Kadim kaynaklarda “cemaat (elcemâ’ah)” kelimesi iki manada kullanılır:
1. Başta namaz olmak üzere bazı ibadetleri yapmak için bir araya gelmiş müminler topluluğu.
2. Hz. peygamber (s.a.s.), ashabı ve onların öğrencileri olan âlimler topluluğunun anladıkları, bildirdikleri ve uyguladıkları İslam etrafında birleşmiş müminler topluluğu. Bu manada cemaat ‘ehlü’sunneti ve’lcemâ’ah’ terkibi içinde sünnet ile birlikte zikredilir. Bu cemaattan ayrı düşenler sahih İslam’dan da ayrı düşmüş, doğru yoldan sapmış sayılırlar.
Son yıllara kadar ‘cemaat’ denildiğinde bu iki manadan başkası anlaşılmazdı. Son yıllarda ise cemaat deyince bazı dinî gruplar anlaşılır oldu. Bu sebeple karşımızda “cemaat” kelimesinin üç manası var ve bu üç manada cemaatin, ümmetleşme şuur ve yapısına katkısı ile yanlış uygulamaların maksada verdiği zarar üzerinde durmak ve çözümler aramak gerekiyor.
Peygamberimiz (s.a.s.) kurtuluşa eren topluluğu “Benim ve ashabımın yolunda olanlar” diye açıklamıştır. İlk dört halife zamanlarında “İslam nedir?” sorusuna verilen cevap bakımından bir ihtilaf ve bölünme yoktur. Hz. Osman’dan itibaren meydana gelen bazı üzücü olaylar bilinen ve tek olan İslam’ın uygulaması ile ilgili ictihad farkları ile aksaklıklardan kaynaklanmıştır. Hz. Ali’nin hilafetinin sonlarına doğru İslam’ın tanımı ve anlaşılması konusunda ihtilaf ve buna dayalı tefrika başlamıştır.
Günümüze kadar çoğalarak sürüp gelen bu ihtilaf ve parçalanmaların, hatta çatışmaların ilacını Hz. Ali şöyle açıklıyor: “Din kardeşlerimiz bize isyan etmişlerdir, onlar ne dinden çıkmış ne de günaha sapmış sayılırlar; çünkü isyanlarını bir din anlayışına (yoruma, tevîle) dayandırmaktadırlar.” “(Hâricîleri kast ederek) eğer bizim camimize gelip cemaatle ibadete katılmak isterlerse camimiz onlara açıktır. Bizimle cihada katılırlarsa eşit hak ve yükümlülük olur. Bize karşı silaha sarılırlarsa biz de silahla mukabele ederiz.”
Ana hatlarıyla bu çözüm günümüzde de geçerlidir. Bütün dinî gruplar aynı camide namaz kılar, ümmetin maddi ve manevi değerlerini korumak için ortak mücadeleye katılır, kendi inanç ve uygulamalarını başkalarına şiddet yoluyla dayatmazlarsa bazı konularda büyük cemaatten ayrılmış olmaları ümmetin birliğine zarar vermez.
Olağanüstü niteliklere sahip olduğuna inandıkları bir lider etrafında halkalanan Müslüman gruplar manasında cemaat de günümüzün gerçeklerinden biridir. Müslümanlar bu manada cemaatlere bölünmüş durumdalar. Cemaatler arasındaki ilişki konjonktüre göre değişiklik gösteriyor. Zaman zaman rakip, alternatif, muhalif, düşman, işbölümü anlayışı içinde hizmeti paylaşan «bütünün parçaları»... oluyorlar. Hepsine birden yönelen tehlike aralarının düzelmesine, bir bütünün parçaları oldukları şuurunun oluşmasına veya pekişmesine sebep olabiliyor.
Yurt dışında yaşayan Müslümanlarla beraber olduğumuz zamanlarda sohbetlere farklı cemaatlerden Müslümanlar katıldılar, bir iki toplantıda konuşan cemaat ileri gelenleri “Biz hiçbir İslamî gurubun rakibi veya alternatifi değiliz, Allah İslam’a hizmet eden herkesten razı olsun” mealinde konuşmalar yaptılar. Bu gelişmelerden de şu sonucun oluşmakta olduğu izlenimini edindim: Din hayatında belki de kaçınılmaz olan gruplaşmalar, cemaatlere bölünmeler daima tefrikaya sebep olduğu değerlendirmesi doğru değildir; bazen bütünleşmeye doğru da gelişmeler gösteriyor. Gruplar kendilerini İslam’ın tek ve alternatifsiz temsilcisi olarak değil, temel meseleler ve değerlerde eşit; rehber, hoca, yol, yöntem, meşrep gibi konularda farklı “bir bütünün parçaları” gibi de görebiliyorlar. Aynı şeyleri yaparak bir mânada birbirine rakip olabildikleri gibi, boşlukları doldurarak İslam’a hizmetin bütününde vazife taksimini gerçekleştirdikleri de oluyor.
