygamberin ümmetinden, çocuğu ile Allah’ın evine geldi diye azar işitir olmuştur. Hem camilerden uzaklaştırılmış hem de yılda bir defa geldiği caminin adabını iyi bilmesi istenir olmuştur. Camiden uzaklaşan, dinî bilgileri doğru ve sağlıklı edinemeyen, camiyi bilmeyen, aidiyetsizlik hissine kapılan an-nelerden, iyi evlatlar yetiştirmesi beklenir olmuştur. Oysa bir olmanın, Allah’ın huzuruna birlikte yönelmenin manevi hazzını yaşayamayan annelerin evlatlarına bunu aktarmaları mümkün görünmemektedir.
Günümüzde Cami-Kadın İlişkisi
Günümüz İslam dünyasında, kadınların camiye devam edip vakit, cuma ve bayram namazlarına katıldığı yerler olmasına rağmen, Türkiye’de ibadet ve eğitim amacıyla camiye devam eden kadın sayısı oldukça düşüktür. Erkekler cami ile ilişkisini, gerek ibadet gerekse vaaz, hutbe gibi faaliyetler ile sürdürmek-tedir. Ancak kadınlar, genel olarak camiye devam etmemekte ve cami eğitiminden yeterince faydalanamamaktadırlar.
Ancak şunu unutmamalıyız ki Veda Hutbesinde Kur’an’ı ve Sünneti bize miras bırakan Allah Resûlü, camilerde her türlü etkinliklerde erkekler kadar kadınlara da yer ayırmıştır. Dünya nüfusunun yarısı kadınken ve diğer yarısını da kadınlar ye-tiştirirken, bizim camilerimizde kadınlara daha az yer verme-mizin mazereti olmamalıdır. Zira İslam toplumu için cami ile birliktelik, erkek için olduğu kadar Müslüman nesli yetiştiren, medeniyeti şekillendirici anneler olan kadınlar için de geçer-lidir. Dinin doğru anlaşılması ve yaşanması, huzurlu bir İslam toplumunun olması kadın, erkek, genç, yaşlı tüm inananların aynı mekânda, aynı amaç için bir araya gelmesi ile mümkün-dür. Dünya barışı ve huzuru, ilmin beşiğinde yetişen ve orada çocukları için ilmin beşiğini sallayan annelerle mümkündür.
Müslüman kadının yeniden camilerle hemhâl olması, İslam âlemi için dinî, ilmî ve içtimaî açıdan önem arz etmektedir. Bu önemli konunun farkında olan diyanet İşleri Başkanlığımız, kadınların ait oldukları camileri, bu cennet bahçelerini yeşert-meleri için bir takım faaliyetler yürütmektedir. Kadınıyla-er-keğiyle, genciyle-yaşlısıyla camilerimizi hayatımızın merkezi-ne taşımamız gerekmektedir. İslam geleneğine sahip çıkıp Hz. Peygamber (s.a.s.)’in, “Mescitler yeryüzünde Allah’ın evleridir. Gökteki yıldızların yer ehlini aydınlattıkları gibi, onlar da gök ehlini aydınlatırlar”11 Hadis-i Şerifindeki gök ehli olmanın şere-fine nail olmak için camilerimizdeki her türlü dinî, ilmî, içtimaî etkinliklere katılmamız önemlidir.
Camiler, ibadet için kullara temiz kılınmış yeryüzünün cen-net bahçeleridir. Cennet ise annelerimizin ayaklarının altındadır. Camiler ve kadınlar arasında böyle bir bağ varken kadınları camisiz, camileri de kadınlarsız düşünemeyiz. Camilerimiz, cemaat ile hayat bulur, nefes alır, daim olur. Çocukları ile ka-dınlarımız, camilerimize cennet bahçesindeki kuşlar gibi cıvıltı katar, süs katar, güzellik katar, saflık, temizlik katar.
Camiler Müslüman’ın dünyasıdır, hayatıdır, yuvasıdır. Müs-lümanlar, caminin içinde yaşlısıyla, genciyle, annesiyle, babasıyla, çocuklarıyla, eşiyle, dostuyla, kardeşiyle yaşar; İslam’ı, İslam medeniyet ve kültürünü yaşatır. Tıpkı Allah Resûlünün sünneti gibi… O değil miydi sıkıntılardan kurtarıp kendisine kucak açan Medine-i Münevvere’ye vardığında, Allah’ın “evim” dediği, içinde eşiyle, çocuğuyla, dostuyla, akrabasıyla, genciyle, yaşlısıyla bir arada yaşayacağı Müslümanların evini inşa eden… Onu, Müslümanların mutlu ve hüzünlü anlarının mekânı, İs-lam devletinin yönetim ve istişare merkezi, ilim ve medeniye-tin beşiği yapan... İçini; ailesiyle, akrabalarıyla, kimsesizlerle, gençlerle, çocuklarla, âlimlerle, fakirlerle, zenginlerle bezeyen...
