Hayatı sahici kılan, ona rengini ve kokusunu veren samimiyetin zorunlu olarak var olduğunun düşünüldüğü ve belki de yanına en çok yakıştığı kelime “aile”dir. Eşlerin, çocukların ve anne babanın birbirleriyle olan ilişkilerinin niteliğinden dolayı aile, insanların en yapmacıksız, en doğal hâlleriyle, kendileri olarak var oldukları bir kurumdur. Toplumumuzda âdettir: Gelin veya damat adayının kişiliği hakkında daha güvenilir bilgi almak için, mahallesinden, iş yerinden vs. tanıdıklarına sorulur. Bu soruya muhatap olan kişi, eğer o şahsın aile yaşantısının, aile bireylerine karşı tavır ve davranışlarının nasıl olduğunu bilmiyorsa “gördüğüm, tanıdığım kadarıyla iyi, geçimli bir insan. Şimdiye kadar kimseye karşı olumsuz bir davranışını ya da gayri ahlaki bir yönünü görmedim. Ama aile içinde nasıl davranır, ev halkıyla ilişkileri nasıldır, orasını bilemem.” diye cevap verebilir. Bu tür bir cevap, o kişinin samimiyetine yönelik bir sorgulamadır aslında ve insanların aile içinde en doğal hâlleriyle bulunacakları ön kabulünden yola çıkar; kişinin davranışlarındaki samimiyeti, aynı tavırları aile içinde de göstermesiyle ölçülmeye çalışılır. Buna göre insanın aile içindeki tutumları onun kişiliğini, dinî ve ahlaki yönünü, hayata ve insanlara bakışını vs. ortaya koyan bir turnusol kâğıdı gibidir. Meselenin bir yönü böyleyken bir başka yönü de aile bireylerinin birbirlerine karşı samimiyetleridir. Yani en doğal, en samimi, en içten olduğumuz yer kabul edilen ailemizdeki samimiyetten ne anladığımız sorusudur konunun diğer boyutu. Aile yuvamız, doğallık adına başkalarının bilmesini istemeyeceğimiz bir şekilde davrandığımız gizli dünyamız mıdır? Yoksa en güzel, en içten davranışları sergilediğimiz, iyi bir insan ve iyi bir kul olmanın bütün tezahürlerini ortaya koyduğumuz gerçek dünyamız mıdır?
“Din samimiyettir” buyuran Allah Resûlü (s.a.s.), din hayatın bütünü olduğu için, her türlü işin geçerliliğini samimiyet esasına bağlamış olmaktadır. Ya aile içindeki tavır ve davranışlarımız?.. İşin bu tarafını da “sizin en hayırlınız ailesine karşı hayırlı olanınızdır” hadisi şerifinin özetlemesine bırakarak ailede samimiyetin tezahürlerine ve samimiyeti ihlal eden unsurlara geçelim:
Ailede samimiyetin önemli bir yönü, eşler arasındaki samimiyettir. Bu samimiyeti tesis eden en önemli unsurlardan biri, Rabbimizin, Kur’anı Kerim’de eşleri birbirlerinin “göz aydınlığı” ve “örtüsü” olarak nitelemesinde görülür. Onlar birbirinin göz aydınlığı, neşesi, huzurudur. Aralarında tesis edilen sevgi ve merhamet sayesinde birbirlerinin en yakınıdırlar. Biri diğerine örtü olduğu için hem kusur ve ayıplarını örter, eksiklerini tamamlarlar, hem de korurlar birbirlerini. Eşlerin “göz aydınlığı” ve “örtü” olmalarının yanı sıra aralarında bir lütfu ilahî olarak var edilen “meveddet” ve “rahmet” de ancak üzerine yatırım yapıldığında, özen gösterildiğinde korunur ve geliştirilebilir. Bunun için Kur’anı Kerim’de ifade edildiği gibi, “Ey Rabbimiz! Eşlerimizi ve çocuklarımızı bize göz aydınlığı kıl ve bizi Allah’a karşı gelmekten sakınanlara önder eyle.” diye dua etmek, içtenlikle istemek çok önemlidir ancak bu duayı mutlaka fiili dua ile desteklemek gerekir.
Samimiyetin en iyi şekilde hissedildiği aile yuvasında bu samimiyeti bozacak ya da zedeleyecek unsurlara karşı dikkatli olmak önemlidir. Bunlardan birkaç örneği şöyle sıralayabiliriz:
Duygu ve Düşüncelerin Zıddı Davranmak
Samimiyetin belki de en önemli düsturudur “olduğun gibi görünmek ya da göründüğün gibi olmak”. Hz. Mevlâna’nın çağları aşarak bize ulaşan bu veciz sözünde ifadesini bulan içtenlik, aile içi ilişkilerde duygu ve düşüncelerine uygun hareket etmek olarak tezahür eder. Burada üslubun da çok önemli olduğunu unutmadan bir örnek verelim: Eşiyle arasında yaşanan bir tartışmada kendisinin hatalı yönleri olduğunu bilmesine rağmen gurur, eşine boyun eğdirmek, onun üzerinde üstünlük sağlamak gibi amaçlarla hatasını bile bile kendisini savunmak, nefsinin avukatlığını yapmak… Çünkü içinden bir ses “ezdirme kendini” der, “burnu sürtülsün, haddini bilsin”. Ancak farkında değildir ki aslında ilişkilerini ezdirmektedir ve samimiyet “haddini bilerek” çekilmektedir bir kenara.