Cemaat kelimesi dinî grupları ifade etmek için kullanılacaksa bunlar bir tek gruptan ibaret olmadığı için ‘cemaatler’ demek daha uygun olur. Bunların her biri kendilerini ifade etmek için daha başka isimler bulmalıdırlar. ‘Câmia’ kelimesini ise bütün dinî hizmet gruplarını, hatta ümmeti içine alan geniş çerçevenin adı olarak kullanmak daha uygundur. Nitekim kültürümüzde mescidler vardır, camiler vardır. Cuma ve Bayram namazlarının kılınmadığı mescidlerin cemaatlerini Cuma, Bayram gibi ibadetlerde toplayan büyük İslam mabetlerine “cami” denir. Bu manada mescidler ümmetin tamamlayan parçaları (mütemmim cüzleri) olan gruplara, cami ise ümmete tekabül etmektedir.
Her bir grubun samimi ve gayretli mensuplarının şuurlu çabalarıyla istismarcılar, cahiller, sahtekârlar aradan çekilip çıkar da meydan iyi niyetli, iyi ahlaklı, ehliyetli, gayretli Müslümanlara kalırsa yakın gelecekte bir “cemaatler camiası”ından söz etmemiz mümkün hale gelecektir. Bu kutlu oluşumun gerçekleşmesini süratlendirmek için, bütün grupların saygı duydukları âlimlerden bir “danışma ve hakem kurulunun” seçilip faaliyete geçmesi elzem gibi gözükmektedir.
İslâm’da namazın cemaatle kılınması teşvik edilmiştir, bazı müctehidler farz namazların cemaatle kılınmasını farzı ayn, bir kısmı farzı kifâye, bazıları ise vacib ve müekked sünnet olarak değerlendirmişler, önemli bir mâzereti olmadığı halde cemaati terkeden Müslümanın uhrevî sorumluluğundan söz etmişlerdir. Dînimizin teşvik ettiği “birlik, beraberlik, kardeşlik, dayanışma, ümmet şuuru içinde cemaatleşme” hedeflerinin “cuma, bayram, hacc, selâmlaşma, tokalaşma, yardımlaşma, komşuluk ilişkileri...” gibi çeşitli vesileleri vardır; cemaatle namaz da bu vesilelerin başta gelenidir. Açık olarak anlaşılan odur ki cemaatle namazdan maksat birlik, beraberlik ve kardeşlik ruhunu geliştirmek, pekiştirmek ve beslemektir.
İslam ne toplumcu ne de bireycidir; bireyi topluma ezdirmez, onu toplumun bir çarkın dişlisi gibi kişiliksiz bir parçası kılmaz, toplumu da ferdin bozmasına izin vermez. Ferdtoplum ilişkisi bakımından birçok benzeri arasından şu ayet ve hadisler kulaklara küpe olmalıdır:
“Müminler ancak birbirinin kardeşidir; şu halde kardeşlerinizin arasını düzeltin, Allah’a itaatsizlikten sakının ki, rahmete mazhar olasınız”
“… Kardeşler halinde Allah’ın kulları olun. Müslüman Müslümanın kardeşidir; ona zulmetmez, onu yüzüstü bırakmaz, onu küçümsemez, üç kere göğsünü işaret ederek takvâ buradadır. Bir kimseye kötülük olarak Müslüman kardeşini küçümsemesi yeter. Müslümanın Müslümana bütünü haramdır: Kanı, malı ve namusu.”
“Birbirine merhamet, sevgi ve bağlılık bakımından müminler bir tek beden gibidirler; bedenin bir organı hasta olursa diğer organlar da ateş ve uykusuzluk çekerek ona katılırlar.”
İslam’da “Kendine iyi bak” zihniyeti yoktur; mümin kendine de iyi bakar, yakından uzağa diğer insanlara da iyi bakar; onlarla ilgilenir, yardımlarına koşar, birlikte ağlar ve beraber güler.
Gitmediğin köy senin köyün, ilgilenmediğin insan senin insanın (kardeşin, dostun, vatandaşın, dindaşın, ümmetinin ferdi) değildir. Bu sebeple insanları, bireyleri arasında sıcak ve canlı ilişkilerin bulunduğu büyük bir aile yapacak araçlara, vesilelere ihtiyaç vardır. İslam’ın bir kısım ibadetleri cemaat halinde yapılmasını istemesi bu hikmete bağlıdır.
Namazların bir kısmı evlerde kılınır, evlerde kılınan nafile namazlar bireyin Allah ile ilişkisini besler, mümini O’na yakınlaştırır, zikri (O’nu unutmamayı) daim kılar, ferdin manevi yolculuğuna (tezkiye ve terakkisine) gıda olur.
Bazı mazeretler erkeklerin camiye gitmesine mani olursa erkekler ile kadınlar evde cemaat olarak namaz kılarlar. Kadınların da kendi aralarında cemaatle namaz kılmaları caizdir. Mazeret bulunmadığında erkeklerin farz namazları camide kılmaları en azından kuvvetli (vacib derecesinde) sünnettir. İşte evde ve camide kılınan bu cemaatle namaz, namazın ferde sağladığı faydalar yanında fertten cemaate ve cemaatten ümmete doğru seyreden oluşumda en güçlü vasıtadır.