İşte bu peygamber sünneti, camilerin Müslümanlar için hayatın kendisi olması gereğinin en büyük delilidir. Nasıl ki kadınlar da erkekler kadar hayatın tam ortasındaysalar, camilerimizin için-de de erkekler kadar hayat bulmalıdırlar. Bir vücudun azalarını bir araya getiren camilerde, o vücudun azalarının bir kısmı dışarıda kalamaz.
Asr-ı Saadet Döneminde Cami-Kadın İlişkisi
Hz. Peygamber (s.a.s.) döneminde cami, dinî ve içtimaî hayatın merkeziydi. Günümüzdeki gibi camiler sadece uhre-viyat ve maneviyat için insanların uğradığı mekânlar değildi. Müslümanların, hayatın geneliyle ilgili bilgi ve görgü alışveri-şinde bulunduğu, haber aldığı yerlerdi. Müslümanların mümin kardeşleriyle tanıştığı, aralarındaki dostluk ve sevgi bağları-nın kuvvetlendiği, Müslümanları bir vücudun azaları yapan mekânlardı. Müslümanın içtimaî hayat ile bağlantısını kuran atardamardı.
Peygamberimizin ümmetine bıraktığı sünnete göre kadın-lar; ibadet etmek, Kur’an, vaaz ve hutbe dinlemek gibi dünyevi ve uhrevi pek çok faaliyet için mescide erkekler kadar gitmeli-dir. Zira Peygamber döneminde kadınlar, mescitte yapılan her türlü faaliyette yer alıyordu. Bütün Müslümanlar gibi kadınlarda Allah’ın kulları üzerine farz kıldığı ibadetleri yerine getirmek için camilerde bir araya geliyordu. İlmin yuvası olan camilerde kadınlar, başta Hz. Peygamber (s.a.s.)’in hutbe ve vaaz eğitimi olmak üzere dinî ve dünyevi pek çok konuda diğer öğreticile-rin de eğitim etkinliklerinden yararlanıyordu. İslam devletinin yönetim ve istişare merkezi olan camilerde, kadınların da söz hakları vardı. Gerek boş vakitlerini değerlendirmek, din kar-deşleri ile sohbet etmek, gerekse iş ilişkilerini geliştirmek için camilerde bulunuyorlardı. İslamiyet ile şereflendiğinde, cahili-yeden çıkmış bir dünyanın kadınları için bu durum, camileri âdeta içtimaî hayatın kapısı, penceresi yapıyordu.
Bu yüzdendir ki Peygamber Efendimiz (s.a.s.), “Allah’ın ha-nım kullarını mescitlerden men etmeyiniz” buyurarak kadınların camilere gidişini teşvik etmiş ve desteklemiştir. Hz. Ömer (r.a.), gönlü razı olmasa bile, eşinin sabah ve yatsı namazlarına dahi mescide gitmesine Peygamberimizin bu sözü üzerine müsaade ediyordu. Hz. Peygamber (s.a.s.); namaz kılamasa bile bayram vakti gibi nadide zamanlarda kadınların da camide olmasını istiyorsa, bir sahabi hanımın camiye gelmesine, kıyafetinin olmamasını bile bahane olarak kabul etmeyip, arkadaşından ödünç almasını istiyorsa, günümüzde de kadınların camiye gelmemeleri için sebep olmamalıdır.
Hz. Peygamber (s.a.s.), kadınların camiye gelmemelerine sebep olacak her türlü ihtimali kaldırmak için bir mekân dü-zeni getirmiştir. Kadınlar için caminin hariminin arka kısmında özel bir bölüm ayrılmış, kadınlar erkeklerin hemen arkasında safa durmuşlardır. Ancak erkeklerle kadınlar arasında günü-müzdeki gibi bir örtü, perde yoktur.