Yapmacık İlgi Göstermek
Aslında yukarıdaki maddenin bir devamı sayılabilecek yapmacık ilgi göstermek, çok düşülen bir hata olduğu için onu ayrı bir başlık altında ele almayı uygun gördük. Bir istek ve temenniyi karşıdaki aile bireyine kabul ettirmek ya da hatanın üstünü örtmek gibi bir takım sebeplerle yapmacık ve abartılı ilgi göstermek, bu şekilde davranan kişinin kendisine olan saygısını da kaybetmesine yol açacaktır. Bu tür davranışlar çoğu zaman “iş bilme” ve “kurnazlık” olarak değerlendirilse de işin aslı, kişinin en yakını olan ailesini “kandırmış” olduğudur. “Sen onu evlendikten sonra parmağında oynatırsın” yönlendirmeleriyle evliliğe adım atan insanlar ne yazık ki bunun için yapılanları da meşru addetmektedir. Oysa evlilik, aile hayatı, eşimizi “parmağımızda oynatacağımız” bir tiyatro sahnesi değil, bütün sahiciliğiyle hayatımızdır. Ve oradaki samimiyetimizdir bizi başrol oyuncusu yapacak olan…
Aile Bireylerinden Gizli Saklı İş Yapmak
Yapılan işleri eşten/ aileden saklamak, ondan gizli para biriktirmek, eşinin haberi olmadan yakın akrabalarına yardım etmek gibi durumlar, aile içinde samimiyeti zedeleyen unsurlardandır. Eşinden veya aile fertlerinden gizli iş yapmak o işi yapanın samimiyet ihlalini gösterirken diğer eşin o konudaki baskıcı tutumuna da işaret edebilir. Aile fertlerinden gizli saklı iş yapmamak nasıl bir samimiyet kaidesiyse eşinin, kendi yakınlarına ailenin gücü nispetinde yardım etmesine, destek olmasına müsaade etmek; sevdiği ve ilgi duyduğu işleri yapması için desteklemek de bir başka gerekliliktir. Bunun gibi kazanılan gelirin ve bu gelirin nerelere harcandığının eşten ve aile fertlerinden gizlenmesi de samimiyetle birlikte aile içi dayanışmayı, birlik beraberlik duygusunu yaralayacak bir tavırdır.
Yalan Söylemek
Yalan söylemek bazen problemlerin en pratik çözümü olarak görülür ne yazık ki. Nasreddin Hoca’nın fıkrasında olduğu gibi. Hoca, iki kilo et alır ve getirir hanımına verir ki akşama güzel bir yahni pişirsin. Hanımı tam da Hocanın dediği gibi yahniyi pişirir fakat tadına bakayım, bir lokma daha yiyeyim derken bir de bakar ki yahni bitmiş. Akşam hoca gelir, yahninin hevesiyle sofraya oturur ancak önüne gelen tarhana çorbasıdır. Yahniyi sorunca, hanımı en akıllıca olduğunu düşündüğü yolu seçer ve yalana başvurur: “Eti kedi yedi Hoca” der. Ne de olsa hayvancığın ağzı var dili yok. Tabi Hocada bu yalana kanacak göz yoktur ve “Getir şu kediyi de bir tartalım hanım” der. Ve o an aslında bu fıkrada hiç anlatılmayan şey gerçekleşir. Hanımının biraz sonra yıkılacak itibarından önce aile içindeki o güvene dayalı ve güven veren ilişki sarsılır. Velhasıl kediyi tartıp bakarlar ki zaten zavallı hayvan topu topu iki kilodur. Hoca sorar: “Hanım kedi buysa et nerede, et buysa kedi nerede?”
Yalan kısa süreli “konfor” sağlar ancak ardından “mumun yatsıya kadar yanması” meselesinde olduğu gibi o kısa süreli konfor uzun süreli bir pişmanlığa ve sıkıntılara dönüşebilir. Sanırım en kötüsü de yalan söyleyen kişinin kaybettiği öz saygısı, itibar yitimi ve güven duygusunun sarsılmasıdır.