Cemaat, ümmetin küçük birimidir ve ortak özellikleri vardır: Camide rütbeye göre sıralanma yoktur, erken gelen ön safta yer alır, namazı ilim, ahlak ve kıraat bakımından en iyi olan kıldırır. Cemiyet hayatında, vazifede, rütbede farklı olanlar Allah’ın huzurunda eşit olarak yan yana ve dirsek dirseğe dururlar. İmam cemaate “eğilin, yatın, kalkın” diye komut vermez, “Allah Büyüktür” der ve cemaat o Büyük Allah’ın huzurunda dururlar, “Allah Büyüktür” der O’nun huzurunda eğilirler ve aynı hatırlatma ile secdeye kapanırlar; yani hep birlikte itaat yalnızca Allah’adır, imam Allah’ın emrini tebliğ ve tatbik eder.
Cemaat şehir içi toplu ulaşım araçlarının yolcuları gibi değildir; genellikle her biri diğerini tanır, büyük bir aile teşkil ederler. Dertler, sevinçler, nimetler paylaşılır, en büyük İslam topluluğu olan ümmet şuuru camilerde oluşur.
Cami ve cemaatle namazın diğer faydaları yanında sosyal faydası da bu kadar büyük olunca ona zarar veren anlayış ve uygulamaların ortadan kaldırılması gerekir. Şöyle ki:
Bilhassa cuma, terâvîh, vitir ve bayram namazlarında, aynı câmi içinde, aynı vakitte farklı uygulamaların yapıldığını; aynı zamanda, aynı namazın birden fazla cemâatle kılındığını, bunun sakıncalı sonuçlar doğurduğunu biliyoruz. Dinimizde tek cemaate teşvik bulunduğu, engel de bulunmadığı halde bir vakit içinde, aynı zamanda, bir camide cemâati bölerek iki imam arkasında iki bölük olarak namaz kılmanın, dînin maksadına, cemaatin teşrî hikmetine ve felsefesine ters düştüğü, buna Allah ve Rasûlü (s.a.s.)’nün râzı olmayacakları âşikârdır. Rasûlullah (s.a.s.) ve Râşid Halifeleri devrinde böyle bir uygulamanın bulunmadığı da bilinmektedir.
Bazı bölgelerde cemâatin bölünmesi şüphesiz kötü niyete dayanmamaktadır; burada yaşayan ve farklı mezheblere salik bulunan (daha çok Hanefî ve Şâfiî mezheblerine bağlı olan) Müslümanlar, ibâdetlerinin ancak böyle sahih ve geçerli olacağı inancı ile bu şekilde hareket etmektedirler. Ortada bir kusur varsa bu, cemâate değil, onlara doğru ve uygun yolu göstermeyen, böyle bir çözümde birleşmeyen, çözüm teşebbüslerini baltalayan bazı kusurlu kişilere râcidir.
Teklif edeceğimiz çözüm şekillerine geçmeden önce mezkûr davranışın hangi ictihad farklarından kaynaklandığına kısaca işaret etmekte fayda vardır:
a) Şâfiîlere göre cuma namazı bir camide kılınmalıdır. İhtiyaç bulunmadığı halde birden fazla camide kılınırsa namazı ilk bitiren cemaat dışındaki cemaatlerin cuma namazları sahih olmaz. Eğer bir ihtiyaç ve zarûret sebebiyle birden fazla camide cuma kılınıyorsa, bu takdirde namazlar sahihtir, fakat yine cemâatle öğle namazını da kılmak sünnettir. Hanefîlere göre böyle bir sünnet yoktur. Cuma namazları sahihtir.
b) Şâfiîlere göre terâvîh namazında, iki rek’atte bir selâm vermek gereklidir. Ayrıca kazâ borcu olan kimsenin müekked olsun, olmasın; sünnet namaz kılması caiz değildir. Hanefîlere göre teravihte, iki rekatte bir selâm vermek gerekli değildir. Kazaya kalmış namazları bulunan bir Müslümanın nafile kılması caizdir, hatta müekked sünnetleri kaza borcu olanın da kılması teşvik edilmiştir.
c) Şâfiîlere göre vitir namazını üç rekat olarak kılacak olanlar ya üçünü bir selâm ile kılacaklardır, yahut da iki rekatte bir selâm verecekler, sonra kalkıp tek rek’atı da bir selâm ile edâ edeceklerdir. Üç rek’atı arka arkaya kılıp, iki rek’atta bir oturup tahiyyât okumak, sonra kalkıp bir rek’at daha kılıp yine oturarak tahiyyat okuyup selâm vermek caiz değildir. Hanefîlere göre ise bu son şekil caizdir, vitir namazı böyle kılınmaktadır.
d) Bayram namazlarında da Şâfiî ve Hanefî mezhebleri arasında farklılıklar vardır. Bu cümleden olarak Şâfiîlere göre bayram namazının birinci rek’atında sübhânekeden sonra fazladan yedi tekbir, ikinci rek’atında başta fazladan beş tekbir almak sünnettir. Hanefîlerde bayram namazının birinci rek’atında süb hanekeden sonra üç tekbir, ikinci rek’atında rukûdan önce üç tekbir vardır.