Hz. Peygamber (s.a.s.), camiye giriş çıkışlarda kadınlar ra-hat etsin diye namaz ve sohbet bittikten sonra bir süre bek-lemiş, kadınlar camiden çıktıktan sonra, önde kendisi olmak üzere erkek cemaat çıkmıştır. Camiye devam eden kadınların sayısı artınca Hz. Peygamber (s.a.s.); “Keşke şu kapıyı kadınlara ayırsaydık”4 buyurmuş, ayrı kapıdan girip çıkmalarının daha uygun olacağını belirtmiştir. Onun bu isteğini Hz. Ömer (r.a.) yerine getirmiş ve kapılardan birini kadınlara tahsis etmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.), kadınların camideyken sıkıntıya düşme-melerine de özen göstermiştir. Bir çocuk ağlaması duyduğun-da anneyi düşünerek namazı kısaltmış, “Uzun uzun kıldırma isteğiyle namaza başlıyorum ki o esnada bir çocuk ağlaması işitiyorum. Annesinin onun ağlamasından dolayı sıkıntıya dü-şeceğini bildiğimden namazı kısa tutuyorum.” demiştir.5 Ayrıca Allah Resûlü, kadınların camiye devamında dikkat etmeleri gereken hususlarda da nasihatlerde bulunmuş; giyim kuşamda ölçülü olmayı, camiye gelirken güzel koku sürmemeyi nasihat etmiştir.
Peygamber döneminde kadınlar, günün erken ve geç saat-leri de dahil olmak üzere sabah namazı, akşam namazı, yatsı namazı gibi vakit namazlarına iştirak etmişler, bunun yanında cuma namazlarına, bayram namazlarına, cenaze namazlarına da katılmışlardır. Ayrıca kadınlar, gece gündüz fark etmeden ibadetlerini yapmak için de camilerde yerlerini almıştır. Çünkü camiler her türlü kötülükten emin mekânlardır. Nitekim bu konuda Hz. Peygamber (s.a.s.), “Geceleyin mescide gidip ibadet etmek için kadınlarınız izin istediklerinde onlara izin verin” buyurmuştur.
Hz. Peygamber (s.a.s.), genel hutbe ve vaazlarında kadınları ayırmamış/ayrı tutmamış, onlara özel sohbette de bulunmuştur. Hatta kadınların camideki eğitim faaliyetleri için özel bir gün tahsis etmiş, ilim talep eden kadınlar rahatlıkla gelip Peygam-berimize soru sormuştur. Nitekim Hz. Aişe (r.a.); “Ensar kadın-ları ne iyi kadınlardır; çünkü hayâları, dinlerini öğrenmelerine engel olmadı’’8 buyurmuştur.
Kadınların eğitimiyle başta Hz. Peygamber (s.a.s.) olmak üzere, hanımları ve özel olarak görevlendirdiği kadın öğret-menler ilgilenmiştir. Camilerde verilen bu derslerde ve sohbet halkalarında sadece dinî konularla ilgili eğitim verilmemiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.), kadınların okuma-yazma öğrenmelerini daima teşvik etmiştir. Hanımlarından Hafsa’ya okuma yazma öğretmek üzere Şifa Hatun adındaki sahabiyi görevlendirmiştir. Ayrıca camiler pek çok konuda bilgi ve tecrübe alışverişinde bulunulmasına imkân tanımıştır. Başta Hz. Aişe (r.a.) olmak üzere pek çok hanım sahabinin şiir, tıp, hayvancılık gibi çeşitli konularda bilgi ve tecrübe sahibi olduğu bilinmektedir. Öyle ki kadınların dinî konulardaki geniş bilgi ve kültürleri, kendile-rine Hz. Ömer (r.a.) gibi bir halifeye itiraz edebilme cesaretini vermiştir.
Sahabi kadınlar Peygamber zamanında mescit ile hemhâl olmuştur. Mescidin her türlü bakım ve temizliği ile de kadınlar ilgilenmiştir. Hanım sahabiler yeri geldiğinde orada uyuyup dinlenebilmiştir. Fitneden emin olunduğu zaman gerek kadın, gerekse erkek Müslümanlardan yatacak yeri olmayanlar mescitte gecelemiştir. Bugün de gidecek yeri olmayanların sığındığı en güvenli yer camilerimiz değil midir?
Hz. Peygamber (s.a.s.), kadınların da camilerde yerlerini almalarının önemine binaen yapmış olduğu teşvikler ve gerekli düzenlemelerin yanında, ailesine karşı sorumluluklarını yerine getirmede sıkıntı çekmemeleri için kadınların camiye devamını zorunlu kılmamış, bu konuda kendilerini serbest bırakmıştır. Bu imtiyaza rağmen sahabi hanımlar, camiye her vakit devam etmiştir. Hatta Hz. Peygamber (s.a.s.) döneminde Müslüman kadının mescide gelmesi, sadece Peygamber mescidi ile sınırlı kalmamış, mahalle mescidine de devam etmişlerdir. Ayrıca iç-timaî hayatın merkezi olan camilerde düzenlenen toplantılara, mahkemelere, törenlere, kültürel etkinliklere kadınlar da icabet etmişlerdir.
