Hz. Ömer, kendisine bu sözü söyleyenlere hemen oracıkta üç soru sormuş:
“O mescidde gördüğünüz ve bana ‘takvalı insanlar’ diye şehâdette bulunduğunuz insanlarla alışveriş yaptınız mı?”
“Yapmadık” demişler.
“Onlarla yolculuk yaptınız mı?”
“Hayır, Yapmadık”…
“Peki, onlarla komşuluk/arkadaşlık yaptınız mı?” diye sormuş.
“Hayır, yapmadık.” diye cevap vermişler.
“Hâ öyle mi? Demek siz onları mescidde boyunlarını sallarken gördünüz. Dikkat edin! Takvâ, boyun sallamakta değildir.” diye onları uyarmış.
Yine Hazreti Ömer (r.a.)’e atfen anlatılan bir rivâyette kimi kaynaklarda hadisi şerif olarak geçer şöyle buyurulur:
“Bir kişinin namazı ve orucu sizi aldatmasın. Onun dirhemle ve dinarla olan ilişkisine bakın!” Günümüzün değerleriyle ifade edecek olursak, para ile, mal mülk ile olan, dolarla, avroyla olan ilişkisine bakın diyebiliriz.
Nasıldır? Alımsatım yaparken dürüst davranıyor mu, borcuna sadık mı, kendisine güvenilir mi, fâizle ve kumarla iş yapıyor mu? Kul hakkına, devlet hakkına, kamu malına eli uzanıyor mu? “Devletin malı deniz, yemeyen keriz.” gibi mi bakıyor ticârete, alımsatıma, hayattaki kazançlarına? Bütün bunlara bakmak icap ediyor.
İyi insan olmadan, iyi Müslüman olunmaz. Önce ahlâkımız güzelleşmelidir. Kur’an’da ilk inen âyetlerden bir tanesi, Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin ahlâkına vurgu yapar:
“Ve sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin!” (Kalem, 4) buyurulur.
Bizler, öyle bir hayat yaşamalıyız ki, ibadetlerimiz üzerimizde bir yük gibi algılanmamalı, bize külfet olarak görülmemeli. Öyle güzel insanlar olmalıyız ki, ibadetlerimiz o güzelliği taçlandırır bir nitelik arz etmelidir.
Yine Rabbimiz Mâûn Sûresi’nde;
“Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar kıldıkları namazdan gâfildirler!” (elMâûn, 45) buyuruyor.
Demek ki namaz, oruç ve benzeri ibâdet ve davranışlar kişiyi gerçek Müslüman, şahsiyetli Müslüman, iyi Müslüman yapmaya yeterli olmuyor. Esas kulluk, muâmelede ortaya çıkıyor. Kulun karakteri ve şahsiyeti kendisini böyle belli ediyor.