Bu farklara rağmen, Şâfiî Müslümanların Hanefî imam arkasında, yahut Hanefî Müslümanların Şâfiî imam arkasında imamın mezhebine ve uygulamasına uyarak tek cemaat halinde ve tek şekilde cuma, terâvîh, vitir, bayram vb. namazlarını kılmaları mümkün ve caiz değil midir?
Aşağıda bu soruya cevap verirken aynı zamanda problemin çözüm yollarını da arzetmiş olacağız.
Bilgi ve kanaatimize göre farklı mezheblere bağlı Müslümanların birbiri arkasında tek bir cemaat olarak namaz kılmaları mümkün ve caizdir. Bunun meşru olduğunu üç esastan birine dayandırmak mümkündür:
1. Farklı mezheblerde bulunan Müslümanların birbirine imam ve cemâat olmalarını caiz görme esası: Hanefî ve Şâfiîlere göre bu caiz değildir; imam cemâatin mezhebine uygun hareket etse bile kendisi o mezhepten olmadıkça namaz mekruh olur. Ancak bu görüşün sağlam ve Müslümanlar için bağlayıcı bir delili yoktur. İctihad asırlarından sonra gelen bazı fıkıhçıların ileri sürdükleri bu görüş haklı tenkitlerle çürütülmüştür.4 Buna karşı Mâlikî ve Hanbelî mezheblerinin görüşü “farklı mezheblere bağlı Müslümanların, birbiri arkasında namaz kılmalarının caiz olduğu ve bu takdirde imamın mezhebine göre sahih olan namazın, cemâat için de sahih olduğu” şeklindedir. İslâm’ın rûhuna, cemâat felsefesine, ilk ve örnek asırların uygulamasına uygun bulunan bu görüş tercih edilmeli ve Şâfiîler ile Hanefîler de bu esasa göre birbirine imamcemaat olmalı, imamın mezhebine göre tek cemâat ile tek şekilde mezkûr namazları kılmalıdırlar.
2. Ülü’lemr’in tercihinin ihtilâfı ortadan kaldırması esası: Mezhebler arasında ihtilâflı bulunan konularda ülü’lemr bir içtihadı tercih ederek ümmetin bununla amel etmelerini emrederse bütün Müslümanlar buna uyarlar ve bu konularda hepsi tek mezhebe bağlı imiş gibi hareket ederler.5 Bu gibi konularda dîn âlimleri ülü’lemrdir. Bunlar bir araya gelip söz konusu edilen husûslarda tek uygulamayı tercih ve ilân ederlerse (bunu diyanet İşleri Başkanlığı da sağlayabilir) ihtilâf ortadan kalkar ve cemaatle ibâdette birlik avdet eder.
3. Cemaatle namazın maksadından hareket ile mümkün olan fedakârlığı yapma esası: Yazının giriş kısmında cemâatin önemine ve bölünmenin mahzurlarına işaret edilmişti. Bunlar göz önüne alınarak şöyle bir uygulamaya gidilebilir:
a) Bugün cuma namazları ihtiyaca binaen birden fazla camide kılınmaktadır; çünkü cemâat bir caminin alamayacağı kadar büyümüştür. Bu durumda Şâfiîlere göre de öğle namazını, cumadan sonra cemaatle kılmak farz değil, sünnettir. Mefsedetin def’i ve iyi sonuçların temini için bu uygulamadan vazgeçilebilir.
b) Şâfiî cemâate uymak için Hanefî imam da, teravih namazında iki rek’atta bir selâm verebilir; bu uygulama Hanefîlere göre de tercih edilen bir terâvih kılma şeklidir. Kazâya niyet eden cemaatin terâvih kıldıran imama uymaları dış görünüş itibarıyla bir bölünme ifade etmediğinden dileyenin böyle yapmasına ses çıkarılmaz.
c) Vitir namazı kılınırken imam, cemâatin çoğunluğunun bağlı bulunduğu mezhepten olur, diğer mezhebe bağlı bulunanlar ise imama uymaz, vitri camide veya (tercihan) evlerinde tek başlarına kılarlar.
d) Bayram namazlarında Şâfiî mezhebinden olan Müslümanlar da Hanefî mezhebinden olan imama uyarak namazlarını kılabilirler; çünkü Şâfiîlere göre sünnet kılanın vâcib kıldırana uymasında sakınca yoktur. Ayrıca Şâfiî mezhebinden birinin, bayram namazının tekbirlerini eksik alan (yedi yerine üç tekbir alan) imama uyması caiz görülmüştür.6
Buraya kadar sıralanan şekiller ve esaslardan en az birine göre problemin çözülmesi, cemaatin bölünmekten kurtarılması, bir bid’atin önlenmesi ve sünnetin ihyâsı mümkün olacaktır.