Asr-ı Saadet Dönemi Sonrası Cami-Kadın İlişkisi
Hz. Peygamber (s.a.s.)’in belirlediği İslam geleneğinde, cami ve kadın ilişkisi böyle iken, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in ve-fatından sonra zaman içerisinde kadınların cami ile ilişkileri ne yazık ki sekteye uğramıştır. İslam toplumlarında kadının pek çok alandaki konumunu bir taraftan dinî kurallar, diğer taraftan sosyal ve siyasi çevre, etnik yapı ve İslam öncesinden gelen kültür mirası belirlemiştir.
İslam, kadınla ilgili yanlış anlayışlarla mücadele etmiş, ka-dını hak ettiği yere konumlandırmıştır. Üstünlüğün cinsiyette değil takvada olduğunu bildirmiştir. Ancak İslam coğrafyası genişledikçe İslam Peygamberinin yoğun uğraşları ile bertaraf ettiği bu anlayış, yavaş yavaş gün yüzüne çıkmaya başlamış ve kadın, yavaş yavaş camilerden evine çekilmek zorunda kalmış-tır. Toplumu din konusunda aydınlatma camilerin görevi iken, kadınlar bundan mahrum kalmıştır.
Emeviler döneminden itibaren netleşen bu durumda, ge-leneğin güçlü etkisinin yanında bazı rivayetlerin yorumlanma-sındaki farklılıklar da etkili olmuştur. İslam geleneği demek Kur’an ve Hz. Peygamber (s.a.s.)’in sünneti demektir. İslam geleneğindeki durum yukarıda anlattığımız gibiyken, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in vefatından sonra Hz. Aişe (r.a.)’nin söylediği ileri sürülen; “Eğer Resûlullah (s.a.s.) kadınların kendisinden sonra mescitlerde neler ihdas edeceklerini bilseydi, İsrailoğulları gibi, o da onların mescitlere girmelerini yasaklardı”9 ifadesi, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in hayatta iken camiye gelmeleri için düzenlemeler yaptığı ve teşviklerde bulunduğu kadınların ca-milerden çekilmelerine sebebiyet vermiştir. Oysa tamamlanmış olan bir din söz konusudur. Kadınların camiye devam etmeleri konusunda bir yasaklama gerekecek olsaydı, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in uygulamaları bu doğrultuda olurdu.
Bir kadın sahabi Hz. Peygamber (s.a.s.)’e gelerek; “Ey Al-lah’ın Resûlü, kocalarımız sizinle beraber namaz kılmamıza engel oluyorlar. Oysa biz sizinle namaz kılmayı çok istiyoruz”10 diye şikâyette bulunmuş ve bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.), ona namazlarını evinde kılmasını tavsiye etmiştir. Za-manla kadınların evdeki ibadetlerinin, camideki ibadetlerinden daha faziletli olduğu, camiye gitmelerinin fitneye sebep olacağı inancı yerleşmeye başlamıştır. Oysa kolaylık dininin Peygam-beri, aile içi problem olmaması için, tıpkı kadınların camilere gelmesini zorunlu tutmayıp, serbestlik tanıdığı gibi, kişiye özel bir öğütte bulunmuştur.
Harama bakıp günaha girme ihtimali de öne sürülerek kadınlar camilerden uzaklaştırılmıştır. Oysa Allah Teâlâ, Nûr Sûresi, 30-31. ayetlerde; “İman eden erkeklere söyle gözlerini harama bakmaktan sakındırsınlar, namuslarını korusunlar...
İnanan kadınlara da söyle, onlar da gözlerini harama bakmak-tan sakındırsınlar ve namuslarını korusunlar... “ buyurmuş ve hem kadını hem de erkeği sorumlu tutmuştur. İlim öğrenmenin farz-ı kifaye olduğu anlayışı da kadınların camiden mahrum kalmasına sebebiyet vermiştir.
Bu gibi etkenlerle ilim yuvası olan mescitlerden nasibini alamayan kadınlar, dinî bilgilerini farklı farklı yollarla temin etmeye başlayınca, dinin teorik ve amelî yönünün değil şeklî yönünün ön plana çıkmasına, din dışı uygulamaların zaman içerisinde dindenmiş gibi algılanmasına sebebiyet vermiştir.