Gereksiz Şüphe ve Sorular
Şüphe, güvensizliğin göstergesidir ve insanın zihnine girdi mi bir kere, ne huzur bırakır ne rahat. Ondan sonra zaten şüphelendiği kişiye de rahat yüzü yoktur. Her sözün, davranışın, işin altında bir başka sebep aranır ve her şey didik didik edilerek sorgulanır. Telefonlar, çantalar, cepler vs. sürekli kontrolden geçer. “Kim aradı, ne söyledi, niçin seni aradı, sen ona niçin şunu söyledin?...” gibi sonu gelmeyen sorgu sual faslı… Bir filmde ya da tiyatro sahnesinde izlerken gülebileceğimiz bu tür diyaloglar gerçek hayatta yaşanıyorsa eğer her iki taraf için de çok zor ve sancılı bir sürecin başladığını ve bu sürecin evliliğe ciddi sıkıntılar yaşatacağını tahmin etmek zor olmasa gerek. Şüphelerin gerçeklik payı varsa elbette konuşulmalı, açıklığa kavuşturulmalıdır. Aksi takdirde bütün aile yuvasını ve saadetini içten içe saran zararlı bir ur hâline gelecektir şüphe ve tereddütler.
Niyet Gizlemek
Niyet, samimiyeti ortaya koyan önemli bir ölçüdür. Onu özel kılan tarafı ise, kişiyle Allah arasında olmasıdır. Yani gerçek niyetimiz biz ve Allah’tan başka kimseye âyan değildir. Biliriz ki amellerimizin kıymeti niyetlerimizle ölçülür.7 Aile içinde eşimize, çocuğumuza, aile büyüklerimize karşı yaptığımız her türlü iyiliğin, güzel tavır ve davranışın, hizmetin değerini de niyetimiz belirler. Allah katındaki değeri için niyetimiz nasıl önemliyse kul katındaki değeri için de öyledir aslında. Evet, niyetlerimiz Allah’tan ve bizden başka kimseye âyan değildir ve hiç kimse bir davranışımızın niyetinin “o değil de bu” olduğunu iddia edemez ama pekâlâ hissedebilir ondaki samimiyeti ya da samimiyetsizliği.
Sert ve Emredici Üslup
Kimi zaman aile dışında yumuşak huylu, anlayışlı, tatlı dilli, güler yüzlü olan kişilerin aile içinde eşlerine, çocuklarına hatta anne babalarına karşı sert, kaba sözlü, haşin, asık suratlı ve incitici olduklarını görebilmekteyiz. Oysa her şeyden önce en yakınlarımıza göstereceğimiz sevgi ve şefkat, Yüce Yaratıcı’ya olan imanımızın, Müslümanlığımızın ve insanlığımızın gereğidir. Çünkü Rabbimiz kendi varlığının delillerinden olarak bildirmiş eşler arasındaki meveddet ve rahmeti8. Buna göre eşlerin bir diğerine duyduğu sevginin yanı sıra birbirlerine şefkatli ve merhametli olmaları çok özel bir öneme sahiptir.
Sert bir üslup, emredici ifadeler, kızgınlık belki karşımızdaki insanı itaatkâr yapabilir ama bu durum, onayladığı, severek yaptığı veya kabul ettiği anlamına gelmez. Sevmeyen ama katlanan, kabul etmeyen ama itaat eden, saygı duymayan ama korkan insanla birbirinin “göz aydınlığı”9 olacak şekilde bir birliktelik yaşamak ne yazık ki mümkün olmayacaktır. Netice olarak sert ve emredici üslup her şeyden önce samimiyeti ortadan kaldırır. Oysa aile her şeyin ötesinde içtenlik değil midir?
Onay ve Destek için Zorlamak
Bazı kişilerin her söylediği doğru, her yaptığı güzel, ortaya attığı her fikir harikuladedir. Daha doğrusu onlar öyle zanneder ve çevresindekilerin de bunu onaylamasını beklerler. Eleştirilere de genellikle tahammülsüz olan bu kişilerle birlikte yaşayanlar ilk başlarda kendi duygu ve düşüncelerini dile getirmeyi deneseler de çoğunlukla bir süre sonra vaz geçerler. Aksi takdirde bitmek bilmeyen söylenmeleri, nutukları ya da bir tartışmayı göze almaları gerekir. Onlar artık evin bu “kerameti kendinden menkul” kişisinin yaptığı her yemeğe övgüler dizmeyi, söylediği her sözü alkışlamayı, yaptıklarını onaylamayı bir görev olarak benimsemiş görünürler. Onların bu iletişim biçimine adapte olmasıyla ortalık süt liman olmuş, problemler çözülmüş gibi görünse de aslında gerçek bundan çok farklıdır. Bir taraftan alttan alta bir kızgınlık, kırgınlık birikirken bir taraftan da ilişkilerindeki samimiyet ciddi anlamda zarar görmektedir.
Samimiyetle ilgili verilen bu örneklerden yola çıkarak söyleyebiliriz ki aile içi ilişkilerde samimiyet ne kadar önemliyse muhatabımızı zorlayacak, samimiyetten uzaklaştıracak yaklaşımlardan titizlikle kaçınmak da o kadar önemlidir.