1. Başta namaz olmak üzere bazı ibadetleri yapmak için bir araya gelmiş müminler topluluğu.
2. Hz. peygamber (s.a.s.), ashabı ve onların öğrencileri olan âlimler topluluğunun anladıkları, bildirdikleri ve uyguladıkları İslam etrafında birleşmiş müminler topluluğu. Bu manada cemaat ‘ehlü’sunneti ve’lcemâ’ah’ terkibi içinde sünnet ile birlikte zikredilir. Bu cemaattan ayrı düşenler sahih İslam’dan da ayrı düşmüş, doğru yoldan sapmış sayılırlar.
Son yıllara kadar ‘cemaat’ denildiğinde bu iki manadan başkası anlaşılmazdı. Son yıllarda ise cemaat deyince bazı dinî gruplar anlaşılır oldu. Bu sebeple karşımızda “cemaat” kelimesinin üç manası var ve bu üç manada cemaatin, ümmetleşme şuur ve yapısına katkısı ile yanlış uygulamaların maksada verdiği zarar üzerinde durmak ve çözümler aramak gerekiyor.
Peygamberimiz (s.a.s.) kurtuluşa eren topluluğu “Benim ve ashabımın yolunda olanlar” diye açıklamıştır. İlk dört halife zamanlarında “İslam nedir?” sorusuna verilen cevap bakımından bir ihtilaf ve bölünme yoktur. Hz. Osman’dan itibaren meydana gelen bazı üzücü olaylar bilinen ve tek olan İslam’ın uygulaması ile ilgili ictihad farkları ile aksaklıklardan kaynaklanmıştır. Hz. Ali’nin hilafetinin sonlarına doğru İslam’ın tanımı ve anlaşılması konusunda ihtilaf ve buna dayalı tefrika başlamıştır.
Günümüze kadar çoğalarak sürüp gelen bu ihtilaf ve parçalanmaların, hatta çatışmaların ilacını Hz. Ali şöyle açıklıyor: “Din kardeşlerimiz bize isyan etmişlerdir, onlar ne dinden çıkmış ne de günaha sapmış sayılırlar; çünkü isyanlarını bir din anlayışına (yoruma, tevîle) dayandırmaktadırlar.” “(Hâricîleri kast ederek) eğer bizim camimize gelip cemaatle ibadete katılmak isterlerse camimiz onlara açıktır. Bizimle cihada katılırlarsa eşit hak ve yükümlülük olur. Bize karşı silaha sarılırlarsa biz de silahla mukabele ederiz.”
Ana hatlarıyla bu çözüm günümüzde de geçerlidir. Bütün dinî gruplar aynı camide namaz kılar, ümmetin maddi ve manevi değerlerini korumak için ortak mücadeleye katılır, kendi inanç ve uygulamalarını başkalarına şiddet yoluyla dayatmazlarsa bazı konularda büyük cemaatten ayrılmış olmaları ümmetin birliğine zarar vermez.
Olağanüstü niteliklere sahip olduğuna inandıkları bir lider etrafında halkalanan Müslüman gruplar manasında cemaat de günümüzün gerçeklerinden biridir. Müslümanlar bu manada cemaatlere bölünmüş durumdalar. Cemaatler arasındaki ilişki konjonktüre göre değişiklik gösteriyor. Zaman zaman rakip, alternatif, muhalif, düşman, işbölümü anlayışı içinde hizmeti paylaşan «bütünün parçaları»... oluyorlar. Hepsine birden yönelen tehlike aralarının düzelmesine, bir bütünün parçaları oldukları şuurunun oluşmasına veya pekişmesine sebep olabiliyor.
Yurt dışında yaşayan Müslümanlarla beraber olduğumuz zamanlarda sohbetlere farklı cemaatlerden Müslümanlar katıldılar, bir iki toplantıda konuşan cemaat ileri gelenleri “Biz hiçbir İslamî gurubun rakibi veya alternatifi değiliz, Allah İslam’a hizmet eden herkesten razı olsun” mealinde konuşmalar yaptılar. Bu gelişmelerden de şu sonucun oluşmakta olduğu izlenimini edindim: Din hayatında belki de kaçınılmaz olan gruplaşmalar, cemaatlere bölünmeler daima tefrikaya sebep olduğu değerlendirmesi doğru değildir; bazen bütünleşmeye doğru da gelişmeler gösteriyor. Gruplar kendilerini İslam’ın tek ve alternatifsiz temsilcisi olarak değil, temel meseleler ve değerlerde eşit; rehber, hoca, yol, yöntem, meşrep gibi konularda farklı “bir bütünün parçaları” gibi de görebiliyorlar. Aynı şeyleri yaparak bir mânada birbirine rakip olabildikleri gibi, boşlukları doldurarak İslam’a hizmetin bütününde vazife taksimini gerçekleştirdikleri de oluyor.