Asr-ı saadet dönemindeki cami-kadın birlikteliğinin ardın-dan, İslam coğrafyasının genişlemesi ile camiden ve eğitim-öğ-retim faaliyetlerinden giderek uzaklaşır bir hâl alan cami-kadın ilişkisine, osmanlı devleti zamanında farklı bir boyut eklendi-ğini söyleyebiliriz. Osmanlıda kadınların; medrese, hastane, cami gibi hayatın merkezlerini bir arada barındıran külliyeler yaptırması ve bu tür faaliyetlerin sayılarının dikkat çeken çok-luğu, camilerden uzak kalan kadınların özleminin bir ifadesi olarak algılanabilir.
Asr-ı saadet sonrası zaman içerisinde geleceğimizin mimarı olan kadınlar, evde cehalete terk edilmiş, teravihten teravihe ait olduğu mekânların ancak izbe, rutubetli köşelerine, bin bir zor-lukla gidebilir olmuştur. Çocuğu ağlayan var diye namazı kısa tutan bir peygamberin ümmetinden, çocuğu ile Allah’ın evine geldi diye azar işitir olmuştur. Hem camilerden uzaklaştırılmış hem de yılda bir defa geldiği caminin adabını iyi bilmesi istenir olmuştur. Camiden uzaklaşan, dinî bilgileri doğru ve sağlıklı edinemeyen, camiyi bilmeyen, aidiyetsizlik hissine kapılan an-nelerden, iyi evlatlar yetiştirmesi beklenir olmuştur. Oysa bir olmanın, Allah’ın huzuruna birlikte yönelmenin manevi hazzını yaşayamayan annelerin evlatlarına bunu aktarmaları mümkün görünmemektedir.
Günümüzde Cami-Kadın İlişkisi
Günümüz İslam dünyasında, kadınların camiye devam edip vakit, cuma ve bayram namazlarına katıldığı yerler olmasına rağmen, Türkiye’de ibadet ve eğitim amacıyla camiye devam eden kadın sayısı oldukça düşüktür. Erkekler cami ile ilişkisini, gerek ibadet gerekse vaaz, hutbe gibi faaliyetler ile sürdürmek-tedir. Ancak kadınlar, genel olarak camiye devam etmemekte ve cami eğitiminden yeterince faydalanamamaktadırlar.
Ancak şunu unutmamalıyız ki Veda Hutbesinde Kur’an’ı ve Sünneti bize miras bırakan Allah Resûlü, camilerde her türlü etkinliklerde erkekler kadar kadınlara da yer ayırmıştır. Dünya nüfusunun yarısı kadınken ve diğer yarısını da kadınlar ye-tiştirirken, bizim camilerimizde kadınlara daha az yer verme-mizin mazereti olmamalıdır. Zira İslam toplumu için cami ile birliktelik, erkek için olduğu kadar Müslüman nesli yetiştiren, medeniyeti şekillendirici anneler olan kadınlar için de geçer-lidir. Dinin doğru anlaşılması ve yaşanması, huzurlu bir İslam toplumunun olması kadın, erkek, genç, yaşlı tüm inananların aynı mekânda, aynı amaç için bir araya gelmesi ile mümkün-dür. Dünya barışı ve huzuru, ilmin beşiğinde yetişen ve orada çocukları için ilmin beşiğini sallayan annelerle mümkündür.
Müslüman kadının yeniden camilerle hemhâl olması, İslam âlemi için dinî, ilmî ve içtimaî açıdan önem arz etmektedir. Bu önemli konunun farkında olan diyanet İşleri Başkanlığımız, kadınların ait oldukları camileri, bu cennet bahçelerini yeşert-meleri için bir takım faaliyetler yürütmektedir. Kadınıyla-er-keğiyle, genciyle-yaşlısıyla camilerimizi hayatımızın merkezi-ne taşımamız gerekmektedir. İslam geleneğine sahip çıkıp Hz. Peygamber (s.a.s.)’in, “Mescitler yeryüzünde Allah’ın evleridir. Gökteki yıldızların yer ehlini aydınlattıkları gibi, onlar da gök ehlini aydınlatırlar”11 Hadis-i Şerifindeki gök ehli olmanın şere-fine nail olmak için camilerimizdeki her türlü dinî, ilmî, içtimaî etkinliklere katılmamız önemlidir.