Cemaat kelimesi dinî grupları ifade etmek için kullanılacaksa bunlar bir tek gruptan ibaret olmadığı için ‘cemaatler’ demek daha uygun olur. Bunların her biri kendilerini ifade etmek için daha başka isimler bulmalıdırlar. ‘Câmia’ kelimesini ise bütün dinî hizmet gruplarını, hatta ümmeti içine alan geniş çerçevenin adı olarak kullanmak daha uygundur. Nitekim kültürümüzde mescidler vardır, camiler vardır. Cuma ve Bayram namazlarının kılınmadığı mescidlerin cemaatlerini Cuma, Bayram gibi ibadetlerde toplayan büyük İslam mabetlerine “cami” denir. Bu manada mescidler ümmetin tamamlayan parçaları (mütemmim cüzleri) olan gruplara, cami ise ümmete tekabül etmektedir.
Her bir grubun samimi ve gayretli mensuplarının şuurlu çabalarıyla istismarcılar, cahiller, sahtekârlar aradan çekilip çıkar da meydan iyi niyetli, iyi ahlaklı, ehliyetli, gayretli Müslümanlara kalırsa yakın gelecekte bir “cemaatler camiası”ından söz etmemiz mümkün hale gelecektir. Bu kutlu oluşumun gerçekleşmesini süratlendirmek için, bütün grupların saygı duydukları âlimlerden bir “danışma ve hakem kurulunun” seçilip faaliyete geçmesi elzem gibi gözükmektedir.
İslâm’da namazın cemaatle kılınması teşvik edilmiştir, bazı müctehidler farz namazların cemaatle kılınmasını farzı ayn, bir kısmı farzı kifâye, bazıları ise vacib ve müekked sünnet olarak değerlendirmişler, önemli bir mâzereti olmadığı halde cemaati terkeden Müslümanın uhrevî sorumluluğundan söz etmişlerdir. Dînimizin teşvik ettiği “birlik, beraberlik, kardeşlik, dayanışma, ümmet şuuru içinde cemaatleşme” hedeflerinin “cuma, bayram, hacc, selâmlaşma, tokalaşma, yardımlaşma, komşuluk ilişkileri...” gibi çeşitli vesileleri vardır; cemaatle namaz da bu vesilelerin başta gelenidir. Açık olarak anlaşılan odur ki cemaatle namazdan maksat birlik, beraberlik ve kardeşlik ruhunu geliştirmek, pekiştirmek ve beslemektir.
İslam ne toplumcu ne de bireycidir; bireyi topluma ezdirmez, onu toplumun bir çarkın dişlisi gibi kişiliksiz bir parçası kılmaz, toplumu da ferdin bozmasına izin vermez. Ferdtoplum ilişkisi bakımından birçok benzeri arasından şu ayet ve hadisler kulaklara küpe olmalıdır:
“Müminler ancak birbirinin kardeşidir; şu halde kardeşlerinizin arasını düzeltin, Allah’a itaatsizlikten sakının ki, rahmete mazhar olasınız”
“… Kardeşler halinde Allah’ın kulları olun. Müslüman Müslümanın kardeşidir; ona zulmetmez, onu yüzüstü bırakmaz, onu küçümsemez, üç kere göğsünü işaret ederek takvâ buradadır. Bir kimseye kötülük olarak Müslüman kardeşini küçümsemesi yeter. Müslümanın Müslümana bütünü haramdır: Kanı, malı ve namusu.”
“Birbirine merhamet, sevgi ve bağlılık bakımından müminler bir tek beden gibidirler; bedenin bir organı hasta olursa diğer organlar da ateş ve uykusuzluk çekerek ona katılırlar.”
İslam’da “Kendine iyi bak” zihniyeti yoktur; mümin kendine de iyi bakar, yakından uzağa diğer insanlara da iyi bakar; onlarla ilgilenir, yardımlarına koşar, birlikte ağlar ve beraber güler.
Gitmediğin köy senin köyün, ilgilenmediğin insan senin insanın (kardeşin, dostun, vatandaşın, dindaşın, ümmetinin ferdi) değildir. Bu sebeple insanları, bireyleri arasında sıcak ve canlı ilişkilerin bulunduğu büyük bir aile yapacak araçlara, vesilelere ihtiyaç vardır. İslam’ın bir kısım ibadetleri cemaat halinde yapılmasını istemesi bu hikmete bağlıdır.
Namazların bir kısmı evlerde kılınır, evlerde kılınan nafile namazlar bireyin Allah ile ilişkisini besler, mümini O’na yakınlaştırır, zikri (O’nu unutmamayı) daim kılar, ferdin manevi yolculuğuna (tezkiye ve terakkisine) gıda olur.
Bazı mazeretler erkeklerin camiye gitmesine mani olursa erkekler ile kadınlar evde cemaat olarak namaz kılarlar. Kadınların da kendi aralarında cemaatle namaz kılmaları caizdir. Mazeret bulunmadığında erkeklerin farz namazları camide kılmaları en azından kuvvetli (vacib derecesinde) sünnettir. İşte evde ve camide kılınan bu cemaatle namaz, namazın ferde sağladığı faydalar yanında fertten cemaate ve cemaatten ümmete doğru seyreden oluşumda en güçlü vasıtadır.
Cemaat, ümmetin küçük birimidir ve ortak özellikleri vardır: Camide rütbeye göre sıralanma yoktur, erken gelen ön safta yer alır, namazı ilim, ahlak ve kıraat bakımından en iyi olan kıldırır. Cemiyet hayatında, vazifede, rütbede farklı olanlar Allah’ın huzurunda eşit olarak yan yana ve dirsek dirseğe dururlar. İmam cemaate “eğilin, yatın, kalkın” diye komut vermez, “Allah Büyüktür” der ve cemaat o Büyük Allah’ın huzurunda dururlar, “Allah Büyüktür” der O’nun huzurunda eğilirler ve aynı hatırlatma ile secdeye kapanırlar; yani hep birlikte itaat yalnızca Allah’adır, imam Allah’ın emrini tebliğ ve tatbik eder.
Cemaat şehir içi toplu ulaşım araçlarının yolcuları gibi değildir; genellikle her biri diğerini tanır, büyük bir aile teşkil ederler. Dertler, sevinçler, nimetler paylaşılır, en büyük İslam topluluğu olan ümmet şuuru camilerde oluşur.
Cami ve cemaatle namazın diğer faydaları yanında sosyal faydası da bu kadar büyük olunca ona zarar veren anlayış ve uygulamaların ortadan kaldırılması gerekir. Şöyle ki:
Bilhassa cuma, terâvîh, vitir ve bayram namazlarında, aynı câmi içinde, aynı vakitte farklı uygulamaların yapıldığını; aynı zamanda, aynı namazın birden fazla cemâatle kılındığını, bunun sakıncalı sonuçlar doğurduğunu biliyoruz. Dinimizde tek cemaate teşvik bulunduğu, engel de bulunmadığı halde bir vakit içinde, aynı zamanda, bir camide cemâati bölerek iki imam arkasında iki bölük olarak namaz kılmanın, dînin maksadına, cemaatin teşrî hikmetine ve felsefesine ters düştüğü, buna Allah ve Rasûlü (s.a.s.)’nün râzı olmayacakları âşikârdır. Rasûlullah (s.a.s.) ve Râşid Halifeleri devrinde böyle bir uygulamanın bulunmadığı da bilinmektedir.
Bazı bölgelerde cemâatin bölünmesi şüphesiz kötü niyete dayanmamaktadır; burada yaşayan ve farklı mezheblere salik bulunan (daha çok Hanefî ve Şâfiî mezheblerine bağlı olan) Müslümanlar, ibâdetlerinin ancak böyle sahih ve geçerli olacağı inancı ile bu şekilde hareket etmektedirler. Ortada bir kusur varsa bu, cemâate değil, onlara doğru ve uygun yolu göstermeyen, böyle bir çözümde birleşmeyen, çözüm teşebbüslerini baltalayan bazı kusurlu kişilere râcidir.
Teklif edeceğimiz çözüm şekillerine geçmeden önce mezkûr davranışın hangi ictihad farklarından kaynaklandığına kısaca işaret etmekte fayda vardır:
a) Şâfiîlere göre cuma namazı bir camide kılınmalıdır. İhtiyaç bulunmadığı halde birden fazla camide kılınırsa namazı ilk bitiren cemaat dışındaki cemaatlerin cuma namazları sahih olmaz. Eğer bir ihtiyaç ve zarûret sebebiyle birden fazla camide cuma kılınıyorsa, bu takdirde namazlar sahihtir, fakat yine cemâatle öğle namazını da kılmak sünnettir. Hanefîlere göre böyle bir sünnet yoktur. Cuma namazları sahihtir.
b) Şâfiîlere göre terâvîh namazında, iki rek’atte bir selâm vermek gereklidir. Ayrıca kazâ borcu olan kimsenin müekked olsun, olmasın; sünnet namaz kılması caiz değildir. Hanefîlere göre teravihte, iki rekatte bir selâm vermek gerekli değildir. Kazaya kalmış namazları bulunan bir Müslümanın nafile kılması caizdir, hatta müekked sünnetleri kaza borcu olanın da kılması teşvik edilmiştir.
c) Şâfiîlere göre vitir namazını üç rekat olarak kılacak olanlar ya üçünü bir selâm ile kılacaklardır, yahut da iki rekatte bir selâm verecekler, sonra kalkıp tek rek’atı da bir selâm ile edâ edeceklerdir. Üç rek’atı arka arkaya kılıp, iki rek’atta bir oturup tahiyyât okumak, sonra kalkıp bir rek’at daha kılıp yine oturarak tahiyyat okuyup selâm vermek caiz değildir. Hanefîlere göre ise bu son şekil caizdir, vitir namazı böyle kılınmaktadır.
d) Bayram namazlarında da Şâfiî ve Hanefî mezhebleri arasında farklılıklar vardır. Bu cümleden olarak Şâfiîlere göre bayram namazının birinci rek’atında sübhânekeden sonra fazladan yedi tekbir, ikinci rek’atında başta fazladan beş tekbir almak sünnettir. Hanefîlerde bayram namazının birinci rek’atında süb hanekeden sonra üç tekbir, ikinci rek’atında rukûdan önce üç tekbir vardır.
Bu farklara rağmen, Şâfiî Müslümanların Hanefî imam arkasında, yahut Hanefî Müslümanların Şâfiî imam arkasında imamın mezhebine ve uygulamasına uyarak tek cemaat halinde ve tek şekilde cuma, terâvîh, vitir, bayram vb. namazlarını kılmaları mümkün ve caiz değil midir?
Aşağıda bu soruya cevap verirken aynı zamanda problemin çözüm yollarını da arzetmiş olacağız.
Bilgi ve kanaatimize göre farklı mezheblere bağlı Müslümanların birbiri arkasında tek bir cemaat olarak namaz kılmaları mümkün ve caizdir. Bunun meşru olduğunu üç esastan birine dayandırmak mümkündür:
1. Farklı mezheblerde bulunan Müslümanların birbirine imam ve cemâat olmalarını caiz görme esası: Hanefî ve Şâfiîlere göre bu caiz değildir; imam cemâatin mezhebine uygun hareket etse bile kendisi o mezhepten olmadıkça namaz mekruh olur. Ancak bu görüşün sağlam ve Müslümanlar için bağlayıcı bir delili yoktur. İctihad asırlarından sonra gelen bazı fıkıhçıların ileri sürdükleri bu görüş haklı tenkitlerle çürütülmüştür.4 Buna karşı Mâlikî ve Hanbelî mezheblerinin görüşü “farklı mezheblere bağlı Müslümanların, birbiri arkasında namaz kılmalarının caiz olduğu ve bu takdirde imamın mezhebine göre sahih olan namazın, cemâat için de sahih olduğu” şeklindedir. İslâm’ın rûhuna, cemâat felsefesine, ilk ve örnek asırların uygulamasına uygun bulunan bu görüş tercih edilmeli ve Şâfiîler ile Hanefîler de bu esasa göre birbirine imamcemaat olmalı, imamın mezhebine göre tek cemâat ile tek şekilde mezkûr namazları kılmalıdırlar.
2. Ülü’lemr’in tercihinin ihtilâfı ortadan kaldırması esası: Mezhebler arasında ihtilâflı bulunan konularda ülü’lemr bir içtihadı tercih ederek ümmetin bununla amel etmelerini emrederse bütün Müslümanlar buna uyarlar ve bu konularda hepsi tek mezhebe bağlı imiş gibi hareket ederler.5 Bu gibi konularda dîn âlimleri ülü’lemrdir. Bunlar bir araya gelip söz konusu edilen husûslarda tek uygulamayı tercih ve ilân ederlerse (bunu diyanet İşleri Başkanlığı da sağlayabilir) ihtilâf ortadan kalkar ve cemaatle ibâdette birlik avdet eder.
3. Cemaatle namazın maksadından hareket ile mümkün olan fedakârlığı yapma esası: Yazının giriş kısmında cemâatin önemine ve bölünmenin mahzurlarına işaret edilmişti. Bunlar göz önüne alınarak şöyle bir uygulamaya gidilebilir:
a) Bugün cuma namazları ihtiyaca binaen birden fazla camide kılınmaktadır; çünkü cemâat bir caminin alamayacağı kadar büyümüştür. Bu durumda Şâfiîlere göre de öğle namazını, cumadan sonra cemaatle kılmak farz değil, sünnettir. Mefsedetin def’i ve iyi sonuçların temini için bu uygulamadan vazgeçilebilir.
b) Şâfiî cemâate uymak için Hanefî imam da, teravih namazında iki rek’atta bir selâm verebilir; bu uygulama Hanefîlere göre de tercih edilen bir terâvih kılma şeklidir. Kazâya niyet eden cemaatin terâvih kıldıran imama uymaları dış görünüş itibarıyla bir bölünme ifade etmediğinden dileyenin böyle yapmasına ses çıkarılmaz.
c) Vitir namazı kılınırken imam, cemâatin çoğunluğunun bağlı bulunduğu mezhepten olur, diğer mezhebe bağlı bulunanlar ise imama uymaz, vitri camide veya (tercihan) evlerinde tek başlarına kılarlar.
d) Bayram namazlarında Şâfiî mezhebinden olan Müslümanlar da Hanefî mezhebinden olan imama uyarak namazlarını kılabilirler; çünkü Şâfiîlere göre sünnet kılanın vâcib kıldırana uymasında sakınca yoktur. Ayrıca Şâfiî mezhebinden birinin, bayram namazının tekbirlerini eksik alan (yedi yerine üç tekbir alan) imama uyması caiz görülmüştür.6
Buraya kadar sıralanan şekiller ve esaslardan en az birine göre problemin çözülmesi, cemaatin bölünmekten kurtarılması, bir bid’atin önlenmesi ve sünnetin ihyâsı mümkün olacaktır.